“Her şeyi isteyen” bir queer politika için üçüncü cinsiyet hiçbir şeyi ifade etmeyecektir. Çünkü arzunun bastırılamaz akışkanlığında potansiyel olarak bekleyen sonsuz sayıda antropomorfik olmayan cinsiyet vardır
02 Şubat 2017 13:58
Hindistan ve Almanya gibi ülkeler LGBTİ bireylerin cinsel yönelimlerini üçüncü cinsiyet olarak resmen tanıdı. Radikal queer politika açısından bu tanınmanın bir zaferi mi yoksa zafer görünümlü bir başka açık hava hapishanesini mi imlediği tartışma konusu. Konuyu toplumsal cinsiyeti de kapsayan bir radikal politik imgelem bağlamında inceleyeceğimiz metinde, Deleuze ve Guattarici bir queer politikanın mümkünlüğü açısından üçüncü cinsiyet kabulünü tartışmaya açacağız.
Cinsiyet farklılığı üzerine üretilmeyi bekleyen queer bir refleksiyon, düşüncemizi bizden önce düşünülmüş olanın ön-düzenlemesine tabi tutan kanaatlerin farklılığı algılama biçiminden bağımsız, olumlayıcı bir perspektiften tekrar ele alınmak üzere güncelliğini koruyor. Farkı, her zaman bir dışsal ilişki uzamından ötekine görece fark olarak düşünerek bir karşıtlığa indirgeyen verili düşünce kalıplarımız, özdeşlik üstüne kurulu bir şema dahilinde farkı, karşıtının olumsuzu olarak kurgulamaktadır. Farkı, Aynılık-Ötekilik şemasına yerleştiren her perspektif, farkta saklı akımları çoğaltan içsel olumlamayı bir Ötekilik olarak Aynıya yönelmiş dışsal bir olumsuzlamaya indirgemiş ve farkı özdeşlik mantığının zapturaptı altına almıştır. Bu şemada fark, en baştan Aynının olmadığı her şey (Ötekilik) olarak kodlanarak özdeşliğin bir parçasına indirgenmiştir. Farkı, kendinde fark olarak kendine dahi özdeş olamayan bir sürekli farklanma şeklinde değil, bir görece fark olarak kurgulayarak onu olumsuza indirgemek sanki kanaatlerimizi teşkil eden temel unsurdur. Ve kanaatlerin olduğu yerde düşüncenin henüz filizlenmemiş olduğunu hatırlatmak gerekir. Halbuki farkı bir dışsallık içinden değil, bir içsel fark olarak dönüşümsel potansiyeli yüksek bir kendine özdeş olamama hali şeklinde kavramak gerekir. Bu sorun politik olanı ele geçirmiş, bütün radikal politik mücadeleyi bir olumsuzlama meselesine dönüştürmüştür. Ancak yapılması gereken iktidarın verili politik doğurgularının mücadeleyi ikilikler arasındaki bir çıkmaz olarak kurgulayan yapısında bir kırılma yaratmak, Deleuze ve Guattari’nin hatırlattığı şekilde içsel farkın aktüelleştiği kaçış çizgileri çekebilmektir. Kaçış çizgileri üreten bir politik mücadele imgesi, özdeşlik mantığının politik mücadeleyi bir kısır döngüye yani ezilen bir kimliğin ezen bir kimliğe karşı kendi özdeşliğini kabul ettirebilme meselesine indirgediği yerde farklı mümkün olabilirlik sahaları açarak özdeşlik mantığı tarafından ön-düzenlemeye tabi tutulmamış gerçek politik antagonizmalar yaratmaktır. Çünkü antagonizma Aynı ile Öteki arasında değildir. Antagonizma, özdeşlik mantığının biçimlendirdiği siyasal ilişkisellik biçimleriyle içsel fark olarak aktüelleşip verili olanı dağıtan, kurucu siyasal güçler arasındadır.
