Deneyimden gelen Birhan Keskin şiirinin deneysel olanla imtihanı

Tanpınar için “şiir bilgisi ona şiiri yasakladı, şiiri ulaşılmaz bir yere koydurttu” demiştim; bunun tam tersini Birhan için söylersek ileri gitmiş sayılmamalıyız...

10 Mart 2016 13:00

İyi şiir peşinde olan, seçici bir okuru var Birhan Keskin’in. Ben de o okurlardan sayarım kendini. Kendi doğal yatağında akarken beklenmedik duygulara çarparız onun şiirinde; soyut olan, anlatım biçiminin özgünlüğü içinde adeta somutlaşır, dokunulacak bir mesafeye taşınır. Çok sıradan hadiseler şairin dilinde yeniden kurulur, taze yükler edinir. Saf, lirik, inceltilmiş duyguların eşlik ettiği akıcı bir şiirdir. Okurların çoğu, Birhan Keskin şiirlerinin kendilerine “hissetme” şansı verdiğini de bilir. Son kitabında bu “hissetme” duygusu yoğun biçimde şiirin dışına çıkılarak ziyadesiyle aşılmış. Öyle güzel kitap isimleri bağışladı ki dilimize, bu isimlerden bazılarına öykünmekten kaçamayanlar oldu; hatta bir kitabının ismi (Yeryüzü Halleri) başka bir şair tarafından “olduğu gibi” kullanıldı.

Kitabın adı –Fakir Kene- hangi anlam aralıklarına uygun düşerse düşsün, onun şiirinin bize sunduğu birbirinden çarpıcı (Bakarsın Üzgün Dönerim, Ba, Cinayet Kışı, Yeryüzü Halleri, Kim Bağışlayacak Beni) isimlere bakınca ne gönül bağı ne de ses bağı taşıyor. Çünkü bugüne değin bize anlattığı dertlerin önemli bir kısmı gönül derdiydi, son kitapta ise kent, memleket, çevre meseleleri “dert” hanesine yazılmış. Bu tercihte hiçbir sorun yok, asıl sorun bugüne değin şiirini besleyen deneyimin yerine son on yıldır şiirimizde kökleşmeye çalışan, yüzergezer halde ortalıkta dolaşan deneysel olanın imkânlarının geçmiş olması. Yani şiirin söylenen bir havzadan yapılan bir alana, şantiyeye doğru itilmesi. Bunları nereden mi çıkartıyorum? Okuduklarımdan elbet. Kitabı açan ilk şiir “Kargo”. Dizelerin dolandığı, birkaç şiire yetecek duygu durumları, şairin özel tarihine göndermeler var, ama şiir “olmamış”. Yani Birhan Keskin’in diğer kitaplarındaki şiirlerinden attığı dizeler arasında bile, bu son kitabına aldığı dizelere rastlayacağımızı sanmıyorum:

Fakir Kene, Birhan Keskin, Metis Yayınları

Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, / o inat neyse sen osun.” (sf. 9) Yahya Kemal şiirine göndermesi olan “İstanbul sana tepeden baktım” dize tekrarlarıyla oluşturulmuş “Zillet” adlı deneysel çalışma onlarca kez denendi. Bu çalışmaların alıştığımız Birhan Keskin şiirinin doğasıyla hiçbir rabıtası yok. Şairler elbette farklı şeyler denemek ister, ayak değiştirmek ister; fakat bunun yolunu başka yerlerde aramak gerekir diye düşünüyorum. Böyle olunca sadece “İstanbul’a” değil, Türk şiirine de tepeden bakıldığı izlenimi doğuyor.

Doğup şekillendiği coğrafyaya dair göndermeler de öne çıkıyor kitapta. Her kitapta bazı şiirler öne çıkar; şiirlerde bazı dizelerin öne çıkması gibi. Fakir Kene’de öne çıkan şiir “http://www.anitsayac.com” adlı şiir. Kadına karşı şiddet, kadın ölümlerine karşı bir manifesto niteliğinde düşünen, dışarıda bulunmuş, içeride kurulmuş bir şiir. Bu şiir Aslı Serin’le birlikte kaleme alınmış, sanıyorum bölümler karşılıklı yazılmış. Ben konuşmayı voleybol oynamaya benzetirim, karşıdan cevap gelmezse konuşma sönümlenir yahut dolaşık bir yumak halini alır. Konuşmak’tan bahsediyorum ama.

