Cemal Süreya’nın poetik komünü

"Cemal Süreya’nın poetik tavrında, ‘60’ların ortasında, bir değişim meydana gelir. Süreya sanki bir durum değerlendirmesi yapmış gibidir. Ayrıştırıcı polemik ve kavga terk edilir ve onun yerine, gerek ‘günümüz şiiri’ denen olguyu yerli yerine koyma, gerekse geçmişte eleştirilen şiiri, şairi yeniden tanımlama, yani poetikayı yeniden inşa etme tavrı ön plana çıkar."

16 Haziran 2022 06:57

Cemal Süreya’nın son yıllarını, onun komün yılları olarak adlandırmak gerekir.

Cemal Süreya genellikle son günleriyle hatırlanır. Birçok şairin saygıyla ve özlemle andığı, belki de masasında yer almak için fırsat kolladığı, gıpta edilen bir usta şair. Onun son yıllarının ayırıcı özelliği, kapısının her şaire, yazara açık olmasındadır. Ölümünden sonraki günlerde bazı şairler model edinmeye de çalıştı onun komün ruhunu ama pek başarılı olamadılar. Gözden kaçırdıkları, Cemal Süreya’nın komün günleri dediğim şeyin uzun, badireli bir tırmanıştan sonra varılan bir yayla olduğudur. Hem yazılarında hem hayatında görülen bir durumdur bu. Cemal Süreya’nın şairlik kariyeri polemikle, ayrışmayla başlar. Cemal Süreya’nın şairliği polemikle, yani bölme ve çıkarmayla açılır ama komün yaşamıyla, yani toplamayla, toplanmayla, çarpmayla kapanır.

***

İkinci Yeni şairleri, henüz ilk şiirlerini yayınladıkları günlerde, eleştiri ve poetik polemik yazıları vasıtasıyla, kendi şiirleriyle kendilerinden önce yazılmış ve yazılagelmekte olan şiir arasındaki farkı görünür kılmış, dahası bu farklılığı görünür kılmakla kalmamış, önceki şiirle bu şiir arasındaki mesafeyi aşılmaz bir uçuruma, geçilmez derin bir yarığa, aporia’ya dönüştürmüştür. İkinci Yeni şiiriyle daha öncesinde yazılmış veya yazılagelmekte olan şiir arasındaki uzlaşmaz ayrım daha ilk günlerde, bir yıl içinde olup biter. O bir yıl 1956 yılıdır. Henüz yeni yayınlanmakta olan şiirler kitaplaştırılıp bir toplam olarak okur önüne çıkmış değildir. Sözünü ettiğim poetik ve polemik yazıları iki kişiye aittir: Muzaffer İlhan Erdost ve Cemal Süreya.

Erdost’un yazılarıyla Süreya’nın yazıları arasında temel bir fark söz konusudur. Erdost’un yazılarını eleştiri ve kuramsal bakış tanımlarken, Süreya’nın yazılarını şairliği ve poetika teorisi tanımlamaktadır. Süreya’nın söz konusu bu yazıları onu İkinci Yeni’nin kuramcısı haline getirmeden önce, İkinci Yeni’nin öncüsü, polemikçisi haline getirmektedir.

Cemal Süreya’nın o yıllardaki yazılarını konuları bakımından ikiye ayırmak mümkün: İlki kendinden önce yazılagelen şiire yönelik olarak kaleme aldığı polemik yazıları, ikincisi ise kendi şiirinin poetik dünya görüşünü dile getirdiği yazıları. Bu ikinci bağlama “Folklor Şiire Düşman”, “Şiir Anayasaya Aykırıdır” başlıklı yazıları örnek verilebilir. Bunlar da çok tartışılmış yazılardır ama üzerinde durmak istediğim bu yazılar değil, ilk sırada yer alan polemik yazıları.

Özellikle Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak kitabına yönelik olarak düzenlenen soruşturma İkinci Yeni şiiriyle İkinci Yeni’den önceki şiirin arasında devasa bir yarık, uzlaşmaz bir karşıtlık, bir araya gelmeyi önleyen bir gerilim yaratır. Perçemli Sokak’ın İkinci Yeni’yle biçimsel benzerliğinden bile söz etmek mümkünsüz kılınmıştır. Tam bir devrimci kopuş söz konusudur. Bir başka örnek vermek gerekirse, Cemal Süreya’nın Pazar Postası’nın 8 Ocak 1956 tarihli sayısında yayınlanan “Oktay Rifat’ın Şiirinde Fırsat Rantı” başlıklı yazısını anmak gerekir. Yazının başlığı bile depresyon yapıcı niteliktedir.

