Ercan Arslan’ın Ferit Edgü’nün Cahil aforizmalarından yola çıkarak gerçekleştirdiği resimleri, Elvin Eroğlu ve Burak Fidan küratörlüğünde Kıraathane İstanbul'da izleyicilerle buluşturan “Cahil” sergisi üzerine küratörlerle ve Ercan Arslan'la bir söyleşi...
16 Ocak 2023 17:44
İnsanın kendi cahilliğiyle yüzleşmesine alan sunan serginin müziğini Mert Kocadayı, tasarımını ise Pelin Sidar Genç üstlendi. Tarihin karanlık günlerinden günümüze kadar uzanan, “akıl durması” anlarının yanı sıra savaşın getirdiği hüzün ve yıkım, Ercan Arslan’ın bu sergi için yaptığı bir video ve büyük bir yağlıboya resimde karşılığını buluyor.
Abdullah Ezik, geçtiğimiz günlerde İstanbul Edebiyat Evi’nde açılan “Cahil” sergisi üzerine sanatçı Ercan Arslan, küratörler Elvin Eroğlu ve Burak Fidan ile konuştu.
***
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Edebiyat Evi’nde açılan “Cahil” başlıklı sergide Ferit Edgü ile birlikte çalıştığınız ve “cahil” kavramı üzerinden ürettiğiniz işler izleyicilerle buluştu. Öncelikle kitap ve ardından sergi fikri nasıl ortaya çıktı, gelişti?
Ercan Arslan: Önce kitap fikri vardı. Dostum Burak Fidan’la birlikte Kadıköy Alan’da, Metin Deniz’in küratörlüğünde gerçekleşecek bir sergi hazırlığı içindeydik. Bu sergiye paralel olarak Ferit Edgü’nün Cahil aforizmalarını resimleme ve kitaplaştırma fikrini Burak ortaya attı. Birkaç resim yapıp Ferit Bey’e ilettik, Ferit Bey de yeni aforizmalar yazıp bana iletti. Böylece aramızda, resimlerle ve aforizmalarla bir diyalog başladı. İki ayrı disiplinde (Edebiyat ve Resim) beraber düşündük diyebilirim. Ortaya çıkan ürünleri Everest Yayınları’ndan çıkan iki kitapta topladık: “Yeni Cahiller” ve “Cahiller.” Elbette bu üretimi bir sergiyle izleyiciye sunma fikri kaçınılmazdı. Zira her zaman resmin orijinal hali en etkileyicidir.
Serginin küratörlüğünü uzun süredir tanıdığınız ve üretimleriniz sırasında da yanınızda olan Elvin Eroğlu ve Burak Fidan üstleniyor. Serginin oluşum ve kurulum sürecinde küratörlerle nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Burak Fidan’la uzun yıllardır birlikte çalışıyorum. Birçok konuda fikirlerimiz uyuşuyor, birbirini tamamlıyor. Beni, çalışmalarımı en iyi bilen o. Onun Elvin Eroğlu’yla birlikte bu serginin küratörlüğünü üstlenmesi en doğalıydı. Elvin’in bir şair olarak aramızda olması bize güç verdi. Sergi için düşündüğümüz birçok fikri gerçekleştirip gerçekleştirmeme aşamasında birlikte karar verdik. Bu benim için çok keyifli ve eğlenceli bir süreçti.
Edebiyatla çağdaş sanatı birleştiren çalışmalarınız özel kitap projeleri olarak ayrıca okurla buluştu. Yine geçtiğimiz haftalarda yayımlanan, Lale Müldür’ün şiirleriyle birleşen “Kadınesk” bu noktada özel bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Sizin için edebiyatla sanatın kesişim noktasında neler var? Bu disiplinler sizi nasıl besliyor?
Bir ressamın iyi resim yapabilmesi için çok kitap okumasına gerek yok. Edebiyattan haberdar olmak zorunda değil. O yüzden birçok ressam ya az kitap okur ya da hiç okumaz. Ben kendimi bildim bileli kitap okumayı çok seviyorum. Benim için kitap okumak resim yapmak kadar önemli. Şiirle, şairlerle her zaman iç içe oldum. Bu kuşkusuz karakterimi, dünyaya bakış açımı ve resmimi derinden etkilemiştir. Edebiyat resmimi doğrudan etkilemiyor belki ama genel anlamıyla beni insan olarak daha hisli/duygusal yapıyor diyebilirim. Yani daha çok ayrıntılara iniyorum. “İnsan olmak nedir?” sorusunu edebiyat sordurdu bana. Resim değil! Benim ana konum insan olduğu için doğrudan bir bağ var sanıyorum. Karışık bir konu.
Ercan Arslan, Ferit Edgü
Şair ve yazarlarla birlikte çalışmak sizin çalışma pratiğinizi nasıl etkiliyor? Lale Müldür ve Ferit Edgü ile açıkça gün yüzüne çıkan bu durumun sanat pratiğinizdeki karşılığı nedir?
