Caz ve edebiyat: Günlerin Köpüğü’nden kalan gerçeküstü ve ironik caz tınıları

"Gerçeküstücü bir anlayışla yazılmış romanda caz anlatının tüm dokusunu oluşturur. Aslında trajik bir aşk hikâyesinin olay örgüsünün belkemiği olduğu Günlerin Köpüğü, kelime oyunlarıyla, caz tarihine dönük örtülü ya da muzip göndermelerle, ironik ve gerçeküstü metaforlarla bir tür caz müzik ve Duke Ellington güzellemesidir."

06 Mayıs 2021 17:00

Caz Amerika’da siyahların yoğun olduğu Louisiana, New Orleans bölgesinde blues kökenli olarak doğmuş bir müzik türü olarak kabul edilir. Cazın kökeni ve gelişimi genel olarak ragtime denen, piyano ağırlıklı mavi notalar (blue notes) ve blues melodilerinin doğaçlamalarla harmanlanmasına dayanır. 1800’lerin son yıllarından itibaren caz müzik farklı evreler geçirmiş, 1930’lar ile birlikte önce Amerika’da, sonrasında Avrupa’da yaygınlaşarak görece çok da uzun olmayan bir süreçte etkili bir kültür unsuru ve müzik formu olarak farklı yaratıcı yönelimleri ve sanat kollarını da etkilemiştir. Bunlardan bir tanesi de kuşkusuz edebiyattır. Bu bakımdan caz sadece bir müzik türü olarak kalmamış, bazen belli bir dönemin “ruhu” ya da o dönemi tanımlayan ve sosyo-kültürel açıdan başat unsurlardan biri olmuştur. Ezilen, zulüm ve katliamlara uğrayan siyah ırkın başkaldırışını ve yaşama biçimini de sembolize ettiğini belirtmek yanlış olmaz.

Pek çok sanatçı ve yazar dolaylı ya da doğrudan cazın cezbedici enerjisinden ve melankolisinden etkilenmiş, bu müzik türüne farklı düzeylerde ilgi duymuştur. Örneğin caz anavatanı Amerika’dan çok uzaklarda, 1930’lu yılların Sovyetler’inde oldukça ilgi görmüş, pek çok caz orkestrası başta Moskova olmak üzere Sovyetler’de konserler vermiştir. Bunlardan biri de dönemin ünlü orkestralarından biri olan Sam Wooding ve orkestrasıdır.[1] 1930’larda bu yükselen caz dalgasını takip edenlerden biri de tiyatro kuramcısı ve yönetmeni Vsevolod Meyerhold’dur. Bir caz grubunu kendi oyunlarında çalması için kiralamış, konstrüktivist dekor tasarımı ve biyo-mekanik oyunculuğa dayalı avangart “devrim tiyatrosu” anlayışını yine o dönem için müzikal açıdan farklı ve bir o kadar enerjik olan caz müziği de kullanarak geliştirmeye devam etmiştir Meyerhold. Caz müzik bu bakımdan askerleri eğlendiren bir müzik olmanın da ötesinde, sanatın başka formlarının da dokusuna işleyen yaratıcı yönelimlere imkân sağlamıştır. Ancak bu durum soğuk savaşla birlikte cazın yasaklılar listesinin üst sıralarında yer almasıyla tamamen değişir. Meyerhold gibi bir başka önemli tiyatro kuramcısı, yönetmen, yazar ve şair Bertold Brecht de savaş sonrasında Amerika´da tanıştığı bu müzik türünden oldukça etkilenmiştir. Sonrasında bazı oyunlarında o da caz müziğini kullanmaktan kaçınmamıştır.

