Kanondan önce son çıkış… Minör bir şiir için deneme

Elbette isteriz ki şair oluş halimiz kadın oluşumuzla yapışık gitmesin. Kendiliğinden, vurgusu silinerek çokluğun çeşitliliğin nüanslarından biri sayılsın. Ancak cinsiyet bela’dır biliyoruz. Cinsiyet belası kültüreldir, politiktir, biliyoruz…

02 Nisan 2015 16:00

İşte elimizde bu var. Kolonların çatlaklarından başını çıkaran delilik belirtileri imzalamam gereken belgeleri uzatıyor. Ben de imzalıyorum. Hepsi bu. Bu oyunun kurucusu benim. Hadi topu at. Tut topu tut. Kurallar basit. kısa. kesik. önemsiz. ciddiyetsiz. kirli.
                                                                                                 
Didem Madak

 

Dünyaya bakışımız, onunla ilişki kurma biçimlerimizi de ister istemez belirliyor. Şimdiki zamanın zihniyetinden etkileniyoruz kuşkusuz, ama onu etkiliyoruz da şöyle ya da böyle. Yani öyle bütün bütün kurguya teslim değiliz. Zihnimiz ne denli berraksa, açıksa değişim ve dönüşümler sırasındaki ve içindeki hallerimiz de o oranda renkli, çeşitli ve yaşama katılma arzusuyla doluyor.

Çağın ruhunu, bireyler arası nesne-özne ilişkilerini, toplumsalla kurduğumuz bağı bir rızanın içinden şekillendirirken ‘şeylerle’ kurduğumuz ilişki direnme kanallarımızın açıklığına genişliğine göre hayata katılma biçimimizi de belirliyor. Gezi’de oluş, şair oluş, kadın oluş, insan oluş hallerimiz bunlardan hiçbir şekilde muaf değil. Çağın bu hoyrat hızı, yeniden inşa biçimleri her toplumu kendi bağlamı içinde başka başka etkiliyor. Bu etkilenme ve etkileşim sanattan bilime, teknolojiye tüm verimlerimizi ve hayatı yorumlayışımızı değiştiriyor. İlerlemenin düz çizgili seyrü seferi katı yapılarının buyurganlığıyla artık bize her şeyi dikte edemiyor. Aşınmalar, akışkanlıklar çağında tüm hallerimiz hâllenmelerimiz bir başkalık taşıyor. Durum böyleyken sanatı-sanatçıyı; şairi-şiiri çoktan yitirdiği kutsal halesi ile düşünmemiz de uzundur mümkün değil. Şairin hayatının şiire dâhil oluşunu biraz da buralardaki değişimlerin üretim ilişkilerinde, özne olmanın tanım ve anlamlarının değiştiği yerlerde aramak lazım.

Şiirin zihinle, bilinçle, toplumsalla dil bağıyla kurduğu ilişki değişim dönemlerinin başkalaşım ilişkilerinin ipuçlarını kendinde topluyor. Bunu görüp değerlendirmek içinse hayatın gerilimini artık nerelerden kurduğunun sezgisel bilgisine kulak vermek gerekiyor. Bilginin bilgelikle, karmaşıklığın sadelik ve basitlikle yer değiştirmesidir belki ihtiyacımız olan. Karşıtlıkların çatışmacı geriliminin, hegemonik söylemlerinin yerine karşıtlıkları koruyan farklılıkların yaşatılmasıdır belki bizim için gerekli olan.

 Şair kadınlar ve yazma eylemleri söz konusu olduğunda kadın eli ile hazırlanan dosyalar da dahil olmak üzere kadınların yazma stratejilerinin araştırılması ve bunların alt ve derin okumalarının yapılmasında indirgemeci yaklaşımlar ağır bastı genellikle. 

