"Belli ki kadınlar birbirlerinden cesaret alabildikçe, birbirlerine el uzatabildikçe, daha kolay, daha güzel, daha cesur yazıyorlar. Yazdıkça öğreniyorlar, güçleniyorlar, çiçekleniyorlar."
Kadınların yazmasının normal (hatta sıradan) sayıldığı bir evde büyüdüm. Annem şairdi. Ama “sadece şair” değildi, yaptığı bir sürü şeyden biriydi şiir yazmak. Daha doğrusu, ben büyürken öyle sanıyordum. Eğer yazmaktan hiçbir zaman korkmadımsa, bu şuursuzluğun payı vardır diye düşünüyorum.
İlk yazım, ona yazı denir mi bilmiyorum ama, bir okur mektubuydu. Lise ikinci sınıftaymışım, 1979. Oyun diye bir tiyatro dergisi vardı, oraya devrimci tiyatronun ne olması gerektiği hakkındaki yüksek fikirlerimi yazmıştım, onlar da yayınlamıştı.
Ondan önce de sonra da hep yazdım aslında. Günlük yazdım, mektup yazdım, izlenim yazdım, makale yazdım, politik yazı yazdım… Bir takım komik romans parodileri bile yazdım. Şu ara tweet’in de pekâlâ bir yazı formu olabileceğini keşfediyorum. Edebi bir metin yazmadım bir tek. O kadar da şuursuz değilmişim belli ki, en azından kendi yeteneklerimin sınırlarının farkındaymışım.
İnsan yazdıkça öğreniyor, yazdıkça düşünüyor, derinleşiyor.
Yani her zaman başkaları okusun diye yazmıyoruz, pek çok zaman kendimiz için yazıyoruz. Benim için böyle en azından.
Kadın olmakla yazmak arasındaki gerilimli ilişkiyi fark etmem için feminist olmam gerekti. Hatta daha da beteri, dergi çıkarmam. Çok çetrefilli meseleler hakkında teklemeden konuşabilen kadınların iş yazmaya gelince nasıl zorlandıklarını göre göre anladım ki işler benim sandığım gibi değilmiş. Galiba kendini ortaya koymakla ilgili bir mesele bu. Konuşurken kelimelerden başka şeyler de var kullanabileceğimiz, karşımızdakiyle (ya da karşımızdakilerle) etkileşimde olmak, bir tür güvenlik sağlıyor. Yazarken ise yalnızız ve etkileşim daha dolaylı, zaman giriyor araya falan. Neyse, bu konuda yazmış onca feminist var, herhalde bana düşmez kadınların yazmakla derdi üzerine ahkâm kesmek.
Sadece Ayizi deneyimine ilişkin bir iki şey söyleyebilirim. Biz yayınevini kurarken bu kadar yazar odaklı olacağımızı tahmin etmiyorduk; zaman içinde yazarlarımız, okurlarımız, yayınevinin çeşitli işlerine omuz veren kadınlar, “Ayizi kadınları” dediğimiz bir topluluk oluşturdular. Kendiliğinden oldu bu, olduktan sonra koyduk adını. Ve o topluluğun yazan, yazmayı düşünen, yazma üzerine düşünen kadınlar için ne kadar cesaret verici olduğunu gördük. Belli ki kadınlar birbirlerinden cesaret alabildikçe, birbirlerine el uzatabildikçe, daha kolay, daha güzel, daha cesur yazıyorlar. Yazdıkça öğreniyorlar, güçleniyorlar, çiçekleniyorlar.
Kapanırken okurlarımıza (ve yazarlarımıza) armağan ettiğimiz afişte bu sebeple böyle bir söz yazıyor: Yazmaktan Vazgeçme.
GİRİŞ RESMİ:
Deniz Bilgin, Kış
1998
kâğıt üzerine guaj, 69 x 100 cm.