Oslo’da bulunan Edebiyat Evi’nin yöneticilerinden Andreas Liebe Delsett: Her şeyin bir telaş içinde üretildiği ve tüketildiği bir toplumda, Edebiyat Evi gibi mekânlar okurlara edebiyata müdahil olma imkânı verir
05 Mayıs 2015 16:00
Türkiye’de durum malûm: Çürümeye bırakılmış AKM, yürüyen merdivenle varılacak “sözde” Emek Sineması, devletten destek alamayan tiyatro salonları, tiyatro dışında başka her türlü amaç için kullanılan tiyatro salonları, kültür- sanatın rantabl kaygılara kurban gittiği İstanbul’da bir Edebiyat Evi hayali kurmak dahi imkânsız herhalde. Dünyanın birçok ülkesine baktığımızda ise kıskançlıktan dudak ısırtacak oluşumları görmek mümkün.
Mesela Norveç’in başkenti Oslo’da bulunan Litteraturhuset, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. 2007’den bu yana Oslo’nun merkezindeki dört katlı bir binada hizmet veren ev, ana gelirini sivil toplum kuruluşlarına salon kiralayarak elde ediyor. Bununla birlikte, yazarlarla- akademisyenlerle- hatta siyasilerle buluşmalar düzenleyerek edebiyat aracılığıyla kültürel bir tartışma ortamının yaratılmasına katkıda bulunmayı hedefliyor.
Edebiyat Evi’nin geliştirdiği özel içeriklerden biri ise Selahaddin Günleri. 2009’dan bu yana hazırlanan program, Doğu ile Batı’nın kesişmesinin veya bir türlü kesişememesinin tarihi ve güncel ilişkisine odaklanıyor. Hâlihazırda Şakir Gürzumar rejisiyle İstanbul Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenen Çöl Fırtınaları adlı oyun, Norveç’in ünlü yazarlarından Thorvald Steen ile Tariq Ali’nin bu program kapsamında yazılmıştı. Selahaddin Günleri gelecek yıl ise odak konusu olarak Kürtleri seçti.
Litteraturhuset’in bugüne dek konuk ettiği isimler arasında Haruki Murakami, Zadie Smith, Julia Kristeva, Patti Smith, Mario Vargas Llosa, Jonathan Franzen, Siri Hustvedt, Nadine Gordimer ve Amin Maalouf da bulunuyor.
Litteraturhuset’in yöneticilerinden Andreas Liebe Delsett, geçen haftalarda Selahaddin Günleri’nin gelecek yılki programını belirlemek üzere temaslarda bulunmak için İstanbul ve Diyarbakır’ı ziyaret etti. Liebe Delsett ile Edebiyat Evi’nin yapısı, içeriği ve çalışmaları üzerine konuştuk. Belki bir yol açar umuduyla. Söz, Andreas Liebe Delsett’te...
Almanya’da köklü bir edebiyat evi geleneği olduğunu biliyoruz. Litteraturhuset bu geleneğin Norveç’te uygulanması olarak mı yola çıktı? Yoksa bu gelenekten bir kopuşa da işaret ediyor mu?
Sanırım birkaç yönden diğer edebiyat evlerinden farklı olduğunu söyleyebiliriz. Litteraturhuset olarak edebiyatın tanıtılması ve yaygınlaşmasına yönelik kamusal bir söylem oluşturmanın önemine elbette inanıyoruz, fakat bununla birlikte edebiyatın herhangi bir konuda kamusal tartışma yaratma gücüne de inanıyor ve bu doğrultuda bir program hazırlıyoruz. Edebiyatın tanıtılması konusunda hizmet veren kurumlara alan sağlıyoruz. Keza çocuklara yönelik, okuma alışkanlığının erken yaşta kazandırılmasını teşvik eden çok önemsediğimiz özel programlarımız oluyor.
Bildiğimiz, Norveç hâlihazırda dünyanın en çok okuyan ülkelerinden biri. Ayrıca, devletin basılan her kitabın 1000 kopyasını alması gibi uygulamalarla yayıncılık sektörü de epey gelişmiş durumda. Bu hâlde, siz nasıl bir ihtiyacı karşılıyorsunuz?