Cemal Süreya’nın kendi imzasıyla yazdığı İkinci Yeni yazıları

“Oktay Rifat’ın Şiirinde Fırsat Rantı”, Pazar Postası, 8 Ocak 1956

“Folklor Şiire Düşman”, A, Ekim 1956

“Dinamit”, A, Mart 1957

“Şapkam Dolu Çiçekle”, Vatan, 31 Temmuz 1957

“Etkiler Ağı”, Vatan, 16 Ağustos 1957

“Kapalı Kedi”, Pazar Postası, 1 Eylül 1957

“Üzgünüm Leyla”, Vatan, 18 Eylül 1957

“Öz Konuyu Aşar Parantezi”, Pazar Postası, 20 Ekim 1957

“Sirk”, Pazar Postası, 8 Aralık 1957

“Şiir Adamı Rahatsız Etmeli”, Pazar Postası, 9 Ocak 1958

“Camgözde Tikler”, Vatan, 18 Aralık 1958

“Külebi Dahil”, Vatan, 20 Ekim 1959

 

Cemal Süreya’nın, Osman Mazlum’un imzasıyla yazdığı yazılar

“Ömer Haybe”, Pazar Postası, 1 Eylül 1957

“Toplumculaştırmadıklarımızdan”, Pazar Postası, 1 Ekim 1957

“Artıra Artıra”, Pazar Postası, 27 Ekim 1957

“Ömer Haybe”, Pazar Postası, 8 Aralık 1957

“Duru Gök”, Pazar Postası, 16 Şubat 1958

“Yeditepe Armağanı Dolaylarında”, Pazar Postası, 9 Mart 1958

“Şairin kendini tanıması”, Pazar Postası, 6 Nisan 1958

“Şiirin sefaleti”, Pazar Postası, 27 Nisan 1958

“Şiir Evreni Değiştirir”, Papirüs, Ağustos 1960 (Oktay Rifat Hakkında)

Cemal Süreya’nın bu yazıları pek bilinmez, üzerinde durulup tartışılmamıştır. Bunun nedenini Süreya’nın kendisinin bu yazılarına karşı tavrında aramak gerek. Süreya bu yazılarını pek anmamış, üzerinde durmamış, kitaplarına almamıştır. Dahası, henüz ‘60’lı yıllara varmadan bu yazılardaki tavrını değiştirmiş ve bakış tarzını ve konumunu yenilemiştir. Bu yazılar ancak ölümünden sonra, Toplu Yazılar’a alınacaktır. Ama Pazar Postası’nı incelerseniz bu yazıların şiddetini hissedersiniz.

Cemal Süreya’nın poetik tavrında, ‘60’ların ortasında, bir değişim meydana gelir. Süreya sanki bir durum değerlendirmesi yapmış gibidir. Ayrıştırıcı polemik ve kavga terk edilir ve onun yerine, gerek ‘günümüz şiiri’ denen olguyu yerli yerine koyma, gerekse geçmişte eleştirilen şiiri, şairi yeniden tanımlama, yani poetikayı yeniden inşa etme tavrı ön plana çıkar. Bir tarihlendirme yapmak gerekirse, bu tavır değişikliğinin ‘60’lı yılların ortasında, yani 1965 yılında ortaya çıktığını ileri sürmek mümkün. 1965 yılını söz konusu tavır değişikliğinde bir başlangıç noktası olarak ele almamızın iki dayanağı var. Birincisi, Cemal Süreya’nın ikinci şiir kitabı olan Göçebe’nin 1965 yılında yayınlanmış olmasıdır. Süreya, Üvercinka (1958) ile birlikte Türk şiirine girmiş olduğunu hissetmiş görünüyor. [Üvercinka, dönemin en önemli şiir ödülü olarak görüle Yeditepe Şiir Ödülü’nü kazanmıştır.] İkincisi, sözünü ettiğim bu tavır değişikliğini içeren yazılarını Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle (1976) adıyla kitaplaştıracaktır. Kitabı oluşturan yazıların ilki 1965 yılında kaleme alınmıştır. Ve kitabın adı polemiğe değil, barışa odaklandığını gösterir. Süreya’nın önemsediği kitaplarından biridir Şapkam Dolu Çiçekle. Bir başka çok önemli olgu ise, Süreya’nın, Oktay Rifat ile ilgili olarak kaleme aldığı iki yeni yazıdır:“Oktay Rifat’ın Şiir Çizelgesi” (1969) ile “Elleri Var” (1972), 1956’da yazdığı yazının aksine, Oktay Rifat’ın şiirini analiz eden barış yazılarıdır.

