Şiddete meyilleri “dert” sahibi olma üzerinden romantize edilerek okunamayacak erkeklikler neden edebiyatta tekrar tekrar üretildi?
01 Mart 2018 15:10
Teknolojinin büyük hızla ilerleyişi ve iletişim kanallarının gün geçtikçe başka boyutlara evrilmesi edebiyat üretimine pekâlâ imkânlar sunarken edebiyatın deltasını matbudan pek çok farklı platforma taşıyan bu olanaklar, onun mecrasını değiştirdiği gibi, akışını da değiştiriyor. Nitekim son yıllarda tüketim, popülarite, moda ve sosyal medya etkisiyle edebiyat metinleri hızlı bilgi akışına koşut bir şekilde seri üretim nesnelerinden biri hâlini aldı. Bu nedenle hızla ilerleyen, karakter yaratımı ve kurgusunda derinlik, dilin inceliğini göremediğimiz, tadını çıkara çıkara bitmemesini umarak okuyabileceğimiz metinler yerine, daha ziyade derinliği olmayan, aforizmalarla donatılmış, kamyon arkası cümlelerinden hâllice, çabuk tüketilmesi üzerine kurulu gibi sanki bir(kaç) gün içerisinde yazılmış da matbaaya gönderilmişçesine özensiz metinlerin son yıllarda artışı hepimizin bildiği bir konu. Bu tarzdaki eserler popüler edebiyatın büyük bir kısmını oluşturuyor. Şaşırtıcı olmayan, çok satan, ana akım edebiyat metinleri yayımlayan yayınevlerinin bu işleyişi beslemesi ve neticesinde bu tarz edebî üretimlerin yeniden tekrar tekrar üretilmesi. Şaşırtıcı olansa –tabii başlarda– ana akıma dâhil edilmese dahi “nitelikli” okura hitap eden metinlerin üretildiği ve yayın politikaları dolayısıyla takip edilen, edebiyat üretimine çok önemli metinler kazandıran yayınevlerinin bu üretimi sürdürmesi. Teknoloji hızı, yayın ve basım imkânlarının gelişiminin buna yol açmasının ötesinde, network ve sosyal medya lobileri de buna çanak tutan bir işleve sahip.
Buradaki girişle çizdiğim perspektif, yazının ilerleyen kısımlarında başka bir noktayı ele alacağımı düşündürse de bu yazıda, böyle bir çerçeveden bağımsız düşünemeyeceğimiz bir furyanın yayılımı içerisinde ve aynı süreçte benzer yaş aralıklarında olan (baş)/karakterlerin ahvaline dair bir sorgulama yapmaya çalışacağım. 2000’lerin ilk yıllarından itibaren karakter yaratımının her yanından erillik fışkıran metinlerdeki erkekliklerle bunlardan apayrı nitelikteki inşalara sahip erkeklikleri kısa bir şekilde karşılaştırarak 1990’ların mirasıyla gelişimini sürdüren, norm dışı bırakılan ama söz konusu furyanın forsunu yitirmesine karşın yükselişe geçen farklı erkeklikleri, erkeklik çalışmalarına dair minik bir kısımla birlikte ele alacağım.
Türkçe edebiyatın milenyum çağına bıraktığı edebî miras, özellikle 1990’larda hız kazanan spektrumu geniş, çok sesli karakter yaratımıyla 2000’lerden itibaren çatallaşıyor. Çağdaş yazında cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsellik biçimleri pek çok farklı damarda kendini gösteriyor. Bu çeşitliliğin yanı sıra Türkçe edebiyatta 2000’lerin başında asıl dikkat çeken nokta, öykü ve roman türünde adeta bir furya hâlinde yayılan bıçkın, delikanlı, harbi, ergen ve genç erkek (baş/)karakterlerin yer alışı. Bu karakterlerin erkekliklerinin edebiyatta sergilenişi 2000’lerin başlangıcına hızlı, çok konuşulan ve tartışılan bir giriş yapmış olsa da birkaç yıl içerisinde bu temadaki eser üretimi pikini koruyamadı ancak tamamen ortadan da kalkmadı. Bu furyayı yaratan özellikle Afili Filintalar oluşumundan Alper Canıgüz, Emrah Serbes ve Murat Menteş ile Gezi sürecinde aralarından ayrılan Hakan Günday.
