Çok sıcak bir yaz ama şiir edebiyatın kalbinde

Yaz aylarında roman önerilir, ne hikmetse! Bense henüz yaz bitmeden şiir önereyim, kısa tanıtımlar yapayım. Şiir edebiyatın kalbidir; aslında bu ülkenin kalbindedir şiir, Anadolu’nun kalbindedir ve Trakya da Anadolu’ya dâhil’dir...

04 Ağustos 2016 14:30

Kalemin Ucu-XX

“Sevgili şair, yazar, düşünür ağabeyim Hilmi Yavuz’u tutuklama girişimi onun kişiliğinde şiire, sanata, kültüre yapılan en büyük hakarettir. Bunda medyanın, sahte aydınların, şiirden nasibini almamış (almaları zaten mümkün değildir) siyasilerin payı elbette büyüktür. Çok iyi biliyorum ki, hocam için bunlar ‘gereksiz’ şeylerdir. Sevgili ağabeyim her zaman kalbimdeydin, kalbimizdeydin; kalbimde, kalbimizde kalacaksın. Sevgiyle, saygıyla...”

Bu satırları yazmış Refik Durbaş[1]! Haksız mı? Hilmi Yavuz’un darbe girişimiyle ilişkilendirilmesi ve bu yüzden gözaltına alınması (bu satırları yazarken serbest bırakıldı!), ifâdesinin alınması vb. son derece ilginç ve şaşırtıcı! Ancak bu ülke baştan sona şaşırtıcı! Bu gibi durumlarda da sanırım dilciler “şaşırma” eyleminin yerine başka bir sözcük bulmalı; çünkü artık karşılamıyor! Gerçi bir sözcüğümüz daha var: saçma!

“Hava durumu”nda yanıldılar ancak!

Uzmanlar daha kış aylarında bu yazın mevsim sıcaklarının çok üzerinde olacağını, bilmem kaç yıldır olmayan sıcak havaları yaşayacağımızı söylemişti. O sıcaklar henüz olmadı, şimdiye kadar idâre ettik; ancak başka bağlamda gerçekten de en sıcak yazı yaşadık. 21. yüzyılın da en sıcak yazıydı! Şu 15 Temmuz darbe girişimi ya da kalkışması. Bu ülkeye darbelerden hiç hayır gelmedi, hep çok çektik, özellikle de solcular, aydınlar!

Tabiî ki darbeye hayır, hem de şiddetle, darbeyle demokrasi gelmiyor tam tersine demokrasi gidiyor. Bu arada hangi demokrasi diye sorabiliriz! Kuşkusuz îdam cezasına da hayır, işkenceye de; umarım daha aydınlık bir geleceğe doğru yol alırız! Neyse, konuma dönüp yazın bu –az– sıcağında şiir kitaplarının arasında dolaşayım. Çoğunlukla yaz aylarında roman önerilir, ne hikmetse! Bense henüz yaz bitmeden şiir önereyim, kısa tanıtımlar yapayım. Şiir edebiyatın kalbidir; aslında bu ülkenin kalbindedir şiir, Anadolu’nun kalbindedir ve Trakya da Anadolu’ya dâhil’dir...

Yaz ve şiir

Belki kaçınılmaz ama sanırım biraz da “kendi şiirimizi” okuruz; kendi anlamak istediğimiz, kendi anladığımız, desek sanki daha açımlayıcı. Melih Cevdet’in bir sözü bu bağlamda hep kulaklarımda çınlar, “bir şiirin üzerine biz konuşabiliriz” gibisinden demişti bir söyleşide. Şu ünlü ters yazılmış E dergisinde olmalı, Adnan Benk’in yönettiği. Öyle kalmış aklımda. Gelelim okuma önerilerime.

Bu yıl içinde yayınlanan şiir kitaplarından söz etmeden önce, kısaca da olsa geçmişten gelen, otuz beş yıl öncesinin bir kitabına uzanayım. Hilmi Yavuz’un 1981 yılında yayınlanan Yaz Şiirleri adlı bir kitabı[2] vardır. Kitabı babasına ithâf etmiştir. İki bölümden oluşur kitap: “geçen yaz” ile “bu yaz”. İster istemez “zaman” meselesi kitabın bütünündedir; bazen ilk anlamda çıkar bazen dizelerin arasında gizlendirilmiştir. Evet gizlenmemiştir de gizlendirilmiştir; benimki kötü bir ifâde ama! Bazen de sözcüğün ya da öbeğin çağrıştırdığıdır. Yaz’ın kendisi başka anlamlarla birlikte “birim” belirtisiyse, zaman ciddî bir biçimde vardır bu şiirlerde, her ne kadar Hilmi Yavuz daha sonra Zaman Şiirleri’ni yazacak olsa da.

