Edip Cansever'le Oğuz Atay arasında tuhaf bir akrabalık hikâyesi... Ve bir sır: Krepen'deki kemer satıcısı nasıl olup da hem beyaz mantolu adama hem de Ruhi beye dönüşür?
26 Şubat 2020 23:00
1.
“Bir gün Krepen Pasajı’nda tek başıma oturuyordum. Yazdı, hava sıcaktı. Pasaj da oldukça tenhaydı. Dipte, köşede bir garson uyukluyordu. Diyebilirim ki, şiirime bir dekor hazırlanıyordu sanki. Nitekim biraz sonra ilk oyuncu sahneye girdi. Pasaj’a sık gidenler gayet iyi bilirler, sakalları uzamış, saçları dökük ve yağlı, askılı pantolonunu karnının üstüne kadar çekmiş, omzunda birkaç kemerle dolaşan ve kimselerle konuşmayan bir adam vardı. Daha önceleri çok gördüğüm halde ilgimi pek çekmeyen bu adam, dışarıdaki masalardan birine, tam karşıma oturdu. Dikkatle izlemeye başladım. Kendi kendiyle konuşur gibi dudaklarını hafiften kıpırdatıyordu. Bir kadeh içki verdiler, içti. Birdenbire Ruhi Bey’i, daha yazılmamış Ruhi Bey’i bulduğumu anladım.”[1]
Edip Cansever’in 1979 yılında Milliyet Sanat Dergisi’nde yayımlanan bu satırlarını okuyunca, nedense aklıma Ruhi Bey’den ziyade, “Midye dolmam sıcak” diyerek Çiçek Pasajı’ndan Nev’izâde’ye uzanan Balıkpazarı meyhaneleri arasında bir tevekkül abidesi gibi gezinen Haydar Baba geldi ilkin. Şehriyâr’ın şiirinden üç gün önce çıkıp da İstanbul’a işte öylesine uğramış bir zarafeti temsil eden Haydar Baba, özenle burulmuş bembeyaz bıyıkları, itina ile kolalanmış bembeyaz önlüğü ve bunlara eşlik eden pırıl pırıl camekânlı tezgâhı ile evinde yaptığı sıcacık midye dolmaları satardı meyhane ahalisine. “Baba” sıfatını da Hulusi Kentmen’i andıran zarif babacanlığı yüzünden kazanmıştı muhtemelen.
Haydar Baba’nın, Edip Cansever tarafından, “sakalları uzamış, saçları dökük ve yağlı, askılı pantolonunun karnının üstüne kadar çekmiş” diye tanımlanan kemerci ile zerre ilgisi yoktu tabii ki. Ama ikisi de meyhane satıcısıydı netice itibariyle. Hani Behçet Necatigil’in,
“Meyhane sen güzelsin / Satıcıların olmasa / Ezilir siteminde kısılır gözlerin / Masalar, bir masa” mısralarını akla getiren meyhane satıcıları. Bilhassa,
“Sen küçük kız, ver bir gazete / Hangisi olursa olsun / Öperdim ellerini kötüye çekilmese / Çocukluğunu satıyorsun”
umutsuzluğuyla insanın yüreğini yakıp geçen meyhane satıcıları...[2]
2.
Haydar Baba’yı ve ölümünden sonra aynı camekânlı tezgâhla yerini alan oğlunu bir miktar tanıyordum lâkin Edip Cansever’in, Ben Ruhi Bey Nasılım şiirine ilham verdiğini söylediği kişinin kimliğine dair hiçbir bilgim yoktu doğal olarak. Fakat yapılan tasvir, bir başka çağrışımın kapılarını aralamakta pek fazla gecikmedi doğrusu. Özellikle, omuzundan sarkan kemerler, kimseyle konuşmaması, askılı pantolon filan türünden detaylar, Geleceği Elinden Alınan Adam: Oğuz Atay’ı yazdığım, yazarken de Yıldız Ecevit’le boğuştuğum günlere götürdü beni. Öyle ya, Oğuz Atay da neredeyse aynı kemer satıcısından söz ediyordu işte. Hatta “neredeyse” türünden iyimser bir ihtiyat bile gereksizdi; Edip Cansever’in de, Oğuz Atay’ın da hareket noktası aynı kişiydi. Yıldız Ecevit, Oğuz Atay’ın değişmeyen dostlarından yani klan mensuplarından edindiği bilgiyi şöyle aktarıyordu:
“Beyaz Mantolu Adam öyküsünün yaşamdaki esin kaynağının, Çiçek Pasajı’nda kemer satan bir adam olduğunu söylüyordur yakın çevresi: Saçı sakalı birbirine karışmış, yarı meczup garip bir adamdır bu. Çiçek Pasajı’na her gelişlerinde, meyhanelerin kalabalık / gürültülü dünyasının ortasında, koluna astığı kemerlerle birlikte hiçbir canlılık belirtisi göstermeksizin bir portmanto askılığı gibi orada öylece dikilip duran bu adam Atay’ın çok ilgisini çekiyordur.”[3]
Edip Cansever kemerlerin omuza, Oğuz Atay ise kola asıldığı kanısındadır. Belki de günün belli saatlerinde ya da haftanın farklı günlerinde değişik bir kemer asma tarzı olan bir satıcıdır bu. Zira, Cansever bir ikindi vakti, Oğuz Atay ve arkadaşları ise ondan çok daha önce bir akşam üzeri rastlamışlardır yılların ardından Beyaz Mantolu Adam’a dönüşecek olan tuhaf insana. O kadar da değil ayrıca, hiç de farkına varmadan edebiyat dünyasının iki mühim ismine ilham veren meyhane kemercisi Tutunamayanlar’da da mevcuttur:
“Kayışı elbette Beyoğlu’ndaki adamdan alacağız. Bu da sorulur mu?”[4]
3.