Bu yazarların 2000’den itibaren yayımladıkları eserlerindeki dikkat çekici bıçkın delikanlıların ortaklığı, karakter yaratımındaki erkeklik performanslarının sertlik, güçlülük, şiddete meyleden veya şiddet uygulayan, erkek dışındaki cinsiyetlere atfedilen özellik ve davranışları sergilememek üzerine kurulu bir çerçevede seyrediyor. Peki bu furyada bu özellik ve davranışlar nasıl normlaştı? Şiddete meyyalleri “dert” sahibi olma üzerinden romantize edilerek okunamayacak bu erkeklikler neden edebiyatta tekrar tekrar üretildi? Dahası bu eserlerle birlikte furya içerisinde eşzamanlı olarak yeraltı edebiyatı altında gösterilen metinler şiddeti, ergenliği, cinsiyetçi tutumu aforizmalar hâlinde sözcüklere dökmeyi ne şekilde norma dönüştürerek dolaşıma soktu? İşte yukarıdaki edebiyat kesişim örneğindeki gibi soruları temel alarak sorgulayan, bunlara yanıtlar arayan alan erkeklik çalışmaları. Erkeklik çalışmaları, edebiyatın yanı sıra diğer sanat dalları, spor, tarih, sosyoloji, antropoloji, psikanaliz, felsefe, tarih, kültürel çalışmalar, sakatlık çalışmaları, siyaset bilimi gibi birçok alandan faydalanarak disiplinlerarası bir yöntemle yürütülmekte. Elbette erkeklik çalışmalarının toplumsal cinsiyet, feminizm, LGBTİ, queer çalışmaları ve teorilerinden azade bir perspektife sahip olmadığını vurgulamak gerekir. Ayrıca erkeklik çalışmalarıyla birlikte edebiyat metinlerindeki erkeklik temsilleri, performansları ve anlatılarına bakıldığında edebiyatın erkeklik normlarının yeniden üretilmesindeki işlevinin sorgulanması, hangi erkeklik biçimlerinin ana akım sayılıp hangilerinin dışlandığının edebiyat tarihi içerisinde okunması gibi pek çok konunun incelenmesine olanak tanıyor. Erkeklik çalışmaları ve gelişimini biraz daha açmak, yazının netlik kazanması için elzem görünüyor.
Eleştirel erkeklik çalışmaları 1970’lerde, ikinci feminist dalganın eylemliliklerinin ve kuramın yoğun olduğu yıllarda başlamış ve çalışmaların ilk döneminde tekil bir cinsiyet modeline uygun bir erkeklik hâli üzerinden tartışmalarını yürütmüştür. Buna göre erkeklik belirli bir role indirgenmiştir. Raewyn Connell’in erkeklik çalışmalarına ilişkin en çok atıf yapılan Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika kitabında birinci dalga erkeklik çalışmalarının, “erkeklikleri karakterize eden ve erkekliği tanımlayan tek bir kişisel özellikler kümesi” olduğu söylenmektedir (225). Ayrıca Connell’in kavramı yalnızca erkeklik çalışmalarında değil queer, LGBTİ, şiddet, suç ve cinsellik çalışmalarının da merkezindedir. Bu bağlamdaki cinsiyet rolü paradigması “ezilen erkeklikler üzerindeki etki, kontrol ve güç oluşturmaya çalışan erkekliklerin baskın düzeni” olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak 1980’lerden sonra erkekliğin hâkim bir erkeklik modeliyle değişmez bir öze sahip olduğu fikri terk edilir ve ikinci kuşak erkeklik çalışmaları, hem cinsiyet rolü paradigması nedeniyle hem de erkekliğin tarih aşırı bir kategori olmadığının görülmesinden ötürü tek tip bir erkekliğe karşı çıkar. Raewyn Connell’in