Yaşımız dolu dolu üç, konumuz da mutfak olunca, dördüncü yaşımızı karşılarken kalabalık bir aile sofrası kurduk sizlere, buyurun...
01 Şubat 2018 15:00
İnsanın mutfakla olan hikâyesi daha çocukluktan başlıyor, çünkü anne orada. Sonrasında ise anneanne, babaanne, teyze... Bana kalırsa mutfak en çok iyi- kötü çocukluk anılarına çatı.
Şimdilerde hiçbir şey hatırlamayan babaanneme “Levent Sokak’taki evi hatırlıyor musun, hani kocaman mutfağı vardı. Hani sen puf böreği yapıyordun, hatırladın mı” diye sorduğumda hiçbir şey söylemeyip birkaç saat sonra İskenderun’daki çocukluk evinin mutfağında olan bir olayı anlatmaya başlamıştı. Onun şimdilerde her şeyin silikleşip kaybolduğu hafızasında kalmıştı çocukluk evinin mutfağı. Ben ise kendi çocukluk evimin mutfağını hiç unutmadım. İşte Levent Sokak’taki o ev, o büyük mutfak, emaye süt tenceresi, kızartma tavası, teneke yağ kutularında karanfiller ve sardunyalar. Zorla yedirilen eti ağzımda dakikalarca çiğneyip, kimse görmeden o yağ tenekesinden bozma saksıların içine gömer ya da uzun divanın altındaki karanlığa atardım.
Kuzenimle birlikte mutfakta büyüdük desem yeridir, şimdi hiçbir şey hatırlamayan babaannemin Levent Sokak’taki mutfağında. O mutfak çocukluk hafızam, ailemin birleşip ayrıldığı yerdi. Yıllar sonra benim de torunum olursa, hafızamı geri çağırmaya çalıştığında bu çağrıya kulak verecek yerlerden birisi galiba o mutfak. İşte bu yüzden mutfak çocukluk biraz. Aile olmak, geniş ya da küçük ama bir masa etrafında oturmak. Bazen bunun çocuksu heyecanı, mutluluğu; bazen de aile denen şeyin ne kadar korkunç olduğunu düşünmek için uzun bir masa...
Ermeni mutfağı, bekâr mutfağı, geniş aile mutfağı, Kürt mutfağı, zengin mutfağı, 80'lerin mutfağı, Yahudi mutfağı, minimal mutfak...
Sofra, masa, türkü, güveç, dolap, salçalı ekmek, mis gibi kahve, mercimekli bulgur pilavı, sarma bonfile, sıcak çorba, dibi tutan muhallebi, tel dolap, somon füme, mama, turşu, havan, meze…
Ve sonra o yemeklerin birbirinden ayrılması. Bu ayrılığın yadırganması yahut kimlik üzerinden yapılan her zalimlik gibi “onların yemeklerini hiç sevmem, çok ... ” denebiliyor olması. Hep birlikte bir sofrada buluşamamanın acısı belki de bugün en büyük sorunumuz. Bizim bir arada olabileceğimiz mutfağımızı, yanan ocağımızı, bir arada oturabileceğimiz soframızı talan ediyorlar.
Şırnak’ın bir köyünde bir eve gitmiştim. Sofra kuruldu yere. Bir örtü, üzerinde tepsi. Tepside yoğurt, sac ekmeği, domates, zeytin ve ismini bilmediğim otlarla pişirilmiş yumurta -ki o yumurta bence misafir var diye yapılmıştı- hep paylaştığımız yemek ve mekân fotoğrafları arasına girebilir miydi fotoğrafını çeksem? Hem de yazsam şehirdeki tabelalara yazdıkları gibi “köy kahvaltısı” diye… Yaptım. Gerçek köy kahvaltısı işte! Hem de yaslı bir köyün, çocukları öldürülmüş bir köyün kahvaltısı.
Ve yas zamanı mutfak, sofra kara kara, helvası kavrulurken içi de kavrulanların dudağından dökülen dualar... Ve düğünde, doğumda dolup taşan mutfak; tabaklar, sofralar. Bir araya getiren bir çatı mutfak; ölümde, düğünde ve doğumda…
Mutfağın ve sofranın hikâyesi çok. Hem yoklukta hem de çoklukta. Sosyolojik okumaları, tarihsel dönüşümleri, feminizm açısından okumaları, edebiyattaki yeri, kültürel farklılıkları… Sadece mutfak da değil, sofra onlara kucak açan, masa açan her şey. Yemek, yiyecek, estetik, kıymet, emek…
Çünkü mutfak emektir en çok belki de. İşte, çocukluktan başlayan mutfak hikâyemizde annenin orada oluşunun nedeni vardır. Ve o hikâyenin orada başlamasının.
