O Aşk Dinmedi kitabında biçim söyleşi, biçem de söyleşi ancak “inceleme, deneme, anı türleri”ni birlikte de görüyoruz; elli yıllık birikimi, verimi okuyoruz...
23 Mart 2017 13:53
Kalemin Ucu - XXVII
“Söylemek, yazmak acıyı dindiriyor mu, sanmıyorum. Zaten yazmak, bir ölüm dirim sorununa dönüşüyor. Yazabileceğinin en iyisini yazmak sorunuyla baş başa kalıyorsun.”1
Belli ki o aşk hiç dinmeyecek; Selim İleri’nin yazma aşkı. Kitabın adı da zâten O Aşk Dinmedi. İleri’nin yazarlığının ellinci yılı bu yıl. Ayşe Sarısayın’ın yazarla yaptığı oylumlu bir söyleşi kitabı; bir “ırmak söyleşi.” Evet, biçim bir söyleşi, biçem de söyleşi ancak “inceleme, deneme, anı türleri”ni birlikte de görüyoruz; elli yıllık birikimi, verimi okuyoruz. Ayşe Sarısayın’ın büyük bir emeği ve çalışması var.
Uzun, kilometrelerce süren bir tren güzergâhını düşünün. Bizim ülkemizde değil de, raylı sistemi yaşamın olamazsa olmaz parçası hâline getirmiş olan bir Avrupa ülkesindeki. Uzayıp gidiyor. İstasyonlar var, bazen gar ile karşılaşıyorsunuz. İşte bunlar Selim İleri’nin yazınsal konaklamaları; yâni kitapları. Sarısayın, söyleşi hattını, kitaplar üzerinden oluşturmuş. Baştaki üç bölüm, biraz da kapı’nın açılışı: ilk okumalar, dergiler, söyleşinin niyesi-içeriği vb. Ama en önemlisi, ki baştan sona sanki bir “anlatının teması” gibi göreceğimiz, acı, acılar! Dolayısıyla da Selim İleri’nin merhameti; özneye-nesneye iyicil ve uygar yaklaşımı.
Yol aldıkça, İleri’nin dünyası, ayrıntılarıyla ve dönem özellikleriyle çıkıyor karşımıza: edebiyattan manzaralar, insanlar, kitaplar, olaylar. Bölüm başlıkları İleri’nin –yayınlanış tarihlerine göre– kitap adları çoğunlukla. Çoğunlukla. Örneğin İstanbul kitapları, yemek kitapları, tek bir başlık altında toplanmış. Bölümlerarası ilişki, göndermeler de yol alışımızın belirgin özelliklerinden biri. Kitaplar için istasyonlar dedik (garlar da var). Dolayısıyla her istasyon sanki birbirinin benzeri gibi ama her istasyonun farklı özelliği var.
Sarısayın, her kitabı bir başlıkta (bölümde) ele alıyor; o kitap üzerine yazılmış, başka yazarların, eleştirmenlerin görüşleri, o kitaptan alıntılar da bu bölüme dâhil. Kısa kısa alıntılayarak çeşitli görüşleri, araştırmacı emeğiyle bize okutuyor Sarısayın. Kitabın sonundaki “Dizin”e baktığımızda da bir “yazarlar sözlüğü” geliveriyor aklımıza.
Bu söyleşinin yazınsal keyfinin yanı sıra bir başka mesele daha var; bir başka okuma hazzı veren özellik. Elli yıllık bir verim ele alındığına göre ister istemez anılar, hatırlama söz konusu. Sorular da, yanıtlar da doğal olarak bu çerçevede olacak. Geçmişe gidip, günümüze gelecek. Sarısayın’ın –herhangi bir sorusu– doğal olarak istemli belleğini çalıştırıyor Selim İleri’nin. Düşünerek “anımsıyor”.2 Bu anımsayışta yazarın bilgisini, yapıtı oluşturma sürecini, esin kaynaklarını ve benzerlerini okuyoruz. Bu yol alışta İleri anlatırken (anımsarken), çağrışımlarla, kullandığı bir sözcük ve duygusuyla istemsiz belleğe geçiyor, hani şu Proust’un “madlen kurabiyesi”ni ıhlamura batırışı gibi geçmişe gidiyor. Bu kez daha çok acılarını, merhametini, gözyaşını, kırgınlıklarını okuyoruz...
Selim İleri hattında yol alırken “söz” Proust’a gelince, yıllar önce, kitabın yayınlandığı zaman Yarın Yapayalnız çevresinde bir kolokyum öneren Mehmet Rifat’ın yazdıklarını anımsıyorum/hatırlıyorum:
“2004’te Selim İleri’nin Yarın Yapayalnız adlı romanı üstüne yazdığım yazıyı bitirirken ‘Yarın Yapayalnız’ı okumayı ve yorumlamayı az önce bitirdim. Şimdi Proust Kitabı’nın yazımına yeniden dönebilirim’ demiştim. Az önce de, yazımı hâlâ süren Proust Kitabı’nın içinden çıkarak Selim İleri’nin ‘Çiçekdürbünündeki Sonsuz Şekillere’ dönmüştüm.