Gender and Power Society, the Person and Sexual Politics adlı kitabı, ikinci kuşağa öncülük eden çalışmalardan biridir1. Connell bu kitabında farklı erkeklikler arasındaki ilişkiyi “hegemonik erkeklik” kavramıyla açıklamaktadır. Connell, Gramsci’nin “hegemonya” ve “ideoloji” kavram ve görüşlerinden hareketle bu alana temel oluşturmuştur. Hegemonya “egemen ideolojinin çizdiği sınırların açık bir güç kullanılmaksızın korunmasını ifade eder” (Akca ve Tönel 2011: 28). En genel hâliyle hegemonik erkeklik ise erkeklerin hem kadınlar hem de farklı erkekler üzerindeki egemenliğinden beslenen ve aralarındaki hegemonyaya dayalı bir ilişki inşa eden erkeklik kurgusudur (Connell ve Messerschmidt 2005: 834). Buradaki hegemonya “acımasız iktidar çekişmelerinin ötesine geçerek özel yaşamın ve kültürel süreçlerin örgütlenmesine sızan bir toplumsal güçler oyununda kazanılan toplumsal üstünlük[tür]” (Connell 1998: 247). Gramsci’ye göre, tahakküm doğrudan ya da dolaylı bir zora başvurmadan, bu iktidara tabi olanların gösterdiği rıza ile sağlanır. Aynı zamanda hegemonya sadece egemen ideolojiye rıza üretimini değil, ideolojinin doğallaştırılmasını da belirtir. Öte yandan ideolojinin toplumsal tüm pratiklerin içine sızmasına veya görünmez kılınmasına da hegemonya neden olur. Bu yapı ise kültür ve bilgi üretimi üzerinden işlemektedir. Nitekim Connell’e göre hegemonya, dinsel öğreti ya da pratiğe, kitle iletişimin içeriğine, ücret yapılarına vb. kök salmıştır ve şarkılar, filmler, öyküler gibi metinlerdeki kahramanlar aracılığıyla doğallaşmaktadır. Bu nedenle hegemonik erkeklik, genel olarak bir cinsiyet yolu olmaktan ötede, bir kültürel ideali yansıtır ve tüm erkeklerin rızaları aracılığıyla üretilir (1998: 246-247).
Erkeklik çalışmalarının üçüncü dalgası ise 1990’ların ilk yıllarında başlar ve özellikle post-yapısalcılığın etkisiyle gelişimini sürdürür. Tıpkı feminizmin üçüncü dalgası gibi erkeklik çalışmalarının da bu dalgasından net tanımlamalarla kolayca bahsedilememektedir. Bu hem post-yapısalcılığın hem de meta-modernizmin (2000’lerden sonra ise dismodernizmin2) etkisiyledir.
Erkeklikler arasındaki ilişkilerin açıklanması, erkeklikleri norm hâline getirme ve dışlama pratikleriyle inşa eden metin merkezindeki her bir bağlamın sorgulanması için başta erkeklik çalışmalarının yardım ve yöntemleriyle edebiyat metinlerinden alınan verilerin detaylarıyla serimlenmesi, Türkçe edebiyattaki erkekliklerin sorgulanması açısından elzemdir. Nitekim Türkçe edebiyatta erkekliğin eleştirel biçimde ele alınıp çalışılması yakın zamanda başlamıştır. Türkçe edebiyatta eserler bir taraftan norm hâline getirilmiş erkeklik rol ve biçimlerini üretip beslerken, diğer taraftan erkeklik rollerini, inşasını sorgulayan metinler de ortaya koyulmuştur. Yukarıda söz ettiğim bıçkın, delikanlı ve ergen erkeklerin karakter yaratımının bulunduğu yazarların metinlerinin barındığı erkekliklerin karşısında konumlanmış ve bu erkekliklerle mücadele eden çoğul erkeklik rol ve performanslarını açık biçimde okuyabildiğimiz eserlere geçelim.