***

Süreya’nın yazılarında görülen bu poetik tavır değişikliğine içsel değişim diyebiliriz. Ama Cemal Süreya’nın eleştirmen ve kuramcı kariyerinin pratiğine baktığımızda çok daha önemli bir olguyla karşılaşırız. Bu olgu, Süreya’nın 1966-71 yılları arasında çıkardığı Papirüs dergisinde vücut bulur. Burada kendisini ve İkinci Yeni’yi inşa edecek, hatta yukarıda künyelerini verdiğim yazıların yayınlandığı yıllardaki poetik tutumunu değiştirerek, bütün Cumhuriyet şiirini yeniden inşa etme çabasına girişecektir. Derginin yayınlandığı beş yıllık sürede birçok şaire özel bölüm hazırlanır; bu şairlerin isimleri şöyle:

Nâzım Hikmet (özel sayı), Ercümend Behzad Lav, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ahmet Muhip Dıranas, Yaşar Nabi Nayır, Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal, Cahit Külebi, Orhan Veli (özel sayı), Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Salah Birsel, Metin Eloğlu, Özdemir Asaf, Ceyhun Atuf Kansu, Hasan İzzettin Dinamo, Ömer Faruk Toprak, Mehmed Kemal, Mehmet Başaran, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat, Necati Cumalı, Arif Damar, İlhami Bekir, Talip Apaydın, Fethi Giray, A. Kadir, Ahmed Arif, Ece Ayhan, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ülkü Tamer, Tevfik Akdağ, İlhan Berk, Can Yücel, Ahmet Oktay, Attila İlhan, Gülten Akın, Hasan Hüseyin, Kemal Özer, Nihat Ziyalan, Özdemir İnce, Sabri Altınel, Tahsin Saraç, Yılmaz Gruda.

Dikkat edilirse, burada İkinci Yeni poetikasına göre yapılan bir tercih söz konusu değildir. Burada öncelikle dikkati çeken, Süreya’nın daha önce oldukça sert biçimde eleştirdiği Oktay Rifat, Necatigil, Attila İlhan gibi şairlerle birlikte, toplumcu şairlere dergisinde özel bölüm hazırlamasıdır. Birinci gruptakiler, kendi şiiriyle İkinci Yeni’yi inşa ederken eleştirdiği, polemik içinde olduğu şairlerdir. İkincisi ise ‘70’lerde yükselerek ‘90’lara kadar devam edecek olan İkinci Yeni/Toplumcu Şiir gerginliğinin şairleridir. Ama Cemal Süreya’nın buradaki poetik niyeti daha önemli ve daha büyüktür.

 

Bu isimlerin toplamı yakından incelenirse, Cemal Süreya’nın burada Cumhuriyet dönemi şiirinin bir tablosunu çıkardığını görürüz. Aslında bu bir tür Cumhuriyet dönemi Türk şiiri tarihi tablosudur; Nâzım Hikmet’le açılır, ‘30’lu, ‘40’lı yılların şairleri, Garip, toplumcu şairler, İkinci Yeni ve İkinci Yeni’yi izleyenler biçiminde sıralanır. Tabii yukarıdaki sırayla yapılmamıştır özel bölümler, karmaşıktır ama beş yıl içinde özel bölüme tercih edilen şairlerin oluşturduğu tarihçe böyledir. Süreya burada Cumhuriyet dönemi şiirini yeniden dizayn etmektedir. Ve bu dizayn, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin sol açısından, sola göre yapılan bir dizaynıdır; solda yer alan şairlerin altının çizilmesi söz konusudur. ‘90’lara kadar gelen, şiirimizin ustaları algısı böyle oluşturulmuştur da diyebiliriz.

Türk şiirindeki sağ-sol bölünmesi ‘60’lı yıllarda ortaya çıktı. Bunun iki mimarı vardır. Bu bölünmenin ya da şiir tarihimizin yeniden tarihlendirilmesinin soldaki mimarı Cemal Süreya’dır.[1] Süreya’nın, derginin ilk sayılarında “imzasız” olarak yayımladığı yazıların başlığı da fikir verici niteliktedir: “Tarihsel Kötümserlik”, “Sağcıların Çıkmazı”, “Mitoloji Havarileri”… Burada özellikle ikinci yazıya dikkat çekerim. Süreya’nın, Papirus’tan Başyazılar kitabı bu açıdan yeniden okunmalıdır.

