Bizden önceki şairlerden sadece dili değil ahlakı da miras alırız biz. Ben de buradan bakarım. Bugün durduğum yer de yazdığım da budur, derim.
02 Nisan 2015 15:00
Şiirin ne olduğuna ve nerede durması gerektiğine şairler karar verir. Bir eylem türü olarak şiir de politiktir ama onun bu karakteri hedefinden değil, doğasından gelir. Öyleyse şair ilkin, ona çizilen bütün sınırları yok sayar, emanet dili işlevsiz hale getirir, neyi ve ne zaman ve hangi estetikle yazacağını sadece kendisi belirler. Bir ve sonuna kadar müstağnilik sanatıdır şiir. Bugün onun işlevselliğinden önce yaratıcılığına, öncülüğüne, neye, kime, hangi konuya ne kadar yakın durduğu yanında kendi özgün diriliğini hangi ölçüde ayakta tuttuğuna bakmak gerekir. Bu ise her devirde az şair ve elbette az şiir yoluyla gerçekleşmiştir ve bu özellik aynen devam etmektedir. Yalnız bir nokta vardır ki bu, dün ile bugünü de ayrıştırmaktadır.
Dünün has ve yüksek şiiri, okur tarafından algılanmakta daha az sıkıntı yaşamaktaydı. Şiirle ilgisi zevk derecesinde dönen hatırı sayılır bir okur kitlesi vardı ve onlar hem bir şiir kitabının görülebilir derecede satılıp okunmasını sağlıyor hem de ortam denilen iklimin oluşmasına halka halka zemin hazırlıyordu. Dergiler, şiir ve edebiyat dergileri bu döngünün dengesini ayrıca ayakta tutuyordu. Bugün de nitelikli okur var ancak sayıca hem az hem de ortam ve zevk kitlesi oluşturacak etkisel iletişimden mahrum. Facebook, Twitter ve sosyal medyadaki paylaşımlar henüz nitelik ve bağlam bakımından veri hükmü taşımıyor. Bugünkü şiir yaratıcılık ve değer bakımından değil, tam da dolayım açısından büyük sıkıntı yaşıyor. Kültür değil, yan etkiler belirliyor onun ve şairin algılanışını.
Passolini “neticede her şey politiktir” der. Buradan çıkarsak, şiire karşı kötü ve kötücül bir yok sayma politikası güdüldüğünü görmek zor değil. Modern dünyanın her tür üretim ve tüketim ilişkiler ağı, şiirin ve şairin aykırı olma, gerektiğinde kendisini kilitleme, hatta yok olma hakkını bir vesileyle hepten elinden almak, şair özneyi de bir tür ara eleman pozisyonuna sokmak istemekte kendisine göre haklı olabilir. Ancak, şairin neyi tercih ettiği ve nerede durduğu önemlidir asıl. Öyle şairler var, ne var ki, onların söz ve duruşlarının çevresine durmadan çitler çekilip duruluyor. İstiyorlar ki şair de kendisine herkesin alkışlayacağı bir çene bulsun, istiyorlar ki, alkış kopsun, vitrinler süslensin. Hayır, hayır yağma yok…
Göklerin kalbini çizenlere, hamile kadınları kem sözlerle tekmeleyenlere, asansörlerden yoksulların hızla aşağı düşüşüne, yağma yok. Doğanın hakkından en sıradan insanın var olma sızısını duyuncaya kadar, tek, tekil, ıssız kalıncaya kadar yağma yok! Bizden önceki şairlerden sadece dili değil ahlakı da miras alırız biz. Ben de buradan bakarım. Bugün durduğum yer de yazdığım da budur, derim.
Bir de ben her zaman şiirimizin esin kaynakları konusunda eşsiz olduğunu düşünürüm. Eşsiz bir hayatımız var her şeyden önce. Sürekli değişen, tutarsız, sürprizlere açık, gerilimli, acılı, bir şiire kaynaklık edebilecek neredeyse bütün insan açılarıyla dopdolu. Şimdi mesele bu kaynağı nasıl değerlendirdiğindir. Yüksek soyutlamalarla hangi yalın gerçekliğe indirdiğindir. “rahmet bana yerden yağar” demiş ulu şair. Daha nasıl kaynaklık etsin hem duyuş hem de dilsel kuruluş bakımından. Bırakın klasik şairleri, modern şairler de eşsizdirler. Eloğlu, Necatigil mesela unutulur cinsten değiller. Bir de günümüz şairleri var ki onlar birbirlerine kaynaklık etmek bakımından kirpi mizaçlılar. Sevgilerini, yorum ve eleştirilerini iletmekte, paylaşmak ve tartışmakta kısırlar. Bu bir kusur mu, evet. Bundan uzak olanlar yok mu, elbette var. Şiirin ve düşünce hayatının sıhhati bakımından bu yoğunluğun artması gerekiyor. Unutulmasın bir şiiri geçmişten çok çağdaşları besledikçe canlanır. Sanatta da böyle bu.
Kadın, cinsiyet, sokak ve güncel politikaya gelince, onların popüler rüzgârına kapılmadan onlara renk, ruh ve maya çalmalı şair. Ölüm böyle böyle, sığlık ve kuraklık böyle böyle aşılır ve aşılacaktır.