Deniz, güneş ve Rodin

"Antalya’daki Rodin sergisi de Tanpınar’ın tarif ettiği bu poetik, baş döndürücü Akdeniz hissini hatırlatıyor insana. Serginin adı da bu açıdan isabetli: 'Tutkunun Heykeltıraşı Rodin.' Rodin’i ve diğer erken dönem modernleri (Baudelaire ve Nietzsche de dahil) 20. yüzyıl başı modernlerinden (Picasso ve Duchamp gibiler) ayıran şey sanırım yoğun duygulara ya da ‘tutku’ya halen tutkuyla bağlı olmalarıdır."

21 Temmuz 2022 20:00

Rodin’in Türkiye’deki macerası ilginçtir: Meşhur Düşünen Adam heykelinin replikası, düşünmenin tehlikelerine işaret etmek ister gibi Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesine yerleştirilmiştir. Replikanın yapım hikâyesi de ilginçtir: Tedavi için hastanede bulunan Kemal Künmat adlı bir heykeltıraş 1951 yılında heykeli yapmaya başlar ama çeşitli nedenlerle bitirmeyi reddeder; Düşünen Adamın bir eli eksik kalır. Sonra, hastaneye yatan başka biri (Mehmet Pişdar) bu eksiği tamamlar ve ‘akıl sağılığının yerinde’ olduğuna hükmedilerek taburcu edilir. Rodin’in heykeli halen o bahçede havuza bakıyor, görece kasvetli bir atmosferde. Rodin bu heykeli muhtemelen Dante’yi temsilen yapmıştı, ilk adı da zaten Düşünen Adam değil, Le Poéte, yani ‘şair’di. Belki de Dante ve Michelangelo gibi İtalyanlara olan hayranlığı nedeniyle, Rodin’in heykellerinde denize yakın, Akdenizli bir şeyler vardır. Düşünen Adam’ı deniz ve güneşle birleştirirseniz, o düşünme hali kasvetli bir hal olmaktan çıkıp, yoğun ve yaratıcı bir baş dönmesi haline dönüşebilir.

Geçen hafta böyle bir birleşimi görme ve deneyimleme şansım oldu: Antalya Kültür Sanat’ta açılan “Tutkunun Heykeltıraşı Rodin: Erbil Arkın Koleksiyonu’ndan Bir Seçki” adlı sergi vesilesiyle. Sergide geniş bir seçki yer alıyor ve Rodin’in sanat hayatının çeşitli adımlarını bir arada, Akdeniz’de görmek insana iyi geliyor: Akdeniz havası ve Rodin’in trajik duygusunun birleşmesi yoğun bir tecrübeye vesile oluyor. Modern heykelin başlatıcısı sayılan Rodin’de çok daha antik ve trajik bir yön de vardır, daha Akdenizli bir yön: Sergide hem bu trajik duyguyu hem modern-radikal Rodin’i aynı anda hissetmek mümkün.

***

Antalya’daki sergiden bahsetmeden önce Rodin’in modern sanat içindeki yerini hatırlayalım. Rodin öncesi romantik, idealize, kusursuz, kişisellikten uzak ve statik bir tavır görülürken, Rodin heykele gündelik olanı, kusurlu parçaları, şahsi psikolojiyi ve hareketi getirmişti. Ayrıca anıt heykel fikrinden uzaklaşıp, ‘an’ denen şeyi bütün kusurları, gerçekçiliği ve hareketiyle heykele dahil etmişti. Rodin’in bu daha parçalı ve dinamik heykel anlayışı onu daha ‘çağdaşımız’ kılıyor da diyebiliriz. Rodin’de önemli olan donmuş anıtlar ve geçmiş değil, şimdinin hareketleridir. Rodin’in yaptığı bir diğer şey de mitoloji ve alegorinin yerine, sosyoloji ve doğrudan temsili koymasıdır. Metafizik bir anlam arayışı değil, seküler bir ‘şimdi ve burada’ olma bilinci de Rodin’i ‘çağdaşımız’ yapan şeylerden bir diğeridir. Rodin’in Nietzsche, Balzac, Baudelaire, Freud, Nadar ve Isadora Duncan gibi ‘erken modernlerle’ bağlantısı olduğunu, bu açıdan ‘ilk modern çete’nin bir parçası olduğunu da not etmek lazım. Modernlerin alameti olan temel stratejileri görmek mümkün Rodin’de: Gündelik olana odaklanmak, parçalı ve kusurlu olanı temsil etmek, psikolojiye odaklanmak, bütün akışkanlığıyla ‘an’ı göstermek, konvansiyonel temsil biçimlerini bozmak, vesaire. Bütün bunları görmek için Balzac Heykeli’nin hikâyesini de hatırlayalım. Kendisinden bir Balzac anıtı yapması istendiğinde Rodin Balzac’ın görüntüsü yerine düşüncesini yansıtmak için, Balzac’ı geceleri yazı yazarken giydiği kıyafetle, hafiften ‘obscure’ bir biçimde temsil eder. Rodin’in Balzac’ı geçmişten gelen mitik bir figür değil, gece boyunca yazmış, yorgun ve gerçek bir yazardır. Romantik ve mitik değil, gerçekçi ve kusurlu. Benzer bir şeyi, sergide de yer alan Kırık Burunlu Adamın Maskesi’nde de görüyoruz: Sıradan bir adam, ‘kırık burnuyla’ idealize olmaktan uzak, şimdi ve burada bize bakan biri ete kemiğe (taşa) bürünür. Bu iki heykel de zamanında ‘heykel ideali’ne uymadıkları gerekçesiyle yadırganmış ve reddedilmiştir. Reddedildikleri noktada da modern heykel başlamıştır.