Ben bir ressam olarak zaten gece gündüz resim yapıyorum. Kendime ait bir dünyam var. Ama başka yaratıcı insanlarla birlikte üretmek, bir kavram, bir konu üzerine birlikte düşünmek insanı (beni) bir girdabın içine girmekten kurtarıyor. Bu biraz dramatik bir açıklama oldu. Şöyle de demek mümkün: Başka sanatçılarla birlikte ortak üretmek tatile çıkmak gibi bir şey.
İşlerinizle sadece sergi salonunun duvarlarını değil, bütün bir Edebiyat Evi’ni kuşatıyorsunuz. Binanın dışındaki devasa çizim, masa örtüsü, duvarlardaki işler, hatıra köşesi… Bu anlamda oldukça “hayatta/yaşayan” bir sergi geliştirdiğiniz söylenebilir. Bir sanatçı olarak, sergiyi salonunun ötesine taşımak, bütün bir mekânı kuşatmak sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Kıraathane Edebiyat Evi’ndeki sergide Cahil serisinden ancak küçük bir seçkiyi sergileyebildik. Pera’daki bu muhteşem bina o kadar çekici ki, onu tümden ele geçirmemek büyük bir saflık olurdu. Cahil hiçbir zaman sadece başkası değildir. Cahili ararken çoğunlukla kendimize bakmamız yeterli. Bu fikirden yola çıkarak sergiye gelen izleyicinin bu deneyimi sadece resimlere bakarak değil de, tüm bedeniyle deneyimlemesini istedim. Mesela sergideki general üniformasını giyerek. Cahil hatırası köşesinde cahil maskesini takarak hatıra fotoğrafı çekmesi/çektirmesi gibi... Sergi mekânının farklı yerlerine herkesin ilk başta göremeyeceği, dikkatli izleyiciler için izler bıraktım. Sadece sergi süresince kalıcı olan desenler çizdim. Yani sergi için özel işler üretmek, kalıcı olmayan dokunuşlarda bulunmak, üç değil de dört boyutlu düşünmek heyecan veriyor bana. Yoksa sadece atölyede yaptığım resimleri göstermek sıkıcı bence. İzleyiciyi canlı yakalamışken farklı şekillerde de kışkırtma fırsatını kaçırmak olmaz, diye düşünüyorum.
Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi'ndeki sergiden üç farklı mekân.
Sergideki önemli işlerden birisi de şüphesiz asker üniforması. İzleyiciler bu üniformayı giyerek fotoğraf çektirebiliyor. Günümüz şartlarında özel bir düşünce. Bu işin arka planında nasıl bir düşünce yer alıyor? Üniforma ile cahil nerede kesişti?
General üniformasını sergilemek, hatta sergi izleyicisinin onu giymesi ve fotoğraf çektirmesi aslında acı bir espri. 21. yüzyılda militarizmin yeniden hortlaması, dünyanın birçok yerinde bitmez tükenmez savaşların olması aklımıza şu soruyu getiriyor: Öldürme odaklı bu “meslek” cehaletin neresinde? Bence en tepesinde! Bu korkunç cehaleti izleyicinin bu üniformayı giyerek deneyimlemesini istedim.
Kavram olarak da günümüz gerçekliğinde “cahil” politik karşılığı olan bir ifade. Siz de işlerinizde bu politik zemine güçlü bir şekilde temas ediyorsunuz. Gerek üretimlerinizin gerek cahile yaklaşımınızın arkasında nasıl bir politik temel var?
Benim genel çalışmalarımda doğrudan politik bir mesaj görmek mümkün değil. Ben çalışmalarımda günlük politikayla ilgilenen bir ressam değilim. Ben daha çok zaman ötesi (güncel ötesi) bir yol izliyorum. Bir gazeteci gibi çalışmıyorum. Cahil kavramı üzerine çalışırken de böyle bir yol izledim. Cahil ne kadar güncel olsa da insanlık tarihi boyunca hep vardı. Amacım bu zamansız cahili ortaya çıkarabilmekti. Başarılı olup olmadığımı bilmiyorum.
Bu sergi çerçevesinde izleyicilerle buluşan işleriniz soluk, dolgun, koyu renklerden meydana geliyor. Bu tercih yola çıktığınız mesele ve kavramlarla mı ilgili, yoksa sizin sanat pratiğinizin üzerine kurulduğu bir temel mi?
Cahil kavramı üzerine düşünürken/çalışırken bu şekil anlatım biçimi ortaya çıktı. Bu seriyi yaparken cahilin renge ihtiyacı olmadığını gördüm. Cahil soluktur, siliktir.
Aslında ben renklerle çok iç içe olan bir ressamım. Renkler benim resim dünyamda çok önemli bir yere sahiptir. Bütün resim serüvenim boyunca kendi renklerimi oluşturmak için uğraşıp duruyorum. Nafile bir uğraş, ama değer!