Caz müzik sahne sanatları dışında farklı yazarları, dolayısıyla da edebiyatı çeşitli şekillerde etkilemiştir. Önemli ve bir o kadar da tartışmalı bir yazar olan Henry Miller’ın artık bir kült sayılan üçlemesi Sexus, Nexus, Plexus’un New York’ta geçen olay örgüsündeki bölümlerde arka fonda hep caz çalar. Cazın tınıları Brooklyn sokaklarında yükselir ve romanın baş kişisi Henry, caz dinleyen biri olarak içindeki huzursuz ve tehlikeli duygularla beraber kendini bu müziğin sıcaklığına ve şaşırtıcı doğasına bırakır. Yine Amerikan edebiyatında özel bir yeri olan E. L. Doctorow’un deneysel bir dönem panoramasına giriştiği, ilk baskısı 1975’te yapılan Ragtime romanında (ki Türkçeye Tomris Uyar tarafından Caz Dönemi olarak çevrilmiştir) caz artık romanın olay örgüsündeki bir motif değil, anlatının dokusunu belirleyen temel öğe konumunadır.[2] Bu romanda Amerikan değer ve unsurlarını yaratan kişiler ve olgular, ırkçılık ve siyahlara baskının yoğun olduğu 1900’lerin atmosferinde tarihsel veri ve karakterlerle zenginleştirilerek anlatılır. Romanda önemli bir yer tutan Coalhouse Walker Jr.’ın hikâyesi siyahi bir caz piyanistinin tüm baskı ve ırkçılığa başkaldırısı olarak ele alınır. Caz Doctorow’un romanında hem o müziği üreten siyahi bir piyanist yoluyla ırkçılığa tepkinin ve adalet arayışının bir simgesi ve öğesi hem de Amerikan değerlerinin ve tarihinin belli bir kesitiyle özdeşleştirilen sosyo-kültürel bir olgudur.

Caz ve edebiyat ilişkisi ile ilgili örnekler çoğaltılabilir. Toni Morrison’un 1992 tarihli romanı Jazz (Caz adıyla 1994’te Türkçede ilk baskısını da yapmıştır) unutulmaz.[3] Cazı 1920’lerin Harlem’i ve siyahi yaşamında salt bir izlek olarak kurgulamanın da ötesinde, caz müziğin formunu edebi bir metnin biçim ve yapısına dönüştürmeyi de deneyen bu roman, edebiyat ve müzik arasında “türler arası” bir biçim-içerik arayışının da tezahürüdür ayrıca. Müzik ve edebiyat ilişkisi söz konusu olduğunda, Türk edebiyatında, çok farklı bağlamlarda da olsa Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste romanı ilk akla gelen metinlerden biri olur sanırım. Berna Moran tarafından “aşırı yorum” olarak değerlendirebilecek bir tutumla, yine Tanpınar’ın Huzur’unun yapısal olarak bir orkestra biçiminde kurgulandığı iddiası da sonradan Zeynep Bayramoğlu tarafından daha detaylı bir şekilde ele alınıp incelenmiştir.[4]

Her bir bölümü klasik Türk musikisindeki üç farklı makama (Yegâh, Dügâh ve Segâh) göre adlandırılıp kurgulanmış olan İhsan Oktay Anar’ın Suskunlar romanı, bu ilişkinin farklı yazarlarca ve farklı dillerde nasıl ele alındığını gösteren ilginç bir örnektir.