Şiirdeki gömlek değişimi ve bu ara bölgede oluştan duyulan tekinsiz huzursuzluk belki de bir daha dönülmeyecek eskitilmişliklerle, şiirin o varoluşsal özelliklerindeki değişmezlerin şiirden yana yer değiştirme sancısı. ‘Tasfiye’ sözcüğünün zorlayıcı, incitici, zor kullanıcı etkisinin Türkiye şiir tarihinin yakın geçmişindeki etkileri herkesin belleğinde. O vakitlerin şiir ortamı radikal cümlelerle eleştirilmeyi kültürel ve politik olarak taşıyabilecek bir hazır oluşluk içinde değildi büyük olasılıkla. Daha önceden gelen ve aynı tarihlerde sürdürülen şair kadınlara ve şiir ilişkisine dayalı tartışmalar da metinlerin düzeyine baktığımızda aynı şeyleri düşündürecek gerilikte görünmekte şimdi gözlere.

Şairler arasında bir şair olmak

Kadın ve şiir kavramları söz konusu olduğunda gözlenen başat tartışma adlandırma üzerinden yürüdü çoğu zaman. Yazan kadınların da seslenme ve adlandırmayla ilgili kafaları pek de berrak değildi. Şair kadın mı kadın şair mi -şaire şakasına değinmeden geçmeli bu arada…- sahi bize ne denilse biz nasıl anılsak herkesin içi daha rahat edecekti? Elbette ve şüphesiz şairler arasında bir şair olmaktır yazan kadının da arzusu ama temsil ilişkileri yaşanan coğrafyanın iklim koşullarıyla yeşertir ya da kurutur verimlerini, öznelerini. Baskın ses kendi söyleminden, bakışından, durusundan odun vermez. Tüm ötekileri kendi algısını sürdürmeye zorlar, onun yeniden üretiminin olanakları dahilinde farklı seslere kontrollü geçitler verir. İşte bu nedenle 1990`a ve 2000`lere gelene kadar münferit çabaların ışıltıları dışında kadın sesinin şiirde duyulması cılız, tedirgin ya da eril dilin içinden üreyen örneklerle görülebildi. Şiirin kutu, kutsallığı nasıl bir açmazsa, kadına kutsiyet atfedilen bir yerden, yanılsamalı bir yücelmenin nesnesi olarak kadının değer görmesi de sorunluydu. Erkeğin kadını görmek istediği yer kadını nesneleştirerek şiirlerine taşıma biçimlerinde net biçimde yansımaktaydı. Annelik, kızkardeşlik kutsiyeti ile aşk ve arzu nesnesi arasında kadınlar eril dilin şiirlerinde mekik dokudular çok uzun bir süre. Şair kadınlar ve yazma eylemleri söz konusu olduğunda kadın eli ile hazırlanan dosyalar da dahil olmak üzere kadınların yazma stratejilerinin araştırılması ve bunların alt ve derin okumalarının yapılmasında indirgemeci yaklaşımlar ağır bastı genellikle. Çoğu zaman aşk ve erotizmle ilgili tutumları üzerinden kadının özgürlük ve yaratıcılık yoklamaları yapıldı, yapılmakta. Kadının yaşayan beden olarak olma deneyiminin yalnızca arzu nesneliğine hapsedilmesi, böyle alımlanması da egemen zihnin kapanlarındandı.

Egemen algının eril dilli şairince kadının şiire taşınması zaten bir zihniyet okumasının açmazlarını yansıtmaktaydı, ama kadının şair özne olarak deneyimi de sorunluydu. Kadının kendilik algısı, beden algısı, dünyaya bakışı, özneler içinde bir özne olma, şairler içinde bir şair oluş serüveni sert bilinç ve deneyim kazanma yolculuklarıyla gerçekleşti.