***
Cahil sergisini bir yayıncı/editör ve bir şair düzenledi, bu pek sık rastlanan bir şey değil. Sizi Ercan Arslan’la bir araya getiren neydi, nasıl ilerledi bu süreç?
Burak Fidan: Bizi Ercan’la bir araya getiren, herhalde ikimizin de “dışarıda” bir tavrın içindeki çabamızdır. Ercan’la 6 yıl önce Berlin’de tanıştık. Fikirlerimiz hemen uyuştu. Doğrusu, onun atölyesinde geçen birkaç geceden sonra, Ercan’ı hemen potansiyel bir Raskol yazarı gibi gördüm.
Burak Fidan
Toplumdışıydı, inzivada gibi yaşıyordu, sürekli üretiyordu, fikirleri yaşamıyla örtüşüyordu ve çok sadıktı onlara. Piyasanın dışında kendi kimyasına teslim olmuştu. Müthiş de bir öyküsü vardı. Tam Raskol’luktu yani. Tabii edebiyatla da arası çok iyiydi. Onun yaşamının bir kesitinden oluşan, resimli bir anlatı fikri beni çok heyecanlandırmıştı. Ercan’ın birkaç resmiyle birlikte Türkiye’ye döndüğümde, bu resimleri ve Ercan’ın öyküsünü Ferit Edgü’yle paylaştım. Edgü sadece iyi bir kitap fikriyle değil, iyi bir ressamla Berlin’den döndüğümü, belki de Raskol’un baltasını sadece piyasanın edebiyatına değil, piyasanın resmine de kaldırmamızın vakti geldiğini söyleyince, baltanın keskin ucunu bilemeye başladık. Artık editör gözüm yayıncılıkta başka yollar aramaya başladı. Safa’nın Sanat Kaç Para’sı ve Canan Tolon’un Geçmişsiz Gelecek’i bu arayışın ilk kitaplarıdır, Ercan’ın gerek sanatı gerekse kişiliği bir ilk çakım oldu.
***
Elvin Eroğlu
Cahil başlıklı bir sergiyi kurgularken sizi zorlayan unsurlar, karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Elvin Eroğlu-Burak Fidan: Daha önce de söyledik. Cahil başlıklı bir sergi küratörlüğüne soyunmak, kendi içinde bir cahil cesareti taşıyordu. Cahil sözcüğünü nerede, ne koşulda kullanmaya kalkışırsanız, bir üstten bakışın, bir elitizmin içinde bulursunuz kendinizi. Benim kuşağım için bu böyle. Cahil aforizmaları yazmak için Ferit Edgü olmak gerekir. Onlar bir kuşak olarak, sadece bir edebiyat değil, edebiyatlarıyla birlikte bir toplum yaratma uğraşı içindeydiler. Bugünkü çöküşün acısını onlar gibi duymamın imkânı yok. Edgü’nün cahil aforizmaları, çöken toplumun zilleridir. O zilleri eline alıp kalabalıklarda dolaşmak, çöküşü haber vermek için, Edgü gibi, siyasetten, politikadan, felsefeden, sanat ve edebiyattan gelmek gerek. Dolayısıyla işimiz zordu. Ercan’la olan yakınlığımız bize hem resim hem de onun resmi hakkında, yıllar içinde çok şey söyledi. Ben (Burak) çatışkan karakterimle sergiyi agresif bir yere sürüklemek isterken, ben (Elvin) imgelerle düşünmeyi şiirle birlikte öğrendiğim için sergiyi sözcüklerle diyalog kurabilecek bir yere taşımak istiyordum. Ercan’ın kendine çekilmiş sakin suları, bizi dengeledi diyebiliriz. Esas sergi fikri, Ercan’ın resimleri için kendine sorduğu bir soruda saklıdır: Cahil, resmiyle karşılaştığında kendini tanır mı? Sergide, sergi açılış tarihine birkaç gün kala, tasarımı bazı teknik aksaklıklar yüzünden değiştirmek zorunda kaldık. Sergideki odalardan birini bir gün içinde yeniden düzenlemeliydik, en zor süreç buydu sanırız.
Sergi sürecinde aldığınız olumlu ya da olumsuz tepkiler ne oldu? Değerlendirebilir misiniz?
Burak Fidan: Bir ay boyunca, birçok arkadaşımızla Cahil üzerine yeniden düşünme, tartışma olanağı sağlanmış oldu. Edebiyattan gelen dostlarımızla sanattan gelen dostlarımızı bir araya getiren bir sergi oldu, bu serginin en önemli başarısıydı. Ama asıl sevindirici olan, bu sergi dolayısıyla, Rusya’daki savaştan Türkiye’ye kaçmış “dışarıda” bir grupla tanışmam oldu. Beraber hareket etmek için kolları sıvamış durumdayız.
•