Serbes, Günday, Menteş, Canıgüz gibi isimlerin erkek karakter yaratımlarının Türkiye toplumunun erkekliği kurucu ve yıkıcı normlarından ari bir şekilde düşünülemeyeceği ortada. Bunları genelleştirme niyetim olmasa da bu furyanın karakterizasyonu normlaştırılmış erkeklik belasıyla mücadelede karşıt konumda yer alan yazarların metinlerine göre daha dar ve sterotipleştirilmiş bir çerçeveden karakterlere ait erkeklik profilleri sunduğu ve yazarların tek bir eserinde değil diğer eserlerinde de benzer normlar taşıyan erkeklik imajları sergilediği söylenebilir. Bu metinlerin yazıldığı 2000 başlangıcı ve günümüz yazınındaki öbür metinlerde ise dar stereotipleştirme üzerinden okunamayacak, farklı spektrumlardaki erkeklikler yer alıyor. Zira Gürsel Korat, Hasan Ali Toptaş, Murat Uyurkulak, Murathan Mungan, Niyazi Zorlu, Selim İleri, Sezgin Kaymaz ve Yalçın Tosun’un eserlerinde kanıksanmış normları aşan farklı “erkek” karakterler bulunuyor. Bu erkeklikler normalleştirilmiş sağlam beden kategorilerini aşan, cinsiyet, cinsel yönelim, arzu ve cinselliklerde heteronormatif inşaların uzağında, kırılgan, queer ve sakat yaratımlarda seyrediyor. Şüphesiz 2000 sonrası Türkçe yazında bu çeşitliliği sağlanmasının temelleri çok öncesinden kurucu damarlarla atılmış olsa da, özellikle 90’lar Türkçe edebiyatının miras ve birikimiyle, bu denli farklı erkeklikler günümüz metinlerinde yerini daraltılmış ve heteronormlara hapsedilmiş erkekliklere bırakmıyor3. Bilge Karasu, Hasan Ali Toptaş, Murathan Mungan ve Selim İleri’nin 90’larda kaleme aldığı eserlerindeki LGBTİ ve queer karakter yaratımları sayesinde edebiyatta sadece erkekliğin norm kurucu öğeleriyle işlenmediği sergilenmiş oluyor. Ayrıca Karasu, Toptaş ve Mungan’ın erkeklikler spektrumunda özellikle devingen, keskin, sınırlı bir bütünlüğü olmayan, insan dışı varlıklarla ilişkilenen bedenlerin sabitlenemeyen, taşan özellikleri dikkat çekiyor. Dahası karşıt olarak nitelendirdiğim bu yazarların eserlerindeki karakterizasyon cinsiyet, arzu ve ilişkilenmelerin heteronormatif ikilik içerisinde konumlandırılmaması türler arası, muğlak, geçişimli, melez, grotesk, sakat ve norm dışı bedenleri içermesiyle edebiyatta da başka erkekliklerin mümkün olduğunu gözler önüne seriliyor.