“Kargo” gibi “Hidrofor” da içinde bulunduğumuz çağı sembolize eden sözcükler. Hidrofor üzerinden memlekette çıkan gürültüyü, bu gürültünün yaydığı uykusuzluğu hissediyoruz. Benim bu şiirde duyduğum bir şey daha var: şiirde muhatap alınan “doctor”un arkasında saklanan “albay”… Bu “albay,” Aslı Serin’le birlikte yazdıkları ortak şiirin dipnotunda selamladıkları Didem Madak’ta karşımıza çıkan “albay” seslenmesinin tonuyla aynı. Kitapta önemli bir hacim tutan Firdevs Teyze ve Zehra Teyzem adlı metinler, teyzeler bahane edilerek, hayata, zamana, ölüme karşı bir konuşma, sorgulama niteliği taşıyor. Fakat bu metinler şiir değil, hikâye de değil, yer yer anılardan hız alan bir çeşit anlatı…. Bu yönüyle de kitap deneysellik bağlamında tutarlı bir yapı arz ediyor.

Bazı şiirler, elektronik ortamda kol gezen mizah anlayışına benzer buluşlarla örülmüş, şiirde sırıtan ironik ifadeler birçok şiirde öne çıkıyor:

Ne diyeyim allahım/ ben sana biraz platoniğimdir biliyorsun.” (sf.25) Yani “eflatunik” dense bir durup düşünme şansımız olurdu. Her has şairde olduğu gibi arayan mevlasını da dizesini de bulmakta gecikmiyor: “Yağmurdan sonra yayılan huzurun adıyla konuşuyorum:/ Bak sana çimenlerin derin nefesiyle, soruyorum;/ Şehrin perçemleri sizin gözlerinize niye batıyor?”

Bu şiir (Çimenlerin Efendisi) metropolleri elinde tutan ahlâk anlayışına, kapitalizmin ağzına uygun yapılaşmaya, betonu icat edene karşı bir başkaldırı özelliği taşıyor. Gezi Olayları sırasında hayatını kaybedenlere yazılmış şiirler de var kitapta. “Kara Çıkalım,” “Sağlıklı Yas”… Şu dizeleri ilk okuduğumda, “bu kadar söylenebilir” demiştim; şimdi de öyle düşünüyorum, çok kuşatıcı ve etkileyici: “Ali öldürüldü dövülerek, / Kadın erkek hepimiz onun anasıyız” (sf. 35) çok yalın, doğrudan, örseleyici.

Tanpınar için “şiir bilgisi ona şiiri yasakladı, şiiri ulaşılmaz bir yere koydurttu” demiştim; bunun tam tersini Birhan için söylersek ileri gitmiş sayılmamalıyız. Yani şiire açılımındaki kuvvet, genişlik, onda dokunduğu şeyi şiire çevirdiği intibaını mayalamış sanki.

Tek tek şairlerin ortaya koyduğu enerji, biz istemesek de başka şairler üzerinden çatılan zamanın enerjisi ile karşılaşır. Karşılık beklemek, talepte bulunulmak arzı harekete geçirir… Şiir akar ve çözülür ve zayıflar. Mesela bazı “hakiki” şairlerde böyle olmaz; talep yoktur, kitapları basılmaz, çoğunluk tarafından yaşadığı bile bilinmez… Böylece şiir kendi kapalı havzasında kendiyle yıkanır, çok az okur tarafından izlenir; şiirdeki moda eğilimlerden, teknolojinin dilsel imkânlarından, yılışık mizahtan korur kendini böylece. Şiirin yaşadığı çağa hitap etmesi, çağının tanığı olduğunu göstermesi, içinde bulunulan dönemin yükselen değerlerine doğrudan temas etmesi anlamına gelmez kuşkusuz. Birhan Keskin bize somut bir şeyden hareketle, okurken bizim de içine girip kendi zihinsel arşivimize uygun anlamlar üreteceğimiz varlıkları çarpıcı bir biçimde sundu. Söz gelimi: “dürtme içimdeki narı/ üstümde beyaz gömlek var” dizeleri bir kitap genişliğindedir. Kırmızı ile beyazın –biri içeriden diğeri dışarıdan- karşı karşıya getirilmesi, bu işin nereye varacağının okura bırakılması hayalhaneyi ayaklandırıyor. Zaten birkaç şaire yetecek kadar kalıcı ürün ortaya koymuş biri nasıl olur da şunu yazmaktan imtina etmez: “Bir acı biber bile yanındaki bibere sarılıyordu

Ağaca, doğaya, gökyüzüne, doğallığa saldıran her şeye başkaldıralım, evet; ama bunları anlatmak için girdiğimiz yola, şiire başkaldırmayalım. 

 

Fotoğraf: Seçkin Tercan