Majör bir dilin güvenli yollarında ilerlemeyi tercih edenler kadar yoldan çıkanlar, tali yollara sapanlarıyla kadınlar, özellikle ışıltılı coşkularına doksanlarda rastlanan, 2000’lere damgasını vuran taze soluklar olarak bugün artık şiirin iklimini de geri dönüşsüz bir biçimde değiştirmiş görünüyor. Bakışın, yorumlayışın, anlam kurma arzusuyla dünyayla ilişkilenme biçimlerinin hızla ve dönüşsüz değiştiği yıllarda şiirin de sesi, konuşanı, tonu, seslenişi, grameri kuşkusuz değişecekti. Bu rüzgârla kendi sesleri ile kendileri olarak bir temsil-taklit gölgesinin boyunduruğundan kurtulmayı başarmış kadınlar sayıları artarak varoluşlarıyla şiirin ana yollarından kurtulup sapaklar, patikalar açarak, yolu aşındırarak kendilerine bir varlık alanı açmış durumdalar.

 

Cinsiyet belası kültüreldir, politiktir, biliyoruz. O nedenle bugün kadın oluşun altının kuvvetle çiziliyor oluşu, eşitsiz ilişki biçimlerinin bize ve bütün ötekilere yönelttiği orantısız güç kullanımı bitmeden vazgeçilecek bir şey olamayacak gibi. 

Ölü kadınlardan oluşan bir ‘anıt sayacımız’ var

Aslında kadın şair veya şair kadın vurgusunun yapılmayacağı bir birlikte yaşam arzusu hangimizde yok ki? Burayı çoktan aştığımız bir yerde şiiri ve hayatı konuşabiliyor olmayı hangimiz istemeyiz ki? Ama her ölen kadınla bir tık daha büyüyen, ölü kadınlardan oluşan bir ‘anıt sayacımız’ var bizim. Ki geçtiğimiz günlerde kızkardeşlik, ortak kader ve keder duygusu ile Birhan Keskin ve Aslı Serin bir anlamda hepimizin taşan öfkesini dillendirdiler. Elbette isteriz ki şair oluş halimiz kadın oluşumuzla yapışık gitmesin. Kendiliğinden, vurgusu silinerek çokluğun çeşitliliğin nüanslarından biri sayılsın. Ancak cinsiyet bela’dır biliyoruz. Cinsiyet belası kültüreldir, politiktir, biliyoruz. O nedenle bugün kadın oluşun altının kuvvetle çiziliyor oluşu, eşitsiz ilişki biçimlerinin bize ve bütün ötekilere yönelttiği orantısız güç kullanımı bitmeden vazgeçilecek bir şey olamayacak gibi. Bu; kadınlarla, kadın oluşun, öteki oluşun sözcülerinin sesiyle, sözüyle değişecektir belki. Bunun için geleneksel algının benimsenmiş, sınanmış denenmiş söz çemberini kırmak gerekliliği apaçık durmakta önümüzde. Kaçış çizgileriyle ana yoldan çıkış, minör bir dil yaratma çabası kadının da dahil olduğu ama kadının yalnız olmadığı bir yolun çabasıdır. Kadınlar ve diğer ötekiler, Baba’nın sembolik evrenine, dile atılmadan önceki sürecin başlangıç noktasını, kökensel olanı kendilerine hatırlatarak, bir direnç alanı, yeni bir söylem alanı genişleteceklerdir. Ki bu olmaktadır da…

Çok uzun bir süre şair kadınlar ve verimlerinin “Baba Yasası”nın belirlediği sembolik evren içerisinde, toplumsal cinsiyete dayalı ön kabullerin kadın imgesini sınırlandırdığı bir yerden tartışıldığını hatırlıyoruz elbette. Bu tartışmalarda ‘kadın duyarlılığı’ toptancılığıyla şair kadınların yazınsal süreçlerine bakıldığını da. Yazınsal stratejileriyle açığa çıkardıkları varoluşlarının eleştirel okumalarının, zaman zaman küçümsenerek sürdürülen kadın dili kavramsallaştırmasına dair indirgemeci yaklaşımlarla hep erkekten, eril zihniyetten gelmesi elbette şaşırtıcı değildi; ama derinlikten uzak, tüm yazılanların neredeyse bir ağızdan çıkmış gibi değerlendirilmesi zihniyetin kendi derinliğini ve rengini ele vermek açısından anlamlıydı.