Burada Deleuze ve Guattari’nin molar-moleküler ayrımına başvurmak, kastedilen için açıklayıcı olacaktır. Molarlık, standardize edilmiş kiplikler olarak normların sistematik bir tanınabilirlik kıstası oluşturarak yaşamın formsuz maddesini biçimlendirdiği yani bedene kimlikler dayattığı bütünlüklerdir. Yaşamın formsuz maddesi olarak beden aslında cinsiyetsizdir; toplumsalın molar düzenlemeleri ona bir kadın ya da erkek olarak cinsiyet tahsis eder. Sözde bir cinsiyetin özdeşliği üzerinden deneyimin farklı veçhelerine çekilmiş bu molar sınırlandırma, özdeşlik mantığının politik olana yansımasından başka bir şey değildir. Aynılık-ötekilik şemasının ifade ettiği ilişkisellik, molar bir diyagramın ördüğü ağ içinde kimliklerin kısır bir çatışmasını örgütlemektedir. Kısırdır çünkü “ikili-tekanlamlılık” diyebileceğimiz bir işgüzarlık, ilişkiselliğin doğasını baştan belirlemiştir. Kadın-erkek standardının çizdiği kıstasın yanı sıra görece vardır. Simgesel düzen içinde kadın-erkek arasındaki ikilik, gösteren diktatörü olarak fallusun tekanlamlı yapılandırıcı işlemine tabidir. Yani ilişki ikili görünmekte ancak daha derinlerde Fallus-merkezli tekanlamlılığını korumaktadır. Bu tekanlamlılığı üreten, cinselliğin antropomorfik temsilidir.
“Antropomorfık temsil olarak adlandırdığımız şey, hem iki cinsiyet olduğuna dair fikir, hem de sadece bir tane olduğuna dair fikirdir. Freudculuğun bu tuhaf fikirle nasıl sızdığı bilinir, bu fikir, eksiklik olarak tarif edilen kadınla ilişkili olarak, namevcudiyet olarak kadın cinsiyetiyle ilişkili olarak, nihayetinde yalnızca bir cinsiyet, erkek bulunduğuna dairdir.”[1]
Bu antropomorfik temsilin sabitleştirdiği çelişki içinde kalındığı müddetçe, her politik girişim, tüm gösteren zincirlerini üst-kodlayan fallusun erkek kimliğiyle yeniden ya da kadın kimliğiyle tersinden onaylamasına varacak ve toplumsal cinsiyetin ataerkil doğası kendini bu ilişkide yeniden ve yeniden üretecektir. Bu noktada molekülerlik, sabit kimliklerin altında saklı kalmış çokluklar şeklinde yaşamın herhangi bir kimliğe oturtulamaz akışkanlığı olarak karşımıza çıkar. Moleküler akışları yakalamış bir beden, kendine tahsis edilen kimliklerin veya cinsiyetin deneyimi kısırlaştıran duvarlarını kıracaktır. Özetle mesele toplumsal cinsiyet olduğunda antagonizma erkek ve kadın arasında değil, cinselliği bu tarz antropomorfik temsillerle özdeşleştiren ve iktidar ilişkilerini, verili tahakkümleşmiş tarz içinde donduran molar biçimlenişlerle, cinselliğin antropomorfik olmayan tarzlarını keşfetmiş, cinsiyetlerin sınırları tarafından asla temellük edilemez olan moleküler cinsellik pratiklerinin çoğulluğu arasındadır. Bu anlamda radikal queer politika, cinsellik üzerindeki iktidarın antropomorfik temsilinden kaçan bir kaçış çizgisinin ifadesi olarak karşımıza çıkar. Queer, Deleuze ve Guattari’den alınmış bir perspektifle ele alındığında yalnızca eşcinsellik gibi bir başka kimliksel kabule indirgenemeyecek, içsel farkı aktüelleştirmiş “n” tane, sonsuz