Yine sözcüklerin “ilk” anlamlarının ötesine çıkmış (taşmış) olan şâirin düşünür kimliğini de görürsünüz bu şiirlerde. Behçet Necatigil’e, Lorca’ya da şiirler vardır. Bir kısmında Hilmi Yavuz olarak şâirin kendisi de şiirin içine girer. Dolayısıyla “Ben” sorgulamasıyla karşılaşırız. Tabiî ki yazın açan çeşitli renkteki güllerini de unutmamak gerek! “Koruganlar”dan son öbek:

ben şimdi bir gülü
kendi güvenliği için
bir sevda şiirine dönüştürmeye
yargılı bir şairim, yaptığım bu işte!
soru sorma, yolları kapat ve unut
yazları ve şiirleri
kimbilir nerede yazılan

Birinci Çoğul Şarkı

Geçtiğimiz Ekim’de yayınlanmıştı[3]. Başyapıt! Büyük emek ve yaratıcılık ürünü. Dört dörtlük bir verim. Neruda’nın Canto General, Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları 20. yüzyılda yayınlanmış destansı (epope) yapıtlardı. Alavo’nın (Erdal Alova) Birinci Çoğul Şarkı’sı da 21. yüzyılın metni. Büyük boy basılan kitap 286 sayfa. Alova bu şiirleri (şarkı) Kasım 2009-Haziran 2015 arası yazmış. 54 şarkı var. Ancak bu şarkıların alt başlıklı bölümleri, bir anlamda “alt şarkıları” da var; yâni “büyük bütün”ün parçaları. Bu birinci kitap; dolayısıyla kapsamlı kitabın ikincisini –bildiğim kadarıyla yazılıyor– merakla bekliyoruz! Memet Fuat’a ithâf edildiğini de belirteyim.

Alova sanki modern bir kuruluş destanını kaleme almış. Bu Anadolu, işte. Eski mitoslar, şiirler yol gösterici olmuş; onların üzerine de inşa edilmiş diyebiliriz. Kitabın özellikleri çok. İki belirgin özelliğinin altını çizeyim: birincisi son derece zengin bir sözcük dağarcığıyla karşılaşıyoruz; ötekisi de özel ad geçmiyor, dolayısıyla mitosların keşfine çıkıyoruz.

Göze alır mıydık geçmeyi
Bizi konuk edecek denize
Sıkışıp kalsaydı güvercin kuşu
Kıskacında kayaların?

Örneğin bu dizeler. Öncelikle aklımıza “altın post” mitosunu ve ona bağlı, onun içindeki alt öykücükleri getiriyor. İlgili karakterleri de. Kuşkusuz Boğaz’ın Karadeniz’e açılan kapısı; ya da tersi! Hepsi birbirine bağlı. Öte yandan şiirler, Anadolu’nun derinliğini, geçmişini, şimdisini bir “kültür tarih”i ekseninde (tema) bütünlüyor. Geçmişe yukarıdaki gibi giderken, bugüne ilişkin temalar (olay) da okuyoruz. Anlam derin ve çok katmanlı.

Alova kitabın arkasına koyduğu notlarda, hangi şairden, hangi şiirden el aldığını ya da alıntıladığını ya da esinlendiğini yazmış. Notların sonunda yer alan ve kitabın da sonu olan açıklama çok önemli: “Bu şiirin pek çok kaynağının başta geleni, kuşkusuz, Herodotos’un Tarih’idir.” Yüzlerce parçası olan “şiir” (şarkı) şöyle başlıyor:

Bizdik gelen bitik bir yurttan
Kayrasıyla rüzgârın, yıldızların
Tez giden teknemizle denizde.
Tuz gibi fışkırırdı dudaklarımızdan
Bir ağızdan söylediğimiz türküler
Bir parçasıydı kollarımız küreklerin.