 Bugün  dişil dilin varlığı en çok kadını işaret etse de tüm ötekileri içeren  bir politik, kültürel dönüşüme ve oluşa  imkân tanımaktadır. Erkeğin özelliklerinin karşısına kadını çıkartan bir karşı okumanın çok ötesindedir bu dil ve söylem oluşturma gayreti.

“Bugün dişil bir dil mümkün müdür” sorusuna dair kavramsal çalışmalar sürerken o dilin çoktan eril dilin çatlaklarından içeri sızarak kendini inşa ettiği şair kadınların verimlerine bakarak rahatlıkla söylenebilir. Sınırlara, kategorilere, tasniflere karşı kanonun dil algısını aşındırma ve yerinden etme denemeleri dünya şiirinde olduğu gibi bizim şiirimizde de ısrar etme ve direnme cesaretine sahip kadınlarca yapılmakta. Başarılı olmak, yer edinmek gibi erke dair dertlerden uzak olmak, yolda olmak, denemek ve hep denemek, vazgeçmeden denemek… Şair kadınların şiirdeki varlığından söz edebiliyorsak bu inattır o yeri sağlamlaştıran. Bugün  dişil dilin varlığı en çok kadını işaret etse de tüm ötekileri içeren  bir politik, kültürel dönüşüme ve oluşa  imkân tanımaktadır. Erkeğin özelliklerinin karşısına kadını çıkartan bir karşı okumanın çok ötesindedir bu dil ve söylem oluşturma gayreti.

‘Dişil bir dil’ mümkün müdür

Freud’dan Lacan’a uzanan psiko-analitik süreçten bağımsızlaşarak dile bakmak hele de şiire bakmak mümkün değildir. Yazma eyleminin de bir benlik kurma süreci olduğu gözetilerek metne bakıldığında güç temsilini işaret eden fallusun sembolik evrendeki yansımaları da ondan kaçış stratejileri de büyük ölçüde bireyin psiko-dinamik süreçleriyle oluşuyor. Toplumsalın içinde kendi sesiyle kendini temsil edemeyen, bu inşanın üretimine katkı koyan ama ona dahil ol(a)mayan kadın, diğer ötekiler gibi sembolik dünyanın içinde kendine başka stratejilerle yer açmak zorundadır. Bu hukuk önündeki eşitlik mücadelesinin ötesinde kültürel ve politik olanla çevrelenmiş bir mücadele sürecidir. Eşitlik kadar belki ondan çok özgürleşme…

‘Dişil bir dil’ mümkün müdür tartışması ‘kadınlar kadar çok kadınlığın’(Simone De Beauvoir) olduğu gerçeği göz önüne alındığında kendi biricikliğimiz içinden bilince ve söyleme dönüştüreceğimiz alanlarda deneyimleyebileceğimiz bir olgudur. Eril dil ve algının ‘kadın şairi’ anonimleştirmeye çalışması, kimi şairlerin belki istemeden de olsa bu toptancılığa katılması şiirimizin bir zamanlarki gerçekleri olabilirler. Ancak şair kadınlar, kendi bedenleri, zihinleri ve yaşam arzularıyla kendi tekil deneyimleri ile farklılıklarını koruyarak varlar ve biricikler.

