Pierre Bourdieu’nun Devlet Üzerine adlı kitabı bize devletle yeniden karşılaşma imkânı sunuyor. Maarif takvim, doodle, Roboskî'nin kaçakçısıyla Levent plazalarındaki vergi kaçıran, devletin mesleklere ve medyaya bakışına dair her şey...
13 Ağustos 2015 15:00
Genel olarak kritik geçiş evrelerinde egemenlerin büyük hamlelerini devletin yüksek-aklı olarak yorumlarız. Bu bir kavram olarak devlete yüklediğimiz olağanüstü anlamla ve onun kullanmasını normalleştirdiğimiz güçle ilişkilidir. Ama çoğumuz devletin üstüne diğer birçok nesnenin üstüne olduğu üzere düşünmeyi reddederiz. Devlet sosyolojisi üstüne düşünmek ise bundan çok daha bakir kalmış bir alan olarak tanımlanabilir. Pierre Bourdieu’nun Collège de France’da verdiği derslerin yayınlanan metinlerinin bir halkası olan ve orijinali 2012’de, Türkçe çevirisi ise 2015 yılında İletişim Yayınları tarafından yayınlanan Devlet Üzerine bize devletle yeni bir karşılaşma imkânı sunuyor.
Bourdieu devletin zaman ve mekânlara dair planlamalarının günlük hayata müdahalelerini kitabının metninin özünde aktarıyor. Bunu en açık ifadesiyle şu cümlelerle dile getiriyor:
“Takvimden daha sıradan bir şey yoktur. Milli bayramlarıyla, tatil günleriyle Cumhuriyet Takvimi dikkatimizi fazla vermediğimiz sudan bir şeydir, bu son derece doğal bir şeymiş gibi kabullenilir ve zamansallık algımızı bu kamusal zamanın yapıları belirler.” (Bourdieu, 2015, 22).
Yıllarca evlerimize giren saatli maarif takvimin üstünde devletin etkisinin tam olarak boyutlara geldiğini, bugün Google Calendar gibi aygıtlarda dahi nasıl yansıtılabildiğini bu cümlede görebiliyoruz. Ortalama bir saatli maarif takvimini düşündüğümüzde bize çocuğumuza vereceğimiz isimleri, belirli gün ve haftaları (devlet ve devletin benimsediği ya da sempati duyduğu dinle ilgili) ve hatta vergi gibi bazı sorumluluklarımızı dahi burada bulabileceğimizi görüyoruz. Bourdieu’nun zaman ve devlet ilişkisiyle ilgili bu sözleriyle karşı karşıya geldiğimde ilk baktığım yer kullandığım Google Takvim uygulaması oldu. Zafer Bayramı ve benzeri bazı “resmi” günler burada da es geçilmemişti. Doodle’lara baktığımda ise gerçekten Türk Lirası’na şahıs fotoğrafı basmak kadar belirgin bir devletin gündem belirleyiciliği gerçeğiyle karşı karşıya kaldım. Genel olarak hiçbir takvim, son yıllarda ortaya çıkan alternatif takvim ve ajandalar haricinde, bize devletin katliam tarihini anlatmıyordu. Hatırlamamız için kurgulanan gerçek tecrübe ettiğimizden oldukça farklı bir söyleme dayanıyordu. Biraz daha düşününce Bourdieu’nun bu söyleminin haber toplantılarına ve Türkiye’nin haber yapma rutinine de nasıl etki ettiğini görebiliyoruz. Elbette popüler ve alternatif mecralarda tarih referanslı yazılar yazan insanlar son yıllarda bu resmi tarihin dışına çıkıyorlar. Ama takvimde, yerel saatte ve daha birçok benzer zaman ölçütünde devlet tarafından yapılan müdahaleler bazen en muhalif gazetelerde bile banal milliyetçilik simgeleri üzerinden ortaya çıkabiliyor. Logonun hemen yanına kondurulmuş bir kalpak ve bir kurucu figür fotoğrafı bu iş için yetip de artıyor bile.