Bu konunun en azından iki boyutlu olduğunu düşünüyorum. Biri; edebiyat, yayımlanan kitaplardan daha fazladır; kitaplar etrafında şekillenen bir tartışma imkânıdır. Bu tartışma da elbette kitabın yayımlanmasıyla başlayan; ancak devamında okurlukla, eleştiri metinleriyle ve müzakerelerin başlamasıyla şekillenen bir tartışmadır. Bu tartışmanın mümkün olabilmesi için de kitapların sadece yayımlandığı değil, sesli okunduğu ve tartışıldığı bir alan yaratmanın önemine inanıyoruz. Öte yandan, haberlerin bile giderek bir telaş içinde üretildiği ve tüketildiği, her şeyin internet merkezli olduğu bir toplumda, insanlarda yavaş düşünmeye, birlikte sesli düşünmeye dair içten içe artan bir ihtiyaç ve talep var. Kendi adıma mesela şunu söyleyebilirim; etrafımızda çok fazla bilgi var ve ben bu bilgi bolluğu içinde bir yönlendirmeye gereksinim duyuyorum. Bilgi evet her yerde ama yolumuzu nasıl bulacağımızı çok da bilmiyoruz. Bu nedenle Edebiyat Evi gibi yerler biz okurlara edebiyata müdahil olma, gittikçe daha da ticari bir hâl alan yayıncılık dünyasında aksi takdirde keşfetme imkânı bulamayacağınız kitapları keşfetme imkânı sunuyor. Dediğiniz doğru; Norveçliler çok okuyor ama Norveçliler ağırlıklı olarak Norveç edebiyatını okuyor, çeviri edebiyat okumuyor. Bu nedenle, edebiyatı özünde dünyayı insanlara yaklaştıran bir araç olarak görmeye özen gösteriyoruz.
Edebiyat Evi’nin nasıl bir işleyişi var? Nasıl kaynak sağlıyor?
Kâr amacı gütmeyen, bağımsız bir kuruluşuz. Kurum olarak sadece kendi mütevelli heyetimize karşı sorumluluklarımız var. Bununla birlikte; sivil toplum kuruluşlarına salon kiralayarak elde ettiğimiz kendi gelirimizin yanısıra, devletten ve belediyeden de fon alıyoruz. Ayrıca özel fon sağlayıcılarımız da var.
Fon aldığınız yapılar arasında devlet ve belediye de bulunduğu için soruyorum: Gerek devlet- belediye katında gerekse siyasilerin sizin işleyişinize, programınıza müdahalesi sözkonusu mu?
Hayır, asla. Norveç’teki kültürel kurumların kuruluşunda ve işletilmesinde gözetilen önemli bir ilke var: Devlet veya kamu kuruluşu, maddi kaynak sağlasa dahi, kurumlarla mesafeli bir ilişki kurmak durumundadır. Kültürel kurumların hazırladığı içerik ile maddi kaynaklar arasında doğrudan hiçbir bağlantı kurulamaz. Mesela Edebiyat Evi olarak tıpkı bağımsız gazeteler gibi kendi içeriğimizi hazırlıyoruz. Norveç bağlamında, devletin veya hükümetin kültürel kurumlara müdahalesi sözkonusu olmuyor. Öte yandan, mesela aşırılıkçı ve ihtilaflı görüşlerin ifade edilmesi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir mi, bu tarz soruları da gündeme getiriyoruz. Tabii ki ifade özgürlüğünü biz temel değerlerimizden biri olarak belirlediğimizden, herhangi bir müdahale olasılığı da bulunmuyor.
2007’den bu yana Oslo’nun Edebiyat Evi’ne yaklaşımı nasıl oldu?
Açık konuşmak gerekirse, şahane. Edebiyat Evi kurulmadan önce, insanların kafalarında soru işaretleri vardı. “Edebiyat Evi ne işimize yarayacak” gibi sorular bizim de kulağımıza geliyordu. Ayrıca devletin kuruma fon aktarması da sözkonusu olduğundan kaynakları en elverişli bir şekilde kullanmanın yolunun bu olup olmadığına ilişkin eleştiriler de vardı. Fakat şimdi insanlardan “Edebiyat Evi açılmadan önce sahi biz ne yapıyorduk” gibi tepkiler alıyoruz. “Nerede buluşuyorduk, sahi biz nerede tartışıyorduk” diyorlar. Bununla birlikte, özellikle açılmadan önce Edebiyat Evi’nin Oslo’daki bütün entelektüel birikimi ve tartışmayı emip bitireceği, sözgelimi kütüphaneleri işlevsiz kılacağı yönünde bir endişe vardı, fakat zamanla bunun yersiz olduğu anlaşıldı. Çünkü 2007’den bu yana Oslo’daki kültürel ve entelektüel tartışmanın arttığını açıkça görebiliyoruz. Artık kütüphaneler eskiden hazırladıkları programları çok daha özenle ve daha iyi bir şekilde yapıyorlar; barlarda, cafelerde edebiyat tartışmaları yapan topluluklar var, Norveç’in başka şehirlerinde edebiyat evleri açıldı...
Artık gelenekselleşen Selahaddin Günleri nasıl ortaya çıktı?