‘Yaşayan beden’ de kadının yazma sürecinin önemli noktalarından biridir. Benlik biraz da bu özgül coğrafyanın yani bedenin dışarıyla kültürle nasıl ilişkilendiğinin hikâyesi ile kurulur.  İlksel olana dönüş, anneye dönüş bunu imler o zaman. O nedenle de erkeklerin bıktık şair kadınların anne takıntılarından sözünün sığlığı ve indirgemeciliği başka bir açıdan da daha görünür kılınır. Derin ekolojistlerin de metafiziğini kurarak adlandırdıkları Gaia hipotezi; dünyayı, evreni bütüncül bir algıyla yorumlama, su gibi akışkan ve kendiliğinden bir seyirle oluş serüvenine katılma fikriyle dopdoludur. Buradaki oluş hali; yeni bir dünya kurma arzusu görülmeden şair kadınlara yönelik her yaklaşım yetersiz ve indirgemeci olacaktır. İlksel olana dair yolculuk bir anlamda yeni bir dünya inşasına dair, başka bir dünyanın mümkün kılınmasına dair bir çabadır. Doğa-anne kültürün karşısına Batılı algının koyduğu karşıtlık- ikincillik ilişkisinin kabulü değildir her zaman. Sistemin tam da içinden bir aşındırma, içerden sökme, yerinden etme girişimidir kimi zaman. Suskunluk gibi, annelik ve bunun kutsallığı gibi mitler tam da yıkılmak için yeniden farklı stratejiler için kullanılabilirler. Tüm arayışlar başka bir dünya ve dil oluşturma denemeleri, deneyimleridir. Bu en çok kadın içindir; ama yalnız kadın için değildir.

Minör edebiyat bir anlamda egemen dilin gramerinden kopuşu işaret eder. Onu kırarak onun içine sızarak kendini kurar. O nedenle dilin içindeki farklı bir kullanımdır da diyebiliriz ona.

Egemen dilin gramerinden kopuşu

Minör edebiyat, azınlıkların majör bir dilde gerçekleştirdiği edebiyat olarak şair kadının yazma stratejilerine tam karşılık gelmektedir. Dilin güçlü bir yersiz-yurtsuzlaşmanın içinde söylemini oluşturması dolayısıyla da bu edebiyatta her şey politiktir. Minör anlatılar bu açıdan çoğulluğa da işaret eder. Duran, yerini koruyan değil sürekli olandır. Bu nedenle çoksesliliğe kapı araladığı kadar biçimsizdir de. O nedenle dil ve söylem yeni, dikkat çekici, cesur ve ataktır. Dil, bu metinlerde sürekli sapmalarla kendini açar, akışkanlık söylemin ve anlatı formlarının sabitliğini bozar. Bir anlamda aşırılıklar, aşındırmalar hâkimdir dile ve söyleme. Dil orada bir kaçış çizgisinin eşiğinde söylemin kurulmasının aracıdır. Böyle bir dilin arzusu ne temsiliyettir, ne de bu dil dünyayı biçimlendirme arzusu taşır. Orada yalnızca dille dönüşen, olan bir öznenin yaratma halleri vardır.

Şiir bizi dilin düz bir çizgide ilerleyen aklından çağrışım zenginliği olan sezginin, deneyimin oluşun  alanına çıkarır.  İşte burası anlamın sıkıştırıldığı tanımlı, değişmez, katı  ilişkilerden kurtulduğu yerdir. Minör edebiyat bir anlamda egemen dilin gramerinden kopuşu işaret eder. Onu kırarak onun içine sızarak kendini kurar. O nedenle dilin içindeki farklı bir kullanımdır da diyebiliriz ona. Yeni ifade olanakları, dilsel sapmalar, yeni bir sözdizimi, farklı vurgular, bunlarla oluşturur kendini bu dil. Dildeki yersiz-yurtsuzlaşmayı sağlayan sesten, sözcükten, cümleden çok üsluptur. Dolayısıyla da temsiliyet yer bulmaz bu metinlerde. Anaakımla, onun yolu ve değerleriyle çatışır ve çelişir. Minör edebiyatta dil kimlik ifadesi olmaktan çok kimliğin oluş serüveninin aracıdır. Örneğin kadın- oluş, insana olmak anlamında yeni olanaklar açar.