***

Cemal Süreya’nın diğer şairlere yönelik tavrındaki bir diğer önemli değişimin de ‘70’li yılların ikinci yarısından sonra ortaya çıktığı görülüyor. Bu tavır ‘80’li yıllarda çok daha berraklaşır. Bu değişimin biçimini, niyetini ve neliğini Günler’inde, kendi gündelik hayatında görmek mümkündür: Kendisinden sonra gelen kuşakla ve onun yazdığı şiirle ilgilenme biçiminde ortaya çıkan durumdur bu. Burada iki temel ayrıcı özellik söz konusudur. Birincisi, Süreya kendi kuşağından iki kuşak sonra gelen şairlerle iletişim içine girer. Bu iletişim onlarla birlikte varolma tarzında bir iletişimdir. Söz gelimi Ramazan Üren ile birlikte Yeni Yaprak dergisini çıkarma girişimine dahil olur. Şapkam Dolu Çiçekle’nin yeni baskısının, dönemin genç kuşağının kendi şiirlerini yayınladığı amatör bir yayınevinden yapılmasına izin verir. İkincisi, iletişim içinde olduğu bu genç şairler, kendi şiirini takip eden şairler değildir. İkinci Yeni poetikasından bağımsız olmakla birlikte, toplumcu şairler de söz konusudur. Buradaki varlıksal tavrın poetika ile değil, genel olarak şiirle ilgili olduğu çok açıktır. Bir poetik anlayışın ortaklığından değil, bir şairlik hali, bir şiir ruhu vesilesiyle bir araya geliştir bu. Cemal Süreya, Hilmi Yavuz’la da oturmuştur, Mehmet Taner’le de, Ebubekir Eroğlu ve İsmail Uyaroğlu ile de, Enis Batur ile de… Özellikle birlikte oturduğu bu şairlerle çekilmiş fotoğraflar yakından irdelendiğinde, masada ortak ve eşit bir ruh halinin olduğu çok net görülür. Dikey değil yatay bir ilişkidir söz konusu olan. Bir arada olmalarından ve konuştukları konulardan aldıkları zevki yüzlerinde görmek mümkündür. Burada söz konusu olan, şiire ilişkin görgüyü, bilgiyi, adabı paylaşma halidir. Cemal Süreya komünü dediğim bu. Günler, komün dediğim bu hep birlikte olma halinin kaleme alındığı bir tutanak, teorik bir kayıt olarak ortaya çıkar.

Cemal Süreya’nın bu tavrına, pratik düzlemde olmasa da, teorik olarak Turgut Uyar da dahil olmuş gibidir. Dahil olma değil aslında, bugün tek ciltte toplanan [Korkulu Ustalık, 2009] yazılarını hesaba kattığımızda, Turgut Uyar’da aynı ruh halinin olduğunu görürüz. Turgut Uyar’ı merkeze alarak bu ruh halini, şiire ilişkin edinilmiş deneyim ve görgüyü, Türk şiirinin vücuda geldiği, oluş ânının bütünlüğü içinde paylaşmak hali olarak tanımlamak mümkün. Bir Şiirden çok bilinir; ama dergilerde yayınlanan şiirler hakkında da çokça yazmıştır, bu yazılar pek bilinmez.  Burada söz konusu olan da, teorik düzlemde hep birlikte olma duygusudur. Edip Cansever hiç karışmamış görünüyor bu duruma. Ece Ayhan ile İlhan Berk arada bir yeni isimleri dile getirirlerdi; daha çok mektuplaşmış onlar. O nedenle Cemal Süreya komünü diyorum. “Güvercin Curnatası”nda da bu komün halini görmek mümkün.

Şunu da eklemek gerekir: Cemal Süreya ile aynı masada oturmuş şairler onunla ilgili olumsuz bir anıyı dile getirmemiştir. Cemal Süreya daha çok özlemle ve hasretle anılır. Bununla birlikte bu söz konusu şairlerin, Cemal Süreya’dan el alamamış olmaları, yani onun yaşama biçimini devam ettirememiş olmaları çok ilginç ve düşündürücüdür.

 


[1] Bölünmenin sağdaki mimarı ise Sezai Karakoç’tur. Karakoç’un sağdan çok İslami kesimde yer aldığı dile getirilecektir belki bir itiraz olarak. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde İslami olanın dışında bir sağ poetika inşa edilememiştir ve İslami kesimden başka bir poetik sağ yoktur. Karakoç’un, Türk şiirinin ‘60’lı yıllarda sağ ve sol diye ikiye bölünmesinin iki mimarından biri olduğunun temellendirilmesine gelince… Rasim Özdenören’in, Hece dergisinin “Cahit Zarifoğlu” özel sayısında (Haziran 2007), Cahit Zarifoğlu’yla ilgili, “Kuşbakışı” başlıklı bir yazısı var. Çok değerli bir yazıdır. Özdenören bu yazıda Sezai Karakoç’la tanışmalarına, Karakoç’un onlara okuma tavsiyelerinde bulunduğuna, yazılarını her dergide yayınlayamayacaklarını söylediğine değinir. Bu son değini için, Karakoç’un “biz Müslümanız” [yani başka kimliği olan dergilerde yazılarımızı yayınlayamayız] dediğini belirtir.