Selahaddin Günleri, 2009’da başlattığımız bir program. Her yıl Batı ile Doğu’nun, Avrupa ile Orta Doğu’nun, tek tanrılı dinlerin tarihi ve güncel ilişkisine odaklanıyor. Büyük ihtimalle, Türkiye’de herkes Selahaddin Eyyubi’nin kim olduğunu biliyordur. Norveç’te ise bu soruyu sorduğunuzda, sokaktaki her 10 insandan neredeyse 10’u da yanıtı bilmediklerini söyler. Dahası, tarihte veya günümüzde, hakkında olumlu fikirlere sahip oldukları Müslüman biri olup olmadığını sorduğunuzda, Norveç’te çok büyük ihtimalle “Hayır” yanıtını alırsınız. Bence bu, büyük oranda farklılıklarla yaşamak konusunda çok derin bilgilerimiz olmamasından kaynaklanıyor. Tarihsel olarak baktığınızda, tabii ülkede azınlıklar ve azınlık sorunları olsa dahi, Norveç handiyse homojen bir ülke ve kültürdür. Sadece son 40- 50 yıldır kayda değer oranda göç almaya başladık.
Başlangıç noktanız bu homojen yapının kırılmasına katkıda bulunmaktı öyleyse?
Evet, başlangıç noktamız buydu. Norveç’in Müslüman nüfusu da günden güne artış gösteriyor. 11 Eylül sonrasında, Norveç ayrıca Irak ve Afganistan gibi Müslüman ülkelerde de savaşın taraflarından biri haline geldi. Dolayısıyla giderek daha fazla sorumlu olduğumuz bu yeni dünya biçimlenmesi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmamız gerekiyor. Norveç merkezli şirketler de bir yandan çok-uluslu kimliklere bürünmeye başladı. Bu yüzden bizi çevreleyen dünya hakkında bilgi sahibi olmamız da bir zorunluluk oldu. Öteki kimdir? Bugün pek çok dünya lideri tarafından teşvik edilen aşırı kutuplaşmış dünya görüşlerinden başka bir gelecek hayal etme imkânımız var mı? Geçmişte ne olduğunu gerçekten biliyor muyuz yoksa bugün geçmişi yeniden mi üretiyoruz? Bu tarz soruları sormamız gerekiyor. Selahaddin Eyyubi’yi ele alalım; son derece karmaşık bir karakter. Bugünün dünyasında böylesine karmaşık bir figürü anlamamız mümkün mü? Selahaddin, biliyorsunuz Kürttü, fakat görebildiğim kadarıyla Türkiye’de de ulusal bir kahraman olarak kabul ediliyor...
Bu, Selahaddin Eyyubi’nin Kürt olmasından değil, Müslüman olmasından kaynaklanıyor olabilir...
Bu bağlamda düşünelim, Norveç açısından konuya yaklaştığınızda şöyle bir soru da ortaya çıkıyor: Selahaddin Eyyubi Müslüman olduğu halde, 1187’de yaptıklarını neden yaptı? Kudüs’ü fethettiğinde neden intikam almaya yanaşmadı? Hıristiyanlara ait yapıları neden yerle bir etmedi? Haçlıları neden serbest bıraktı? Bu soru, hem geçmişimizi, hem bugünümüzü hem de geleceğimizi yeniden düşünmek için pek çok imkân sunuyor. Biz de Selahaddin Günleri vasıtasıyla bunu başarmak istiyoruz.
Gelecek yıl Kürtler üzerine yoğunlaşacak program, değil mi?
Bu sene günümüzde İslam dünyasında yaşayan Yahudiler üzerine odaklandık. Müslüman ülkelerde gerek geçmişte gerekse bugün Yahudilerin de yaşadığının çok da bilinmediği fikrinden yola çıktık. Gelecek yıl ise Kürtler ve Kürt tarihi üzerine odaklanacağız. Norveç’te giderek artan bir Kürt nüfusu var. Kürdistan ve Kürt meselesi de, dünyayı IŞİD’e karşı asıl koruyanın Kürtler olduğunu anlamamızla birlikte daha da önem kazandı. Jeopolitik olarak baktığımızda, Türkiyelilere Kürdistan’ın öneminin her an neden biraz daha arttığını söylememe sanırım gerek yoktur. Fakat geçen yıl Rojava’da yaşananlarla birlikte Norveç’te önemli bir bilgi isteği ve gereksinimi ortaya çıktı. Besbelli ki Kürtlerin geleceği üzerine düşünmemiz gerekiyor. İyi eğitim almış bir Norveçli; Bizans dönemi hakkında bilgiye sahiptir, Osmanlı dönemi hakkında az çok bilgiye sahiptir. Fakat bu bölgenin farklılıkları, farklı halkları, farklı dilleri, kültürleri hakkında çok az bilgimiz var. Kürtleri ve bir Kürt olarak Selahaddin’i başlangıç noktası olarak almanın, bu soruları gündeme getirmenin çok verimli bir yolu olacağını düşünüyoruz.