cinsiyetin keşfine yönelik bir moleküler cinsel-oluş politikasıdır. Molar cinsel temsil, cinsellik pratiklerindeki çoksesli ifade biçimlerini ve libidinal yüklenmedeki çoğalmaların potansiyel gücünü bir kimlik yanılsamasıyla yok etmek için anatomo-politik etkiler, fallus merkezci yaşam semiyotikleri üretmektedir. Moleküler bir queer politika, cinselliği arzuların mikropolitik üretkenliğiyle ilişkilendirecek ve sabitlik üzerinden kurulu imgenin katılaştırdığı yaşamın akışkan maddesini metastabil bir ivmelenmeyle molar biçimlenişi yarmak üzere harekete geçirecektir. Mesele cinselliğin molar temsile göre asimetrik bir fark oluşturduğu pratiklerin keşfi, cinsellik üzerindeki iktidar olarak cinsiyet dispozitiflerini dağıtacak kimliksiz cinsel-oluşların üretilmesidir. Cinselliğin, cinsiyet kabulleriyle disipliner bir yaşam semiyotiğine indirgendiği yerde queer politika, yaşamsal kuvvetlerin herhangi bir kategoriye indirgenemez ucube cinselliğinde saklı olan bir transseksüel estetiğiyle, sonsuz cinsiyetleri üretecek ve bu sonsuz cinsiyetleri karnavalesk bir cinsel devrimin güçleri olarak kullanacaktır.
“Her yerde mikroskopik bir transseksüellik vardır ki, kadınların erkekler kadar erkek içermesini ve erkeklerin birçok kadın içermesini, cinsiyetlerin istatistiksel düzenini altüst eden üretim ilişkilerine birinin diğeriyle, diğerinin biriyle dahil olmasını sağlamaktadır. Sevişmek ne sadece bir, ne de sadece iki olmaktır, ama yüz bin olmaktır.”[2]
Cinsellik pratiklerinin devlet-biçimli olmayan formlarını yakalamak, kimlik dışı, estetik eyleyiş biçimleriyle cinselliğin arzuları tek biçimli bir forma soktuğu değil, arzu akımlarını çoğalttığı biçimleri keşfetmek gerekmektedir. Deleuze ve Guattari için “erkek olmanın utancıyla” girilen bir kadın-oluş vardır. Kadın burada yalnızca üst standart olarak erkeğin alt standardı olduğu için vardır. Kadın-oluş asla bir kimlik romantizmi değildir. Çünkü önemli olan kadınların da kendi kadın-oluş çizgilerini keşfetmesidir. Fallus’un ikili tek-anlamlı işlevi düşünüldüğünde kadınların da henüz kadın olabildiği söylenemeyecektir. Bu kadın-oluş çizgisi cinselliğin antropomorfik temsilinin dışında insani-olmayan cinsiyetlerin keşfedileceği çizgidir. Mesele asla heteroseksüel “olmak” ya da homoseksüel “olmak” değildir. Heteroseksüellliği de, homoseksüelliği de devlet-biçimli olmayan cinsellik pratikleriyle icra etmek, arzu akımlarının moleküler patlamalar yaratacağı farklı dostluk mikropolitikalarını yani “oluş”ları yeni ortaklıklar inşa edebilmesi için pragmatize edebilmektir. Bu insanî olmayan cinsiyetler, devlet-biçimli döngüler içine hapsedilmiş arzunun bir kaçış çizgisiyle döngüsünü kırarak özgürleştiği her yerde her zaman hazırdır. Çünkü devlet-biçimli cinsellik pratiklerinin oluşturduğu cinsiyet temsilinin kabuklu biçimlenişi içinde erotizmin akımı çoğaltan, soğurulamaz yeğinlikli malzemesi hâlâ hazırdır. “Her zaman, biraz Proust’ta olduğu gibi, entegre olmuş sekslerin altında moleküler bir cinsellik fokurdar ve kaynar.”[3]