Edebiyat ve caz ilişkisi söz konusu olduğunda benim ilk aklıma gelen kitap her daim Boris Vian’ın 1946’da L’Écume des jours adıyla yayımlanan, Türkçeye Günlerin Köpüğü olarak çevrilen romanıdır.[5] Vian savaş öncesi ve sonrası dönemin Fransa’sında özgün bir tutuma sahip olan bir edebiyat insanı. Bir yazar olmanın dışında, dönemin dergilerinde (Le Hot Jazz, Paris Jazz) caz eleştirileri yazan, Paris’te gittiği bir konserde ünlü caz bestecisi ve müzisyeni Duke Ellington ile tanışmış, caza olan ilgi ve sevgisini trompet dersleri almaya kadar vardırmış biri. Sonrasındaysa, Vian caz albümleri çıkaran bir caz bestecisi ve trompetçisi olur. Üyesi olduğu Abadie grubu ile tüm Fransa’da tanınır. Hatta Vian 1954’te, Le Déserteur (Kaçak) adıyla Fransa başkanına seslenen, savaş karşıtı bir şarkı yazar ve bu şarkı dönemin savaş karşıtı marşına dönüşür. Bu şarkı öylesine etkili olur ki, savaş yanlısı bir grup politikacının da etkisiyle yasaklanır ve 1962 yılına dek radyolar için yasaklı olarak kalır.[6] Caz müziğine olan sevgi ve ilgisini 1940’ların Paris’inde caz kulüplerinde çalmanın dışında, en yetkin olduğu alan olan edebiyata da taşır Vian. 1946 yılında yayımlandığında hiç ilgi görmeyen, ancak sonradan bir kült kitap olacak olan Günlerin Köpüğü’nü yazar. Gerçeküstücü bir anlayışla yazılmış romanda caz anlatının tüm dokusunu oluşturur. Aslında trajik bir aşk hikâyesinin olay örgüsünün belkemiği olduğu metin, kelime oyunlarıyla, caz tarihine dönük örtülü ya da muzip göndermelerle, ironik ve gerçeküstü metaforlarla bir tür caz müzik ve Duke Ellington güzellemesidir. Bu romanın Türkçe baskısında Vian’ın 10 Mart 1946 tarihli kısacık önsözü de mevcut. “Asıl olan iki şey vardır; güzel kızlarla aşk ve New Orleans ya da Duke Ellington’un müziği, ikisi de aynı şey! Geriye kalan yok olmalı; çünkü geri kalan çirkindir” diyerek aslında bu gerçeküstücü caz romanının meramını kendince ifade etmiş olur Vian.[7] Burada romanın çevirmeninin de (Elif Ertan) Vian’ın kelime oyunlarını Türkçeye olabildiğince aktarmaya çalıştığını ve dipnotlardaki ayrıntılı açıklamaların okuyucu açısından hem bilgilendirici hem de okuma edimini zenginleştiren bir yönü olduğunu belirtmek gerekir.

Günlerin Köpüğü bir anlatı olarak daha başından, her ne kadar üst-kurmaca mantığında olmasa da caz tarihine dönük bir kurgusal bir göndermeyle başlıyor. Amerika’ya adımını dahi atmayan Vian önsözün sonuna şehir olarak New Orleans yazar, tıpkı romanın sonunda yazıldığı yerin ve tarih aralığının da “Memphis, 8 Mart 1946 - Davenport, 10 Mart 1946” olarak belirtilmesi gibi. Bu caz müzik ve tarihi için her biri farklı önemdeki caz kentlerine yapılmış oyunbaz bir göndermedir elbette. Caz tarihine dönük referanslar şehir adlarıyla ile sınırlı değil. Romandaki olaylar hayalî bir kentte geçer, bu kentin mekânlarına saygın caz üstatlarının isimleri verilmiştir: Louis Armstrong Caddesi, Sidney Bechet Caddesi, Gershwin mağazası, Jimmy-Noone Caddesi…

Romanın iki ana kahramanından biri olan Colin gerçek bir caz âşığı ve dinleyicisidir. Öyle ki, acayip bir caz aleti icat eder daha romanın başında. Bu aletin adı “piyanokokteyl”dir. Piyanoda çalınan müziği eşzamanlı olarak bir içkiye, bir tür kokteyle dönüştüren bir mekanizmaya dayanır bu icat:

"Her nota için uygun olan bir içki, bir likör ya da aroma buldum. Sağ pedaldan çırpılmış yumurta, sol pedaldan dondurma çıkıyordu. Seltz sodası için ince portrede bir tril gerek. Miktarlar sureye bağlıdır; dörtlü kroşeye onaltılık birim, siyaha bir ölçek, yuvarlağa dört birim. Ağır şeyler çalındığında bir ayarlama sistemi harekete geçip dozun çok yüksek olmamasını sağlıyor, alkol oranı parça uzunluğuna göre, örneğin istenirse süreyi de..."[8]