Metin merkeze alınarak kaleme alınan edebiyat eleştiri ve incelemeleriyle, yazar metinlerinin buradaki gibi sadece tematik bakımdan değerlendirilme sürecinde bağlam dışı kalsa da içerisinden bir çırpıda çıkılamayacak, çetrefilli sorgulama her daim devam ediyor: Metinler yazarların sergilediği erkeklik performanslarından azade mi? Yazarların şiddet içeren söylem ve edimlerine karşı mesafelenip metni okumak ne kadar mümkün? Örneğin bu yazı için ilk kez okumaya başladığım Emrah Serbes’in, Erken Kaybedenler kitabı “ergen” erkek çocuklarına dair “hüzünlü” ve “kederli” hikâyeler içermesiyle tanıtılıyor. Ayrıca bu ergenler “kıskanç, saf, gururlu, çabuk öfkelenen, baştan çıkmış” olarak değerlendiriliyor. Serbes’in tanıtıldığı erkek karakterleri öykülerine göre daha naif ve uysal çizilmiş. Oysaki karakterler tanıtıldıkları kadar “saf” değil, daha kötücül, akran zorbalığı yapan, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan erkeklikler. Öfkeli ve sert oldukları vurgulanmasına rağmen derecesi ve şiddet yönüne dikkat çekilmek istenmemiş. Burada metnin ilk kısımlarında söz konusu edilen yayınevlerinin bu tarz metinlerin yayılımına etkisi ve yayılımdaki rolü ayrıca bir sorgulama konusu. Serbes’in sadece bu kitabı ele alındığında dahi, şiddetin ergen erkeklik yaratımlarında bariz birer norm olarak sunulduğu ortada. Ancak yazarın bu normu kullanımı ve işlemesinin özellikle eleştirel erkek incelemeleri ve şiddet alanlarında çalışanların, bu yazıda metinlere yaklaşırken aşmaktan imtina ettiğim mesafeyi daha korunaklı biçimde sağlayıp Serbes’in metinlerine nasıl bir mesafeden yaklaşılabileceğini göstereceklerini umut ediyorum, naçizane.
Peki Serbes’inkilerle yakın zaman aralığında yayımlanan diğer yazarların eserlerinde ergenlik dönemindeki erkekliklerin seyri farklı bir seyirde mi? Şiddet uygulama norm halini almış mı? Bu sorgu daha detaylı biçimde ele alınmalı şüphesiz. Dolayısıyla bu sorgulamanın sadece Serbes ve eserleriyle değil, içerisindeki karakterlerden heteronormatiflikle bezeli erillik fışkıran tüm metin ve metinlerin yazarlarıyla birlikte ele alınmasını umuyorum. Öte yandan alternatif erkeklik kurguları da yok sayılmadan, şiddet uygulama, tek tip cinsel yönelim kabulü gibi erkekliklerin inşasında norm halini alan pek çok edim ve özellikleri alt üst etmeleri, bu normlara yaklaşımları gözden kaçırılmamalı. Nitekim burada 2000’lerin başlangıcındaki iki ayrı gruba ayrılan edebiyat seyrinde bile, normun kıskacına alınış veya normdan beslenme, normu besleme ve yeniden üretimle normun karşısında durma tıpkı erkekliklerinin kurgusu gibi farklı yollardan ilerliyor: Söz konusu norma –şiddete– maruz bırakılanlar ve normu uygulayanlar, üretenler olarak. Metinlerdeki ergenlik sürecindeki erkek karakter yaratımları normun dayattıklarına ve normu tersinden göstermelerine, altüst etmelerine göre konumlanıyor. Nitekim Yalçın Tosun’un psikolojik ve fiziksel saldırıya maruz kalan ergen, delikanlı karakterleri ifşadan özsavunmaya, şiddet karşısındaki ana akım ergen yaratımlarından daha farklı edimler sergiliyor.
Bir de yaş aralığı olarak ergenlik dönemi içerisinde olmayıp bu yaştaki bireylere atfedilen stereotipleştirilmiş özellik ve roller üzerinden erkekliklerin “ergen” olarak anılması var ki, Murat Menteş dillere bunu pelesenk edenlerin “kadın yazarlar” olduğunu söylüyor. Özellikle Afili Filintalar oluşumundaki “erkek” yazarların erkek karakter yaratımlarına “ergen” benzetmesi yapılması bir yana Menteş, Ece Temelkuran’ın Behzat Ç. ‘ye “ergen” dediği 03.01.2011 tarihli köşe yazısı üzerine afi kesen erkek dayanışmasının örneğini edebiyat aracılığıyla gösteriyor. Belki de ta en başta erkekler arası dayanışmanın kullanıldığı bir platform olarak edebiyatın –hatta yayıncılığın– işlevini açıkça konuşarak yola koyulmak gerekiyor. Böylece hegemonik, heteronormatif erkekliklerin kurulmasında bu mecralardan nasıl fayda sağlandığı gün yüzüne çıkacaktır.