Bir radikal queer politika, cinselliğin yeğinlikli tecrübesini soğuran her türden düzenlemeye karşı kimliksiz-ucube bir cinselliğin yerliyurtlu cinsellik pratiklerini yersizyurtsuzlaştıracağı bir kaçış çizgisi yaratır. Toplumsalın bağrındaki tüm molar düzenlemeler, oluş halindeki bu moleküler cinselliği faşist-paranoyak vektörlerle bastırmaya çalışır. Ancak günümüzde kaçış çizgilerinin önünü tıkayan kapma aygıtları yönetimin çok daha sinsi biçimlerini keşfetmiştir. Çünkü bastırmaya nazaran düşünüldüğünde açık havada işleyen kimlik belgesi dispozitifleri çok daha işlevseldir. Özdeşlik yanılsaması LGBTİ militanları da bir arzu politikasından ayırıp molar politikanın küçük aktörlerine dönüştürmekte, moleküler cinsellik politikasını bir hak-hukuk mücadelesi şeklinde talep-çıkar siyasetine sıkıştırmaktadır. LGBTİ mücadelesinde ortaya çıkan cinsiyetlendirici dispozitifi dağıtma gücü yüksek devrimci potansiyel tam da bu şekilde soğurulmaktadır. Siyaset üzerindeki molar ön-düzenleme olarak reel politika, moleküler cinsellik pratiklerinin yaratacağı kültürel dönüşümü, bir hukuki tanınma işleminin temsili dünyasına indirger. Bugün LGBTİ bireylere verilen üçüncü cinsiyet hakkı da her ne kadar bir mücadelenin sonunda kazanılmış kazanım olarak gözükse dahi arzu politikasının muazzam devrimci potansiyelinin kazanılmış bir hak içinde soğurulmasını sağlamaktadır. İktidar antagonistik farkın tehlikesini bir ön-düzenleme stratejisi olarak reel politikanın her politikayı bir talep siyasetine indirgeyen kodlarıyla bertaraf etmektedir. İktidar, bir arzu politikasına “öyleyse ne istiyorsunuz?” sorusunu yönelterek onu kendi logos-merkezci dünyasına sıkıştırmak ister. Bu sorunun logosa daveti, her zaman için bir tanınma talebiyle karşılanacak ve arzu politikasının “her şeyi isteyen” potansiyeli böylelikle massedilecektir. Hatta daha da tehlikeli bir açıdan üçüncü cinsiyet kabulünün devlet-biçimli bir homoseksüellik yaratacağı söylenebilir. Çünkü moleküler bir LGBTİ politikasının sonsuz cinsellik pratiğini bir cinsel devrimi aktüelleştirecek tarzda yatay ağlarla genişleteceği etik-politik hat, devlet biçimli bir kimlik belgesi ahlakına dönüştürülmüştür.
“Her şeyi isteyen” bir queer politika için üçüncü cinsiyet hiçbir şeyi ifade etmeyecektir. Çünkü arzunun bastırılamaz akışkanlığında potansiyel olarak bekleyen sonsuz sayıda antropomorfik olmayan cinsiyet vardır. Her biri aktüelleşmeyi bekleyen bu cinsiyetleri, kategorilere dahil ederek sınıflandırmak arzunun sınırlarla uzlaşmaz gücünü sınırlandırmak isteyen bürokratların işidir. Tanınmayı talep ederek yatak odasına devleti çağırmaktansa cinselliğin verili biçimleri dışında sonsuz cinsiyeti aktüelleştirecek devrimci queer-oluş tarzlarını yaratmak direnişin görevidir. Devletin normal ya da anormal olarak kataloglandıramayacağı kadar çok cinsel anomali yaratılmalıdır. Çünkü sevişmek asla bir ya da iki olmak değildir. Sevişmek, Deleuze ve Guattari’nin hatırlattığı gibi “yüz bin olmaktır.”