Ve mutfak savaşları. Kadının ya hapishanesi ya da sığınağı. Erkeklerden tek “kurtarılmış bölgesi” belki de.
Mutfak üzerine konuşurken bir dostum orta sınıf ailelerin mutfaklarının hep aynı şekilde yerleştirilmiş olduğunu söyledi. Düşündüm; evet. Ortası üstü yok aslında neredeyse tüm mutfaklar aynı gibi. Bir mutfağa girdiğinizde bardakları nerede, çatalları nerede bulacağınızı yüzde 80 doğru tahmin edersiniz. Ben bir kere yanıldım, o da Diyarbakır’da girdiğim bir mutfakta. Bütün bardaklar ikinci çekmecedeydi. Bunun nedenini hâlâ bilmiyorum.
Bazı sofralarda çatal kaşığın yeri hep belliyken, Amerikan servisi olmadan asla o sofra kurulmazken, çatalların gelişigüzel konulduğu estetik kaygısı olmayan nice sıcak sofralar da olabiliyor.
Söz bitmiyor, mutfak çok ama çok büyük bir dünya. İşte bu yüzden de dolu dolu üç yılı geride bırakışımızı kutlayıp, dördüncü yaşımıza girdiğimiz Şubat ayında “çok kalabalık bir aile sofrası” kurduk sizlere.
İşte:
Mutfak, hafıza ve otantiğin tutuculuğu üzerine Nezaket Defne Karaosmanoğlu,
Tarihî kent İstanbul'un yemek kültürü üzerine Sula Bozis,
Karay, mutfak ve yemek meselesi üzerine Tuba Şatana,
Savaş, yokluk ve mutfak üzerine Aylin Doğan,
Bir cinayet mahalli olarak mutfakta neler olduğuna dair Senem Aytaç,
Orhan Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları romanı ile Sessiz Ev'de aile yemekleri üzerine bir inceleme yazısıyla Tülin Ural,
Mutfağın sosyolojisi üzerine Erhan Akarçay,
Mutfağın -e[ril] hâli: Tasarım ve cinsiyete odaklanan yazısıyla Sevinç Alkan Korkmaz,
Karpuz ve lahananın dayanılmaz ağırlığını sofraya seren yazısıyla Tuğçe Isıyel,
Yemeğinizi nasıl paylaşırdınız sorusunu merkeze alarak "paylaşmak" ve "sekötre" yoğunlaşan yazısıyla Neşe Ümit,
Bir mücadele alanı olarak temiz gıdaya erişimin altını çizen Seçil Türkkan,
Bizleri Ozu'yla masa muhabbeti'ne davet eden Şahan Yatarkalkmaz,
Kelimelerin yerine tatlar, kahramanların yerine yemekler geçtiğinde edebiyatta neler olduğunu Elif Tanrıyar,
Siyasetin izinden yemek ve edebiyat üzerine Burak Onaran,
Tarih içinde değişen damak tadı üzerine Özge Samancı,
Julia Child'dan Tasty'ye yemek yayıncılığının dönüşümü üzerine Kültigin Kağan Akbulut,
Yemek ve yerleşmek: Fatih'te Suriye lokantaları üzerine Ezgi Tuncer,
Yemek sadece yemek değildir diyerek azınlık mutfaklarınız merkeze alan Nilay Örnek,
Toplumsal bedenin sofrasında sanat tarihinin izlerini takip eden Tuğçe Arslan,
Ateşte romanım var diyerek bizi yeni hayatından, yeni dilinden ve yeni romanından haber veren Bedia Ceylan Güzelce
yazdı.
Şimdi benim burada size üç yıl boyunca şöyle işler yaptık, bundan sonra daha iyilerini yapacağız gibi cümleler kurmam gerekiyor. Ama K24'ün nasıl bir yer olduğunu sizler de çok iyi biliyorsunuz artık. 5 Şubat günü dördüncü yılımızı kendi mutfağımızı sizlere anlatarak karşılayacağız ve sevdiğimiz işi yapmaya, kitaplara sarılıp kendi kurduğumuz bu dünyada kaybolmaya devam edeceğiz.