Edebiyat tarihi, edebiyat tercihleri ve edebî alışkanlıklar bakımından asıl çarpıcı olan ise ortak kahramanın soyutlanıp dönüştürülme biçimi. Oğuz Atay’ın 1972 yılında ilk kez Yeni Dergi’de yayımlanan öyküsünün ismi Mantolu Adam. 1973’te Sinan Yayınları tarafından basılan Korkuyu Beklerken’de ise Beyaz Mantolu Adam değişikliğiyle çıkıyor karşımıza fakat o bildik çehresi yerli yerinde duruyor hâlâ. Oğuz Atay, soyutlama düzeyinde kemer satıcısından Beyaz Mantolu Adam’a doğru hareketlenirken, temel manevra noktasına sadık bir izlenim bırakıyor üzerimizde. Öyle ki, kimi zaman kahramanın kemer satıcısı olduğunu söylemekten de çekinmiyor pek fazla. Beyaz Mantolu Adam da Çiçek Pasajı’nda bir köşede kemer satan adam kadar tuhaf ve gariptir hakikaten. Bununla da yetinmez Oğuz Atay, o tuhaflıktan bir çeşit absürtlük yaratmayı da başarır. Yıldız Ecevit’e göre, bu tasarrufun gerisinde Gogol’ün Palto öyküsüne yönelik bir mesafelenme de mevcuttur:
“Atay’ın, Beyaz Mantolu Adam öyküsündeki bu garip giysiyi Gogol’ün ‘kapota’sından esinlenerek dizayn edip, sonra da onu imgeleminde Çiçek Pasajı’ndaki ayrıksı kemer satıcısına giydirmiş olması büyük bir olasılıktır.”[5]
Oysa, Edip Cansever’in Ben Ruhi Bey Nasılım isimli şiir/kitabında birtakım belli belirsiz silik gölgeler dışında, doğrudan kemer satıcısını akla getirebilecek hiçbir detay mevcut değildir. Tam tersine, Ruhi Bey, Fransız dergileri karıştırıp puro içen, menekşe rengi papyonuyla yemeğini Viyana Lokantası’nda yiyen, canı sıkıldığında seçkin randevu evlerinde anatomik molalar veren, hasılı kendisinden son derece memnun birisidir. Yani? Edip Bey’in şiirin metnine kaynaklık ettiğini apaçık söylediği insan, hiçbir şekilde çıkmaz karşımıza sayfalarca süren kitapta. Evet, pasajlardan, soğuk biralardan, karanfil satıcısından söz edilir ama Beyaz Mantolu Adam’la kıyaslanabilecek somut bir ipucu asla düşmez elimize avucumuza.
Çıkarken boy aynasında kendime baktım
Oldukça yakışıklıydım
Gömleğim tertemizdi, beyaz ceketim
Tertemizdi ve ayakkabılarım
Pantolonum ütülü
Yelek cebimde ince bir altın zincir
Sarı ve ince bıyıklarım
Tam Ruhi Bey bıyığıydı [6]
4.
İnsanların aynı yöne, aynı ufka, aynı manzaraya, aynı kişiye, aynı iğne oyasına, aynı erguvan ağacına, aynı Boğaz parçasına bakarken bile farklı şeyler gördüklerini, bunun da son derece makul karşılanması gerektiğini bilmez değilim. Sanatçı hassasiyetine sahip kişilerde algı farklılığı çok daha yaygındır doğal olarak. Hatta, sanat eserinin meydana gelişini belirleyen süreç, bu algı farklığının muhtelif yansımalarından ibarettir de denilebilir.
Edebiyat teorilerinde de bu durumu açıklayabilecek şık şıkırdım analizler vardır büyük ihtimalle. Fakat ben kendi hesabıma, Edip Cansever’in “Daha yazılmamış Ruhi Bey’i buldum” cümlesiyle müjdelediği kemer satıcısını şiirde bulamadım. Kitap 1976 yılında yayımlanana kadar yapılan değişiklikler de olabilir elbette bunun sebebi.[7]
Yoksa, şairane kaygılarla bütünüyle kendisine mi sakladı acaba hakikatin bilgisini Edip Bey? Kim bilir, belki de kemer satıcısının yoksul, pasaklı ve kimsesiz hâlleri onu öylesine üzmüştür ki, tersinden bir karakterle çıkıvermiştir karşımıza:
O kadar bekledim ki, geliyorum
Ölümümü bekledim, geliyorum
‘Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini’
Bekledim geliyorum.
Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey
Ölümü gömdüm, geliyorum [8]
[1] Şiiri Şiirle Ölçmek, Hazırlayan: Devrim Dirlikyapan, YKY, 2009, s. 32
[2] Behçet Necatigil, Şiirler 1938-1958, YKY, 2000, s. 15-17
[3] Yıldız Ecevit,“Ben Buradayım...”, Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, İletişim Yayınları, 2005, s. 478
[4] Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişimYayınları, 1984, s. 498
[5] Yıldız Ecevit, “Ben Buradayım...” s. 480
[6] Edip Cansever, Sonrası Kalır II, YKY, 2005, s. 30-31
[7] Edip Cansever, Ben Ruhi Bey Nasılım, Koza Yayınları, 1976
[8] Sonrası Kalır II, Edip Cansever, YKY, İstanbul 2005, s. 104
(Metinle ilgili yönlendirmeleri ve bilhassa başlık önerisi için sevgili Süha Oğuzertem’e teşekkür ederim.)