Bizim Gizli Bir Hikâyemiz Var

Bir zamanlar dağlarda gerilla şimdilerde ise anne olan kadınların hayatlarının yer aldığı, Berivan Bingöl'ün Bizim Gizli Bir Hikâyemiz Var- Dağdan Anneliğe Kadınlar kitabından tadımlık bir bölüm yayınlıyoruz

08 Mart 2016 13:00

Rojda’dan…

Şimdi oğlan kreşe gidiyor, kızım Helîn de okula başladı. Onlarla yeniden bir yaşam kurmaya, sivil topluma alışmaya çalışıyorum. On altı yıl boyunca hiç sivil bir insan ya da şehir yüzü görmedim. Hep dağda kaldım. Dağda seni ayakta tutan inançtır. Bir insan inanmadan aylarca yürüyemez, aç kalamaz, yani sen inandığın için yapıyorsun. O inanç bitti mi, senin için her şey bitiyor. Artık kalmanın bir anlamı olmasa bile, senin için namus meselesine dönüyor. “Gidersem benim hakkımda ne düşünecekler, arkadaşlarımı nasıl bırakayım?” diye düşünüyorsun. Gitmek insana ağır geliyor. Sanki ihanet ediyormuş, alçaklık yapıyormuş gibi hissediyorsun. Kendine yediremiyorsun, yapamıyorsun. Sonra, artık kalmaman gerektiğini bildiğin bir noktaya geliyorsun ve ayrılıyorsun. Ayrılınca, birden gelip toplumun içine giriyorsun, ama aslında bu hayatı unutmuşsun. İlk altı yıl kadar, toplumdaki diğer insanlarla görüşemedim. Görüşsem bile merhaba, merhaba... Onun ötesine geçemiyorsun, çünkü diyalog kuracak bir şey bulamıyorsun ya da konuşacak, tartışacak bir nedenin yok. Toplumdaki normal bir kadınla oturup da evinin eşyasını şusunu busunu konuşamıyorsun, saçma geliyor. Sonuçta iletişim kuramaz hale geliyorsun. Ailemle bile iletişim kuramıyordum, ama iki yıldır çocuklarım üzerinden çevremle ilişki kurmaya başladım. Bunun da en büyük destekçisi kızım. İster istemez onunla birlikte hayata katılmak zorundayım. Kızımın ileride sağlam ilişkiler kurabilmesi için onun görüştüğü arkadaş çevresi ile iletişim kuruyorum.

Bu, aslında topluma adapte olmama yardımcı da oldu; önümü bayağı açtı. Eskiden öyle değildim. Şimdi doğum günleri oluyor, aileler geliyor gidiyor, ben de gitmek zorunda kalıyorum. Bir bakıyorsun ki, onlar üzerinden ilişkilerin epey gelişmiş.

Bizim Gizli Biz Hikâyemiz Var, Berivan Bingöl, İletişim Yayınları

Kızım Helîn için tek hayalim, okuması. Ekonomik bağımsızlığını kazansın. Mesleği olsun, gücü olsun ve ezilmesin. Hatta elimden gelse evlendirmem. Çünkü kadın olarak, sen ne dersen de, cins olarak, toplumsal olarak eziliyorsun. Mücadele içinde bile yine en çok ezilen kadındı. ‘90’larda dağa yeni gitmiştim. O zaman tabii şimdiki gibi değildi. İnanmayacaksın; kefiye, başörtüsü takıyorduk erkekler saçımızı görmesin, etkilenmesin diye. Arazide KDP’liler de vardı. KDP’liler araziye çıktığında, kadınları görüp kampa saldırmasınlar diye çalılıkların arasından günlerce çıkmazdık. Bazen bizi orada unuturlardı, günlerce ekmek vermezlerdi. O çalılıkların içerisinde, affedersin uzandığımız yerde tuvaletimizi yapardık. O zaman Osman Öcalan’a bir rapor yazdım. “Toplumda beni en fazla bir kocaya vereceklerdi, bir erkeğin ‘karılığını’ yapacaktım, ama şu koşulda binlerce erkeğin ‘karılığını’ yapıyorum. Bu bana daha ağır geliyor,” dedim. Beni yanına çağırdı, “Ne demek istiyorsun? Niye böyle bir rapor yazma gereği duydun?” diye sordu. “Heval, mantıksal olarak kendiniz düşünün. Toplumda en azından bir evde, bir erkekle yaşayacaktım, yalnız onun karısı olacaktım. Fakat şu koşullarda KDP geliyor, adamlardan saklanıyoruz; sizler desen ayrı bir dert... Başörtüsü örtüyoruz. Yok ‘Erkeklerle konuşamazsın’, yok ‘Kolunu katlayamazsın’... Yazın ortası, hava sıcak, dayanamıyoruz! Elbiseler kalın, kolunu bir yere kadar ancak açabiliyorsun. Nefes alamıyoruz! Günlerce o şekilde yürüyemezsin, insanın ruhu daralıyor. Bu ne biçim sistem! Ben bir erkeğin kadını olmak istesem toplumda kalır, evlenirdim. Bu kadar baskının âlemi ne? Madem devrimciyim, o halde bütün bunları niye yaşıyorum? Niye bunlara maruz kalıyorum?” dedim. Çünkü özgürlük mücadelesi verdiğimiz yerde bile en fazla ezilen kadındı. Ama uzun mücadeleler sonunda birçok şey değişti partide.

Yaşayamadığım her şeyi Helîn yaşasın istiyorum, çünkü ben çocukluğumu yaşayamadım. Çocukken, faşistler evimizi taradılar. Bombaladılar. Amcam köyün muhtarıydı, ilk yurtseverlerdendi. O zaman hiçbir şeyimizi alamadan köyden apar topar kaçtık, geldik İstanbul’a. Bir kış boyunca çatısız, naylon bir evin içinde yaşadığımı biliyorum. Okula gidiyorsun, ne ayakkabı ne elbise var. Dört-beş yıl öyle bir rezalet çektik ki... Çocukluğum öyle geçti. Ondan sonra da zaten dağa gittim. Bazen eşim, “Sen niye Helîn’e o kadar tolerans tanıyorsun? Niye her istediğini alıyorsun?” diyor. Benim yapamadığım ne varsa yapsın, hiçbir şey içinde kalmasın istiyorum. Belki de yanlış yapıyorum, bu kadar doyumsuz yapmak da iyi değil, ama kendi zaaflarıma yeniliyorum. Ben doğru dürüst ne gençliğimi ne de çocukluğumu yaşayabildim. Ne bileyim, kendimi belki de böyle tatmin ediyorum, böyle rahatlatıyorum.