Yol Şarkıları

15 yıldır şiir kitabı yayınlamamıştı Adnan Özer. Kuşkusuz birdenbire karşımıza çıkan Yol Şarkıları[4] sürpriz oldu. Şiirleri daha önce dergilerde okumuştum –ayrıca Özer dergilerde de çok az yayınladı–; ancak kitap olarak başka bir haz. Okuduğum kitaplarla ilgili tuttuğum notlarda Yol Şarkıları için kısaca şöyle yazmışım:

“... Doğanın ve sokağın içinden gelen bir ses, böylesine bir şâiranelik. Yine Trakya havasını ve insanlarını okuyoruz öncekilerden daha arı bir söyleyişle. Adnan artistliğini yalınlığına gizlemiş. Kuşkusuz iyi şâir, duende’si yoğun.” Bu duende sözcüğünü de Adan Özer, Lorca’dan alıp bize armağan etmişti.

Yol Şarkıları adı ister istemez bir “geçen zaman” çağrışımı yapıyor. Bunu nasıl dile getireceğimi tam bilemiyorum ama Özer’in kitaptaki bölüm başlıkları sanırım son derece yardımcı (açıklayıcı), şöyle ki: “Yol Şarkıları”, “Yağmurlar”, “Hikâyeler”, “Trakya’dan Şiirin Gelişi”, “Mahalle Şiirleri”, “Tekirdağ Şiirleri”, “Sürgün”. Her bölümde birden fazla şiir yer alırkan son bölümde “Batman Sürgünü 1969” başlıklı uzun bir şiir yer alıyor; son öbeği dolayısıyla da kitabın bitişi:

Bu sonsuz göçmene bütün tarifeler boş, her yere gidebilir ki onlar hiç bir yerlerdir.  Yağmura tutunur, ıslak trenlere, belki bir meraka. Neler neler geçer aklından ki hepsi ara seferlerdir olmayan bir güzergâhta...

Fakir Kene

Birhan Keskin’in son şiir kitabı Fakir Kene[5]. Kitabın ilk şiiri olan “Kargo” etkileyici bir şiir. İlk ve son öbek şöyle:

Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.

(...)

Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına

yandığım, kırkına birden deva olsun.


“Kargo”, sanki kitaba açılan bir kapı; onunla kitabın içine giriyoruz. Ad’ın ilk anlamına da uygun düşüyor. Acılar, yaşanmışlıklar şiire girmiş, okuyunca da acıklı geliyor. İnsan hâllerini görüyoruz yâni. Genel ve güncel olan. Anlatımcı özellik ağır basıyor, şiirin  –klasik bir deyişle– sınırlarını zorluyor; düzyazıyla akrabalık var. Var ama kitabın “ses” ve “ton”u şiir tabiî ki. Selim İleri de şöyle yazmış:

Fakir Kene yalnızca derin acının kol gezdiği bir kitap. Son yıllarda okuduğum en ‘sahici’ yapıt. Hâlâ kararsızım, tek bir şiir mi, şairin adlandırdığı ayrı ayrı şiirler mi, yoksa zaten şiirle yakarış ya da ilenç arasında bir şiir-roman mı? Edip Cansever karar vermeliydi. Bir özlemi vardı Edip Cansever’in: Durup dururken bir şiir kitabının ‘roman’a dönüşmesi. Fakir Kene, hele ‘Cümle Kapısı’ son bölümüyle en has şiirden roman dokusuna sızıyor. Roman sanatının çaresiz, zorunlu hantallığından elbette sıyrılarak.”[6]

Dokuz Katlı Sıdıka

Başlangıcından beri, hep çok sevmişimdir Deniz Durukan’ın şiirlerini, bunları da sevdim, adı da çok hoş. Dokuz Katlı Sıdıka[7] için de defterime şunları not etmişim: “Kitap üç bölüm: ‘Bay Pitt’, ‘Dokuz Katlı Sıdıka’ (ve ‘araya kayan görüntüler’), ‘Dikiş Dikme Teknikleri’. Bazılarını, sanıyorum birinci bölümdeki şiirleri dergilerde okumuştum. Dişil bir dil kurmaya çalışıyor (dolayısıyla dişil bir atmosfer) baştan beri; bu kitapta daha yoğunlaşmış ve benzer bağlamda (dişil) çarpıcı dizeler var. Etkileyici!”