Uzun uzun anlatılan piyanokokteyl romandaki onlarca göndermeden belki de en yaratıcısı. Caz meraklısı Colin bir partide Chloé adında genç bir kızla tanışır ve ona âşık olur. Anlatı iki temel eksende kurgulanmıştır. İlki Colin ve Chloé’nun gerçeküstü olaylarla beraber melodram öğeleri de içeren aşkı, ikincisiyse Chloé’nun ölümcül hastalığına karşın Colin’in tükenmez ama nafile çabalarının trajik bir hikâyesidir. Bu romana caz tarihiyle zenginleştirilmiş, sürrealist bir aşk hikâyesi demek yanlış bir tanım olmaz. Hatta bir tür caz mitosu oluşturmuştur bu roman. Chloé narin, çekingen ve melankolik kişiliğiyle hem “blues”un metne aktarılmış hali hem de Duke Ellington’un Chloé (Song of Swamp) şarkısının bir tür yazınsal biçimidir.[9]Bataklığın Şarkısı isimli bir caz standardı olan bu Ellington uyarlaması sadece bu kadın karakterin adına yönelik “basit” bir gönderme değildir. Romanın anlatı mantığı ve olay örgüsü bu şarkıdan yola çıkarak oluşturulmuş, kurgusal bir hikâyeye dayanır.

Tutkulu bir caz dinleyicisi olan Colin, Chloé ile ilk tanışmalarında isminin Chloé olduğunu duyunca nüktedan bir şekilde “Sizi Duke Ellington mu düzenledi?” der.[10] Sonrasında aşklarını yaşarken, evde otururken hep Ellington´un Bataklığın Şarkısı’nı dinlerler. Yine aynı partide çalan bu şarkıda Colin aşkının ilk saatlerini deneyimlerken Chloé’ya “Bu tamamen sizsiniz” diye fısıldar.[11] Romanda bu beste ile aşk ve caz bütünleştiriliyor; birbirinden ayrıl(a)mayacak şekilde anlatının dokusunu oluşturuyor. Burada “basit” bir sembolizm ya da alegoriden öte, caz ile aşkın yaşamın kendisi kılınması söz konusu. Romanın gerçeküstücü anlayışı içinde hem hikâyenin içeriğini hem de şiirsel ve bazen ironik anlatımı bu temel izlek belirliyor ve çeşitlendiriyor. Gerçekte ölümcül bir çiçeği ve bir genç kızın gömüldüğü bataklığı anlatan bu beste, romanda Colin ile evlenen Chloé’nun balayında hastalanması ve ciğerinde ölümcül bir nilüfer çiçeği çıkması ile yeni bir anlama ve bağlama bürünüyor. Nilüfer çiçeği ve ölüm caz parçasını da çağrıştıracak şekillerde anlatıda sürekli olarak yer alıyor: “Colin ona doğru eğildi ve bir çiçeği öpüyormuş gibi yavaşça öptü.”[12]

Don Diaz, Claude Luter, Boris Vian, Aimé Barelli ve Jacques Dièval. 4 Mayıs 1948, Paris.

Aslında cazın doğduğu yer olarak kabul edilen New Orleans bataklıklarında yetişen bu çiçek Ellington’un Bataklığın Şarkısı’nın trajik ve gerçeküstücü bir yeniden yorumu. Burada söz konusu olan metinlerarasılık değil, bir bakıma “türler arası” bir ilişkidir. Bu şarkıya ilişkin farklı referanslar anlatı boyunca yinelenerek sürüyor. Chloé’yu tedavi etmek için bir doktorun geldiği sahnede buna sadece bir örnek:

"– Kim hasta?
–  Chloé, dedi Colin.
– Ah, dedi profesör, bana bir parçayı hatırlattı…
– Evet, dedi Colin, bu parça."[13]

Ciğerinde ölümcül nilüfer çiçeğinin büyümesi nedeniyle ölüm döşeğindeki Chloé’nun hastalığının gerçeküstücü şiirselliği ve bunun lirik anlatımının yanında, Colin’in bu hastalığın tedavisi için kendini paralamasının trajedisi anlatıyı alışılmadık bir aşk hikâyesi olarak şekillendirmiş olsa da, anlatım biçimi ve kullanılan dil romana başka boyutlar da katıyor.