90’larla bir çokluk olarak şiire dahil olan kadınlar 2000’ler ve sonrasında nicel büyümelerine niteliksel açıklık, genişlik ve derinliği çoktan kazandırmış görünmektedir. Farklılıklarla, çeşitlilikle, çokseslilikle şiirde kendilerini gösteren kadınlar hem kadın oluş hem şiir oluş deneyimlerini şiirle yansıtarak yeni bir dünya inşasına da herkesi davet etmekteler. Burası sürekli bir yenilenmenin, yolda olmanın, yol alırken dönüşmenin, akışkan bir açıklığın alanıdır. Deneyimlerken olanak ve olasılıkları fark etmek, deneyim alanında sürekli bir yenilenmenin içinde seyretmek şiir ve kadın kavramlarının varlık bilgisine dayalı kesişim noktasıdır. Kadın oluş insan oluşun nasıl çoklu olanaklarını içinde barındıran bir deneyim alanıysa şiir de bu olasılık ve olanakları okumanın, çoğaltmanın alanıdır/ sürekli bir yer değiştirme, sürekli bir akış içinde… her ikisi de yolu ve yolda olmayı işaret eder.

Bugün var olan ve aşılması gereken mesele şiir yazmak kadar şiir üzerine düşünme ve tartışma alanına da aynı güven ve derinlikle çıkmaktır. Ki yeni kuşak, bir ayakları akademiyle yakın ilişki içinde olanlarıyla özellikle, iyimser olmamızın vesilesidir. 

“En ağır sınavdan en saf olan geçer”

Feminist ve qeer hareketin özellikle sanat alanında görünür olmaya başlaması ve verimlerinin dikkat çekiciliği meselenin varlık ve bilgi felsefesi bağlamlarıyla da yeniden tartışılmasını gündeme getirecektir. Eril dilin tasnifçi-türcü, evrenselci algısının estetik kodları da bugün bütünüyle tartışmaya açıktır. O nedenle metni öznel deneyimden ayırmak; kadın oluşu şiir oluştan ayırmak yine bizi eril aklın tuzaklarına ister istemez çekecektir.

Şiirin uzun yıllardır aşılamayan temel sorunu aslında yöntemsiz, derinliksiz, indirgemeci bakışlarla yapılan değerlendirmeleri metin analizlerini eleştiri niyetine kabul edişidir. Yaşadığı zamanın gerçeklerine açık bir bilinç ve farkındalıkla bakan zaten az sayıda eleştirmeni olan edebiyatımızda söz konusu şiir olduğunda durumun daha da sıkıntılı olduğu düşünülebilir. Bugün asıl gereksinim duyulan akıp gidenin içindeki, hayatın içindeki şiirin soluk alışlarını hisseden duyuşların bakışların şiir oluşa dair fikirleridir.

Yazı evreninin içindeki kadınlar ısrarlarıyla, heyecan ve merak uyandıran yenilikçi verimleriyle de edebiyatın şüphesiz asli unsurlarındandır. Bugün var olan ve aşılması gereken mesele şiir yazmak kadar şiir üzerine düşünme ve tartışma alanına da aynı güven ve derinlikle çıkmaktır. Ki yeni kuşak, bir ayakları akademiyle yakın ilişki içinde olanlarıyla özellikle, iyimser olmamızın vesilesidir. Ve şair bir kadının bugün kadınlığa vurgusu her zamankinden daha çok politik anlamlarla yüklüdür. Bu estetiğin, poetik olanın ihmali anlamına gelmez. Bu anlam üzerinden üretilen kaygılar da eril bir manipülasyondur olsa olsa…

Bugün önümüzde bir büyülü dağ gibi, yüzlerce yıllık bir çınar vakarıyla duran Gülten Akın, şair ve kadın kavramları adına geçmiş için de gelecek için de derstir. Akan Suyu Yakalayıp Durdurmaktır Meâl... Onun için o söylesin: kimse tanımasın için onları/ şairler kimi sözcüklerini yok ettiler //  bütün öyküleri yazıp tüketti/ bir kendi öyküsü kaldı dışarda // kuşluğun son kuşu çekilirken/ sular uzaklaşır kıyı genişler // işaret tırnağım boyandı çıkmaz / bir kölenin gövdesine döndü gövdem // en ağır sınavdan en saf olan geçer / öder, geçer.

İllüstrasyon: Yeşim Paktin