Şöyde de söyleyebilirim Durukan için. Söylemi hep cesâretli ve bir anlamda da meydan okumadır. Dekolteli bir kadının erkeklerle dolu bir salona girdiğinde kendi dekoltesini hiç önemsememesi, aslında erkeklerin bakışını dolayısıyla erkeklerin varlığını yoksayışının dolayımıdır. Böylece kitaptaki şiirleri “tek bir şiir” olarak da düşünebiliriz; ayrıca bildik “ad”lara (güncel) da göndermeler var. Üçüncü yâni son bölümün son şiirleri düzyazı şiirler ve burada Bay Pitt tekrar karşımıza çıkar; kitap (şiir) da biter:

(Son replik

bay pit geldi mi?

– gelmedi.

hiç mi?

– hiç...)

Buradaki “pit” yazılımda bir dizgi hatası mı var? Çünkü bu noktaya kadar, başta ve bir önceki düzyazı şiirlerde pitt olarak geçmişti. Dizgi hatası yoksa, baştan beri gelen o dişil söylem ve “öykülemenin” özelliği olarak pitt bile isteye “pit” olmuş! Belki de hak etti! Sanırım dizgi hatası olmasa da “bu bay” hak etti! Durukan da kitaba dolayısıyla “Bay Pitt” başlıklı bölüme şöyle başlıyor:

en kestirme yol burası
iç kapı
gözlerini kısarak gir
çünkü başka bir yola sapıyorum
sütü sıcak pezevenklerin
saman nezlesi olmuş boynu kısa kadınların
kâğıda basılı gülmelerini koparıp atıyorum.

Issız İncir Ağacı

Birkaç ay oldu Gökçenur Ç.’nin son şiir kitabının çıkışı ama yeni okuyabildim. Issız İncir Ağacı[8], farklı (sanki “kurmaca”) bir kitap olmuş. Gökçenur Ç. kitabı 2010’de bitirmiş, kitap demlenmiş; bu yıl Nisan’a kadar beklemiş, bekletilmiş. Önsöz’de kitabın serüvenini, oluşumunu ayrıntılı bir biçimde açıklıyor. Bu önsöz aynı zamanda poetik bir yazı.

Issız İncir Ağacı haiku’lar ile Hint kutsal kitaplarından olan Upanişadlar üzerine kurulmuş. İşte bunları da açıklıyor şâir. Kitap bir roman gibi de kurgulanmış, dramatik özelliği var ama benim için çarpıcı bir özellik de şâirin babasına ithâf biçimi: “Babam ömrü boyunca yaşamanın ne demek olduğunu gösterdi bize.”

Zâten kitabın ilk bölümü olan “Gizli Bilgi” böylesine bir temayı (baba) içeriyor. Sonra “Anlat Bana Yazdıklarıma Benziyor mu Dünya?” başlıklı ikinci bölüm, herhalde ana bölüm, geliyor. Burada şiirler tek sayfada yâni sağ sayfada; sol sayfalar boş. Her sayfanın kendi serüveni var ve bunlar birbirleriyle “kardeş”. Sayfa şöyle akıyor: büyük (kapital) yazılmış başlık, haiku’lar, Upanişadlar’dan el alanlar, sayfanın en alt kısmındaki italik yazılmış lirik uzun dizeler. Bu dizeler de baştan aşağıya aşk. Erotizm oku da saplanmış bunların bazı yerlerine! Sayfanın üstündeki başlık da, üç “kısım”ın birinden düzenlenerek ortaya çıkmış. İşte o sayfanın sonundaki “aşk dizeleri”nden:

Sonradan öğrendim ki ilk sevişmede tutuşurmuş meleklerin kanatları, işte bu açıklayabilir, dedim o günden beri bana neden yere çakılmış bir şerçe yavrusu gibi baktığını.

 
[1] R. Durbaş 28 Temmuz’da kendi facebook sayfasında yazıp, paylaşmıştı.
[2] Cem yay.
[3] Türkiye İş Bankası Kültür yay., Ekim 2015
[4] Everest yay. Haziran 2016.
[5] Metis yay., Şubat 2016
[6] Radikal Kitap, 18.3.2016.
[7] Mylos Kitap yay., Ocak 2016
[8] Yitik Ülke yay., Nisan 2016.