Absürd olaylar, gariplikler, fantastik unsurlar, caz müziğe dair göndermeler, hepsi aslında Vian’ın yazınsal estetiğini ve poetikasını yansıtan unsurlar. Kelime oyunları, yeni sözcüklerin türetilmesi ya da “…geçerken çakmağına birkaç güneş damlası koydu” gibi gerçeküstü ifadeler okuyucunun sıklıkla karşılaştığı öğeler olarak anlatıda mevcut. Vian bu yazınsal yaklaşımı “Öykünün düz anlamıyla maddesel olarak ortaya çıkışı, temelde dolambaçlı ve ısıtılmış bir atmosferde bozulmalar ortaya koyarak gerçeğin düzensiz kıvrılmış bir düzey üstünde yansımasıyla elde edilmiştir” diyerek açıklıyor.[14]

Anlatıdaki fantastik unsurlar bu bakımdan sadece caz ile ilgili temel izlek ve olay örgüsüyle de sınırlı değil. Gerçeküstü olaylar günlük yaşamın kendisinde de mevcut. Chloé’nun hastalığıyla birlikte Colin ve Chloé’nun yaşadığı ev de değişmeye başlıyor örneğin. Giriş kapısı küçülüyor, ev bir şekilde büzülüyor, odalar karanlık olmaya başlıyor yavaş yavaş: “Lambalar ölüyor… dedi Chloé. Duvarlar da daralıyor. Ve buradaki pencere de…”[15] Mekân değişirken kişilerin karakterleri de değişiyor ya da temel özellikleri yoğunlaşarak daha bir öne çıkıyor ve bu değişim anlatıdaki olay akışını da belirlemiş oluyor. Romandaki diğer genç âşıklar, Chick ve Alise hususunda bu durum bariz bir şekilde görülebilir. Colin ve Chloé’nun adları ve trajedilerinde olduğu gibi Chick de cazın belki de başkentlerinde biri diyeceğimiz Chicago’nun bir yansımasıdır. Tutkulu bir âşık olan Alise “hot jazz” ile “boggie-woggie” karışımı bir ruh durumunun tezahürüyken, sonrasında bu ateşli ve tutkulu yönü kendisinin cinayetler işleyip kitapçıları alev alev yakmasıyla bir başka boyuta taşınıyor. Alise’in “ateşli” ve tutkulu aşkını Chick ile yaşamasını engelleyen neden ise ironik biçimde Chick’in Jean-Sol Partre kitaplarını biriktirme takıntısıdır.

Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Boris Vian ve kaısı Michelle Léglise. Paris, 1952.

Burada Jean-Paul Sartre ve Varoluşçuluk bir parodi malzemesine dönüştürülerek ironik olaylarla ve anlatım biçimiyle bu parodi roman boyunca gerçeküstücü olay örgüsü içinde tekrarlanıyor. Jean-Paul Sartre, P ve S harflerinin değişimiyle Jean-Sol Partre oluyor. Romanda hınca hınç dolan salonlarda konferanslar veren, her hafta onlarca makale yazan, upuzun ve karmaşık yapıtların sahibi olan, yirmi ciltlik Bulantı Ansiklopedisi’ni yazmakta olan Jean-Sol Partre bir karakter olarak da yer alıyor. Öyle ki ne dediğinin anlamı ve öneminden ziyade, artık sadece onun kitaplarını ve konferans kayıtlarını elde etmek için tüm vaktini ve servetini harcayan Chick saplantılı bir şekilde –Jean-Paul Sartre’ın Bulantı romanı başta olmak üzere pek çok metnine ironik göndermelerle dolu– eserlerinin peşinde koşuyor. Jean-Sol Partre’ın Kusmak Üzerine Paradoks’unun orijinalini bulduğunda ya da Tiksintiden Önceki Öncelikli Seçim’e sahip olduğunda mutluluktan deli oluyor Chick, ki Partre dışında kimseyi de okumaz artık. Alise’in bu durumu engellemek için bir kafede konuştuğu Jean-Sol Partre’a ne yaptığını belirtmeyi es geçip okurun okuma zevkini elinden almak doğru olmaz. Nihayetinde cazın ve aşkın temel izlek olduğu, bu şiirsellikle yüklü, gerçeküstü anlatıdaki aşk hikâyelerinin mutlu sonları olmadığını belirtmek yeterli olur. Her bir kahramanın yavaş yavaş kendi trajedisini yaşadığı Chloé ve Colin evindeki fare (evet fare) bile öyle melankolik bir ruh halindedir ki, o da artık yaşamak istemez. Romanda trajik olanın nasıl gerçeküstü bir anlatım biçimiyle alabildiğine şiirsel bir gerçekliğe dönüştüğü belirtmek için son bölümde bu melankolik farenin yaşama karşı tavrını belirtmek bir gösterge olabilir. Fare Colin’in durumuna üzüntüsünü yolda karşılaştığı bir kediye anlatır ve kedi de ona yardım teklif eder:

"– O zaman hal böyleyse, sana böyle bir yardım etmek isterim…
–  Çok iyisin, dedi fare.
–  Başını ağzıma koy, dedi kedi, ve bekle.
(…)
Küçük siyah gözlerini kapadı ve başını yerleştirdi. Kedi sivri dişlerini dikkatlice ince, yumuşak, gri boynun üstüne indirdi. Tüylü kuyruğunu açtı ve kaldırımın üstüne uzattı.
Papalığa bağlı Jules yetimhanesinden çıkan on bir kör kız şarkı söyleyerek geliyordu."[16]

Caz ve aşkın birbirinin yerine geçtiği, fantastik olay örgüsü ve ironik göndermelerle bezenmiş bu roman, melodramın ve bireysel trajedilerin ötesine de geçen söylemler üretiyor. Paranın anlam(sızlığ)ı, çalışmanın köleleştirici yanı, savaş karşıtlığı, sıradan yaşamın manasızlığı farklı yerlerde ve gerçeküstücü anlatım biçimiyle ele alınırken, okuyucuya farklı bir okuma deneyimi önermenin dışında, gerçeküstücü edebiyatın etkisine ve gücüne dair de bir fikir veriyor aslında.

 

NOTLAR: 


[1] Bakınız Jazzdergisi.com. Genel olarak caz tarihi hakkında pek çok yayın olmakla birlikte, Türkçede iki kitap meraklısı ve yeni başlayanlar için tavsiye edilebilir: Joachim E. Berendt, Caz Kitabı, çev. Neşe Ozan (İstanbul: Ayrıntı, 2010). Cüneyt Sermet, Cazın İçinden (İstanbul: Pan Yayıncılık, 1990).

[2] E. L. Doctorow, Caz Dönemi, çev. Tomris Uyar (İstanbul: Can Yayınları, 2000).

[3] Toni Morrison, Caz, çev. Nihal Yeğinobalı (İstanbul: Simavi Yayınları, 1994).

[4] Berna Moran, Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış I Ahmet Mithat’tan A.H. Tanpınar’a (İstanbul: İletişim, 1983), 274-275; Zeynep Bayramoğlu, Huzursuz Huzur ve Tekinsiz Saatler, Ahmet Hamdi Tanpınar Üzerine Tezler (İstanbul: YKY, 2007), 31.

[5] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, çev. Elif Ertan (İstanbul: E Yayınları, 2004).

[6] Le Desertur şarkısının faklı dillerdeki versiyonları için buraya tıklayınız.

[7]Önsöz”, içinde Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 19.

[8] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 28.

[9] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 153.

[10] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 58.

[11] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 62.

[12] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 153.

[13] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 137.

[14]Önsöz”, içinde Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 19.

[15] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 166.

[16] Boris Vian, Günlerin Köpüğü, s. 252-253.