Bourdieu kitabında ayrıca devletin ortak faydayı gözetlemekle yükümlü olduğuna dair anlayışı sorguluyor. Peki gerçekten öyle mi? Bu noktada tarihçilerin nüfus sayımı konusunda ortaya koydukları perspektife başvuralım. Onlara göre devlet devletin nüfus sayımlarına vergi amaçlı olarak başlamıştır. Bu bölünme esaslarının belirlenmesini, toplumsal kategorilerin oluşturulmasını sağlayan bir stratejidir. Burada devlet bir değerlilik hiyerarşisini yurttaşlar için ortalamaya koyar. Bugün gözetim teknolojileri bu verileri derinleştirmek amacıyla hayatımızın ortasında durur. Meşru bir toplumsal kimliğin yaratılması için bu veriler devlet tarafından kullanılır. Yurttaşın kim olduğu, yurttaşlığı kimin hak ettiği gibi genel bilgi burada devletçe oluşturulur. Örneğin Roboskî’de ölenlerin yurttaş olarak makul olup olmadıklarının oldukça utanmaz bir şekilde tartışmaya açılabilmiş olması, kaçakçılık üzerinden ırkçı argüman üretilerek “devletin aslında yurttaşını öldürmediği” algısının yaratılması tam da böyle kodlamaların ürünüdür. Büyük bir şirketiniz olabilir ve vergi kaçırıyor olabilirsiniz. Muhtemelen bundan ötürü kimse Levent’teki holding binanızı insansız hava aracıyla bombalamayacaktır; ancak hem değer hiyerarşisinde alttaysanız hem de vergi vermeme gibi bir “mızıkçılık” yapıyorsanız devletin kodu ve dili bellidir. Bourdieu’nun bahsettiği hiyerarşi işte bu kadar keskindir.
Peki gözetim teknolojilerinin en önemli işlevi olan kategorilendirme ve profillemenin kökleri devlette yatar desek… Bu sizi şaşırtmaz muhtemelen. Zira devlet ‘categorien’ üstünden bizi otoritesini kullanarak kamuya açık şekilde itham eder ya da bize seslenir. Bu bir itham olduğunda devlet bize suçlu olup olmadığımızı söylüyor, cezamızı belirtiyor. Bazen de bizi statümüzle birlikte kutsuyor. Bize “seslenerek” bizi belirliyor. Sen bir öğretim üyesisin, sen bir gazetecisin diyerek sınır ve koşullarımızı bize söylüyor.
Bourdieu, hele ki konuşması devlet sosyolojisi üstüne kuruluysa elbette benim üstünden gittiğim konularla kısıtlandırılamaz; ama meslek konusunda söylediklerinden devam etmek istiyorum:
“Meslekler farklı numerus clausus formlarının koruması altındadırlar; en başta da mesleğe adım atmanın devlet tarafından teminatı diplomadır. Mesleklerin devlete karşı çıkması tesadüf değildir. Bourdieu, meslek mefhumunun aynen işadamları mefhumu gibi, kamuya olan mesafelerine göre bölünmüş zümrelere gönderme yaptığı ve devlete son derece güçlü biçimde bağlı olmayan hiçbir sektör bulunmadığı kanaatindedir.” (Bourdieu, 2015, 363-364)
Bu ise bugün “yandaş medya” ve benzeri birçok kavramın, ulusal çıkar haberciliği ve Kürt düşmanlığı gibi temel devlet refleksleri söz konusu olduğunda nasıl muğlâklaştığı üzerinden okunabilecek bir cümle ve devletin bizim için ne ifade ettiğini, devletin ne olduğunu ve neyi savunduğunu anlayabilmemiz açısından önemli bir gösterge. Mesleklerin sınırları, meslek örgütlerinin ve hatta “işyerinin ya da girişimin” sınırları işte tam da bu şekilde devletçe belirlenmektedir. Devletin en temel işlevlerinden biri meslekler ve girişimler üzerindeki baskısını sürekli kılmak ve regülasyon gücünü kaybetmemektir. Tam da bu nedenle belki de bugünlerde üstüne konuştuğumuz medya düzenine ya da çalışma rejimine ilişkin söylediklerimizin Türkiye’nin devlet geleneğince nasıl beslendiğini ve mevcut hükümetin bu geleneğin hem askeri hem ekonomik bağlamda nasıl iyi bir “mirasçısı” olduğunu görebiliriz.
Devleti yalnızca klasik bir liberalizm gözlüğüyle görmemek için Bourdieu’ya bakmak ve onunla birlikte düşünmek şart. Derslerindeki konuşmalarından oluşan bu kitap belki size bir etkileşim şansı vermiyor; ama dinlemenin erdemi düşünüldüğünde size çok fazla soru işareti katıyor. Zaten Bourdieu’nun en büyük alâmetifarikası da bu değil mi?