“Eğer anlatıcının dile getirdiği gibi ‘yazmak yalan söylemek’se ‘yalan söylemek de kalbin acısına iyi gelirse’ (s. 78) ben daha yıllarca Proust ile Selim İleri arasında gidip gelmeye, yıkılışın ve yeniden-yapılandırılışın analitiğini yalanlarla yaşamaya razıyım: ‘Yarın Kapkaranlık’ olsa da sevgili Selim İleri!”3
Farklı bir açıdan da bakabiliriz yapıta. Örneğin “genç şâire/yazara mektuplar-öğütler” benzeri kitaplar, yazılar vardır; biraz da onun gibi işte. Usta bir yazar, yılların deneyimini taşıyan bir yazar gençlere, yeni başlayanlara öğüt verir, birikimini aktarır. O tür yapıtları okumak önemlidir. Yola koyulduğunuz süreçte sizin için çok öğreticidir. O Aşk Dinmedi’deki İleri’nin yanıtları böylesine! Ancak, hani “bunu okurum da yazar olurum” değil. Bir “yazarın serüveni neymiş” ile birlikte “edebiyat da neymiş”in öğrenilmesi açısından yolun başındakiler için bir “kılavuz”. İleri’nin yaratıcılığının basamaklarını okurken, bir yanıyla da modern edebiyat tarihini okuyoruz; Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu’nda4 olduğu gibi.
Selim İleri’nin yazar olarak, bir edebiyatçı olarak en önemli özelliklerinden biri de değer’i göz ardı etmemesidir. Kendi yazarlık serüveninde şu yukarıda, tren güzergâhı diye tanımladığım hatta (uzun yolda), kim karşısına çıkmışsa söz ediyor, adını bir şekilde anıyor yâni onları es geçmiyor. Yalnız edebiyat dünyası değil, sinema ve tiyatro da Selim İleri’nin yoğun ilgi alanı. İşte bu etkileri ya da tanıklıkları da okuyoruz o yanıtlarda. Ayrıca, “hocalarını-ustalarını” da saygıyla anıyor: Behçet Necatigil, Memet Fuat, Vedat Günyol, Kemal Tahir, Oktay Akbal, Attilâ İlhan vb.; kuşaktaşlarını da. Sinemada, tiyatroda çalıştığı yönetmen, oyuncuları andığı gibi.
Bazen soruya verdiği yanıtta söz konusu olan kitabın (metnin) oluşum sürecinin dışına çıkıyor. Öyle okuyoruz ancak özünde bence hep metnin içinde, çünkü o dinmeyen aşk, o yazma tutkusu tepeden tırnağa Selim İleri. Gönül kırıklığı, alınmalar, hatalar, gençlikteki saflıklar; kuşkusuz güzelliklerle de anılanlar. Belki gereksiz öfkeler ama bilgeleşen ve yetkinleşen yazarın kendisine eleştirel bakabilmesi.
Öte yandan yapıtıyla ilgi sorunun yanıtında İleri, anımsamadan hatırlayışa geçerek, yıllardır edebiyatımızda seyrek görülen özgeci yaklaşımıyla gözden kaçan, değeri bilinmeyen yazarlara, yapıtlara yine dikkat çekiyor; bilgilendiriyor.
Sonuncu bölüm olan “Bu Kitap...”, hoş bir bölüm, farklı bir özellik, renk katıyor. Niye bu kitabı yaptık, söyleşi- kitap düşüncesi nereden çıktı, endişeler, tedirginlikler vb. Açıkça, bir şey saklanmadan konuşuluyor. Umarız, burada sözü edilen metnin ilk biçimini de –kitaba alınmayan bölümleri– bir gün okuruz.
Uzun bir çalışmanın ürünü olan O Aşk Dinmedi, ciltli, özenli basılmış, bir yazarın ellinci yılı kitabına yakışan yalın ve kibarlığıyla. 1967’den günümüze gelen, uzun, inişli çıkışlı, her şeyden önce kapsamlı, renkli, bilgi ve yaratıcılık dolu bu güzergâhı da Ayşe Sarısayın çok iyi bellemiş. Hani o “yol”u gözü kapalı gidecek kadar öğrenmiş.
Sarısayın, İleri’nin yetmiş iki kitabını okumuş, ötesinde çalışmış. İleri ile tanışıklığının bilgisini, deneyimini de sorularına taşımış. Ancak bu “sorular” ayrı olarak ele alındığında ki alınabilir, bunlara rahatlıkla ayrı bir inceleme kitabının özeti diyebiliriz. Demem o demek ki, Ayşe Sarısayın’dan ayrıca bir Selim İleri incelemesi niye beklemeyelim. (Doğal olarak Selim İleri’nin yanıtları, kitabın büyük bir bölümünü kapsıyor, zâten amaç bu.) Özcesi, sorular özenli çalışmanın ürünü. Bu “içerik” niye genişleyerek ayrı bir kitap olmasın.
1995’te aramızdan ayrılan Özgür Yayınları’nın kurucusu ve yöneticisi Refik Ulu anlatmıştı bana da. Gerçi aradan birkaç yıl geçmişti. O Aşk Dinmedi’de anımsanan/ hatırlanan şu kafes ve kanarya:
“Reha Yalnızcık’ın yaptığı kapaktaki, kafes içindeki kanarya, Refik Ulu’nun bana hediyesidir. Bir gün benim çatı katıma gelmişti, evin sessizliği, yalnızlığı onu üzmüş, bir iki gün sonra Mısır Çarşısı’ndan o kanarya çıkageldi. Yıllarca yoldaşlık etti, gerçi o da sessizdi, binde bir öterdi. Geceleri geç döndüğümde uyanır, bana bakardı...”5