Cahit Zarifoğlu hep bu yolculuğun ve serüvenin adamı oldu, mevcut dünyaya karşı şiirin yolculuğu için çalıştı, çabaladı, çarpıştı. Çarpışkan bir şair oldu...
20 Temmuz 2017 14:04
2014 yılında İstanbul Zeytinburnu Belediyesi Kültür Merkezi’nde “Şairin Yaşamı” üstbaşlığıyla bir dizi konuşma yaptım. Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Ahmed Arif, Sezai Karakoç, Asaf Halet Çelebi, Cemal Süreya, Cahit Zarifoğlu bu şairlerden bazıları. Bu konuşmalarda şairleri olabildiğince kavramsal yaklaşımlarla ele almaya çalıştım ya da onlara dair kimi okuduğum, kimi düşündüğüm bazı tanımları da dile getirdim. Cahit Zarifoğlu için yaptığım tanım “Avare Bilge”ydi. Daha sonra bu başlıkla bir yazı da yazdım.
O yazıda Zarifoğlu’na niye “avare bilge” dediğimi şu cümlelerle anlatmaya çalışıyordum: “Yalnızca şiir yolculuğuyla değil, yaşam serüveniyle de şair. Yaşamak macerası başlıbaşına bir şiirdir ama, onu sürdürmek için biraz da gitmek gerekir. Kendinden dünyaya doğru çıkmak gerekir. Cahit Zarifoğlu hep bu yolculuğun ve serüvenin adamı oldu, mevcut dünyaya karşı şiirin yolculuğu için çalıştı, çabaladı, çarpıştı. Çarpışkan bir şair oldu.”
Bunları yazdıktan sonra, biraz ilerde de şöyle bir-iki cümle kurmuştum: “Bir ‘avare böcek’tir kendi deyimiyle. ‘Avare bilge’ ile ‘avare böcek’ arasında fazla bir fark gözetmeyecek kadar. ‘Çocukluğumda bile hiçbir zaman kendimi ‘evimde’ hissetmedim’ der.”
Bilinen şeyleri, Zarifoğlu’nun serüvenci ruhunun eseri olan kişiliğini ve şiirlerini, uçma merakından güreş tutmasına, otostopla Avrupa’yı gezmesine kadar hem şairane hem avare hem de cesurane tutumunu da tekrar sözkonusu etmeye gerek yok. Ben, Zeytinburnu konuşmasında hem bunları anlattım bildiğimce, hem de Zarifoğlu şiirinin soykütüğünde Türkiye’deki şairlerin pek izine rastlanmadığı anlamına gelen şeyler söyledim. Şiir okumayı çok seven bir şair olmadığını kendisi de söyler. Ben Zarifoğlu için “ustasız bir şairdir” demiştim bir de, yine diyorum. Ece Ayhan’ın nasıl Türk şiirinde ustası yoksa, Zarifoğlu’nun da ustası yoktur, ‘üstad’ı olabilir, o ayrı şey.
Zarifoğlu’nun şiirinin, Mehmet Akif’le, Fethi Gemuhluoğlu ve Necip Fazıl’la ne ilgisi var? Hadi Sezai Karakoç’la İkinci Yeni üzerinden biraz yakınlıkları olsun, ama şiir açısından diğerleri onun ‘usta’sı değil, dediğim gibi ‘usta’ başka, ‘üstad’ başka. Nabi Avcı’nın Eylül 1987’de “Hayret Makamı” yazısında söyledikleriyle yakınlık taşıyor aslında benim düşüncelerim: “Cahit Zarifoğlu’nun şiirinde, benim hissedebildiğim kadarıyla, insanın kendi bedeni üzerinde düşünmesi var. Daha doğrusu kendi bedenini şiirinde hissetmesi var. Mesela cinsellik var. Zarifoğlu’nun şiiri tarihsiz bir şiir. Yani onun nesnelere, eşyaya, insanlara, kurumlara, hatta fikirlere bakışı böyle bir tarihi bakış değil; tarihlerinden soyutlayarak, bunları da yalın halinde anlamaya çalışan ‘hayret makamı’nda bir şiir. Hayretini devamlı canlı tutan bir şiir.” Şu dizeyi kim kolayca söyleyebilir öyle olmasa? “oda arkadaşına oyun oynamış bir deli gibi mutluyum”.
Benim ‘ustasız şair’ deyişim, Nabi Avcı’nın ‘tarihsiz bir şiir’ deyişiyle benzer. ‘Köksüz bir şair ya da şiir’ demiyorum.
Necip Fazıl’ın ona dair yaptığı ‘artist’ik nitelemesi de önemli. İsmet Özel’in “acı ruhun fiyakasıdır” dizesini (ve şiarını), daha yazılmadan önce kendinde denemiş, ruhunda sınamış biri. Necip Fazıl gibi megaloman değil, ama ‘ben’ini de hiç gizlemiyor. Daha doğrusu, gizlemeye çalıştıkça açığa çıkan, büyüyen ‘ben’lerden bir ‘ben’i var. Cemal Süreya onda ‘işaretlerin soru olduğu’nu belirtir, onun gibi düşünüyorum Cahit Zarifoğlu’nu: “Maraşlı delikanlı tavrını hiç bırakmamış, onun bir inançtan çok, bir afiye, bir gösteriye ilişkin olmasından kaynaklanıyordu. Mahallesini çok seven ve oradan gelen dayanışma duygusunu bir silah gibi de görmeye başlayan çocuk. Zarifoğlu’nun şiirinde çok şey serüven duygusundan doğmuştur. Serüvenin kahramanı kendisidir.” Rasim Özdenören’in dediği şeydir bu, “ebedi delikanlılık örneği”dir. Ben de tepki çekmek pahasına da olsa söyleyeceğim, ‘70’lerde kendi mahallesinde bir solcu’ gibi durmuştur. Gözüpek, coşkulu, isyancı, militan, delikanlı, muhalif, kendine de, mahallesine de. Şimdi ehlileştirilmeye çalışılıyor. İslam, Türkiye’de bir inanç olmaktan bir sistem olmaya doğru evrilip, konjonktürel de olsa milliyetçi bir renk de almaya başladıkça, yani devletleştikçe, kendi efsanelerini de ehlileştirerek ‘kamusal müfredat’a sokuyor. Tıpkı “Yedi Güzel Adam” kurgusunda yapıldığı gibi.
Onun güzel yapıtı Yedi Güzel Adam’ın, bugün iktidar eliyle nasıl ideolojik bir kurguya büründürüldüğünü, sunulduğunu ve böyle edebi bir akım varmış gibi kullanıldığını, ne yazık ki, üzüntüyle izliyor ve görüyorum. Böyle bir edebî akım yok, içlerinde tek tek çok değerli yazar ve şairler var, ama hepsi için Türk edebiyatına, şiirine yön vermiş, etkilemiş kişiler diyemeyiz. Bu bir ‘paket program’ olarak kurgulanmış ve “yedi güzel adam” diye sunulan ideolojik bir enstrüman. Korkarım ki yakın gelecekteki ders kitaplarında Yedi Meşaleciler, Garip, İkinci Yeni gibi bir başlık altında Yedi Güzel Adam da bir akım ve dönem olarak anlatılacak. Böylece ‘Yeni Türkiye’nin eskiden yeniden seçerek, ayıklayarak kurguladığı, icat ettiği yeni tarih ve edebiyat anlayışı şiirde, edebiyatta, sanatta ve kültürde de kendini göstermeye başlayacak! Ne acı!