Solda: Rodin 1902'de atölyesinde. Arkada Balzac heykeli. (Fotoğraf: Eugène Druet)
Sağda: Kırık Burunlu Adamın Maskesi.

***

Şimdi gelelim, Rodin’i Akdeniz’de görme bahsine. Akdeniz’in sıcağında baş döndürücü, insana yoğun hisler veren, uğultulu bir duygu vardır. Güneş acımasızca parlarken, sıcağın verdiği baygınlık zaman zaman poetik bir hisse yol açar: Bu aşırı-güneşin rengi turuncu olabilirdi sanırım. Yaşar Kemal’in anlattığı ‘sarı sıcak’ın kuraklığını denizle ve daha rüyamsı bir hisle birleştiren, ‘turuncu sıcak’ diyebileceğim bir şey. Sarı sıcaktan daha bereketli, daha dirimsel bir his. Antalya’dan bir Yaşar Kemal çıkmadı ama Tanpınar Huzur’un bir bölümünde Akdeniz’in, özelde de Antalya’nın baş döndürücü halini anlatmıştı, şöyle:

“Burası Akdeniz’di. Mümtaz Akdeniz’in ne olduğunu, nasıl bir hayat rahatlığıyla insanı kavradığını, güneşin, berrak havanın… insanı nasıl terbiye ettiğini, ruhumuza nasıl dolduğunu… öğrendi... bunlar elmas kadar parlak bir güneşin altında… hiddeti, sükûneti, uzun baygınlıkları, lezzetleri hep onunla beraber yürüyen bir denizin karşısında, bayıltıcı portakal çiçeği, hanımeli, ful kokuları arasında oluyordu.”

Tanpınar’ın anlattığı bu manzara, neredeyse ‘Batılı’ yazarların egzotik Akdeniz tasvirlerini, mesela bir Lawrence Durrell metnini andırıyor, biraz ‘mübalağalı’ da gelebilir kulağa ama bir gerçeğe de dokunuyor: Havayı saran o baş döndürücü his. Tanpınar da zamanında şehrin yabancısı olarak bir süre orada bulunmuş, şehirde yaşayanların belki de kanıksadığı bu poetik duyguyu, baş dönmesi halini anlatabilmişti, yabancı gözüyle. Tanpınar’a göre bu histe ‘acayip anlamlar’ gizliydi.

Antalya’daki Rodin sergisi de Tanpınar’ın tarif ettiği bu poetik, baş döndürücü Akdeniz hissini hatırlatıyor insana. Serginin adı da bu açıdan isabetli: “Tutkunun Heykeltıraşı Rodin.” Rodin’i ve diğer erken dönem modernleri (Baudelaire ve Nietzsche de dahil) 20. yüzyıl başı modernlerinden (Picasso ve Duchamp gibiler) ayıran şey sanırım yoğun duygulara ya da ‘tutku’ya halen tutkuyla bağlı olmalarıdır. Belki de modern-öncesi dönemden aldıkları tek şey budur: yoğun bir duygunun ya da tutkunun arayışı. Ya da bir ‘genius’ olarak sanatçı fikri. Rodin bütün mesafeli ve yenilikçi modernizmine karşın kendi ateşiyle kendini yakabilecek kadar tutku dolu figürlerin heykellerini yapar. Sergide bu ‘tutkulu figürleri’ bir arada görebiliyoruz. İşlere eşlik eden, Rodin’den yapılmış bir alıntı serginin hissini de özetliyor:

“Sanatın doğabilmesi için, sanatçı öncelikle o ateşi yakabilecek bir kıvılcım yaratmalı ve yarattığı bu ateş tarafından yutulmaya hazır olmalıdır.”

Böyle bir tutkulu adanmışlık içinde ötekileri, bahtsızları, kurbanları ve lanetlenmiş figürleri heykele döken Rodin’in trajik bakışının ardında, Dante’nin İlahi Komedya’sına dayanan Cehennem Kapıları adlı devasa eseri yatıyor. Rodin’in bir ‘cehennem galerisi’ yarattığı bu eserin en üstünde meşhur Düşünen Adam duruyor ve Dante’nin ‘Cehennem’de tasvir ettiği ‘günahkârlar’ vücut buluyor. Sergide görülen Düşen Adam, Havva, Öpücük ve Ben Güzelim gibi heykeller bu cehennem tasvirinden alınıp başlı başına birer eser haline getirilmiş eserler: Trajik bir duygu böylece sergiyi kaplıyor. Buna İris Heykeli, Japon Dansçı Hasako’nun Maskesi, Kırık Burunlu Adamın Maskesi, Meditation, Callais Burjuvaları ve Camille Claudel’in Büstü gibi yoğun duygular yansıtan işler de eklenince, bu tutkulu his daha da artıyor.

Velhasıl, bütün bu ‘tarihsel’ işleri tek mekânda görmek gerçekten yoğun bir deneyimdi; deniz, güneş ve Rodin’in birleşmesi insanın Akdeniz’e bir an için Tanpınar yoğunluğunda bakmasına, tarih ve coğrafyanın derinliklerine inme isteğine vesile oluyor. Bir nevi epifani ânı gibi.

Daha önce Picasso ve Warhol sergileri de yapmış olan Antalya Kültür Sanat’ın böyle majör bir hatta ilerleyerek daha neler yapabileceğini merak ediyorum doğrusu. Kültür-sanatın yorgun ve meşgul merkezi İstanbul dışında böyle girişimlerin artması dileğiyle…

•