Ermeni kadın yazarların Müslüman kız kardeşlerine takdimi

"Logofet Fuad’ın Zabel Asadur, Sırpuhi Düsap ve Zabel Yesayan’ı Ermeniliğini silmeden Osmanlılıkla nitelemesi önemli bir nokta. II. Meşrutiyet sonrası Osmanlıcılığının tezahürlerinden biri. Demet dergisi okurlarıyla Ermeni kadın yazarlar arasında Osmanlılık ortaklığı kurulurken kız kardeşlik bağı da tesis edilmeye çalışılıyor."

Türkiye’de üretilen edebiyatların tarihini yan yana, iç içe, geçişli ve gerilimli bir şekilde düşünmenin, bu yöndeki çabaya mütevazı katkılar yapmanın edebiyat araştırmacısının temel sorumluluklarından olduğunu düşünüyorum. Yalınkatlaştırılmaya, türdeşleştirilmeye, düzleştirilmeye çalışılan bir edebiyatın zeminindeki çok-katlı, heterojen ve pürtüklü yüzeyi açığa çıkarmanın yollarından biri de diller, cinsiyetler, etnisiteler arasındaki geçişleri keşfetmek, takip etmek ve görünür kılmak.

On dokuzuncu yüzyıl İstanbulu farklı diller ve alfabelerde yazılan modern edebiyatların doğduğu bir şehir olarak dünya edebiyatında istisnai bir yere sahip. Arap, Yunan ve Ermeni harfli Türkçe edebiyatların yanı sıra Ermenice, Yunanca, Bulgarca, Ladino gibi dillerin modern edebiyat alanında zuhur ettiği bu dönemin zengin ve çatışmalı tarihi henüz yazılmadı. Bir yandan bu dil ve alfabelerin Fransızca metinlerle karşılaşmasının doğurduğu şok ve imkânların, diğer yandan bu dil ve alfabelerin birbiriyle ilişkilerinin –asimetrik de olsa– yoğunlaşmasının yürürlükte olduğu koşullarda, özellikle 1895 sonrasında bir kadın edebiyatı alanı da oluşuyor. 1877’de yazılan Zafer Hanım’ın Aşk-ı Vatan’ından sonra, 1880’lerin sonlarında Fatma Aliye’nin edebiyat sahnesine çıkmasıyla güçlenen kadın yazarlık pratiği 1895’ten sonra kolektif bir hale geliyor ve yeni bir kadın yazarlar kuşağı oluşuyor. Fatma Aliye, Emine Semiye, Fatma Fahrünnisa, Makbule Leman, Behice Ziya, P. Fahriye, H. Remziye, Güzide Sabri ve diğer yazarların kendilerini ve okurlarını kadınlıkla tanımladığı ilişkiler evreninde, Osmanlı edebiyatlarının heterojenliğine cinsiyet katmanı da eklenmiş oluyor. Hanımlara Mahsus Gazete merkezli bu kadın yazarlar alanı özellikle on dokuzuncu yüzyılın son beş yılında etkili oluyor. Gazete yayınına devam etse de, 1900-1908 arasında edebi üretkenlik azalıyor.

1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle yaşanan yayın patlamasını kadınlara yönelik dergilerde de görürüz. Aynı yıl içerisinde İstanbul ve Selanik merkezli kadın dergileri çıkmaya başlar. 30 Eylül 1908 ile 11 Kasım 1908 tarihleri arasında 7 sayı çıkan Demet, II. Meşrutiyet heyecanının en canlı olduğu zamanlarda basılır ama maalesef uzun süre yayın hayatına devam edemez. Celal Sahir’in başyazarı olduğu dergide Nigâr Hanım, Jülide, Ruhsan Nevvare, Şiven Peride, E. Ulviye, Halide Salih [Edib], Behiye Refet gibi kadın yazarların yanı sıra Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Fazıl Ahmet, Raif Necdet, Tahsin Nahit gibi erkek yazarların imzaları da görülür.

İki ayı bulmayan bir yayın hayatına sahip olsa da Demet, Türkiye’deki edebiyatların birbiriyle etkileşimi bakımından önemli bir âna vesile olmuştur. Logofet Fuad’ın Demet’in 1., 2. ve 6. sayılarında yer alan “Osmanlı Meşahir-i Nisvanı” başlıklı yazı dizisi hem genelde Türkçe ve Ermenice edebiyatların hem de özelde bu dillerdeki kadın edebiyatlarının yakınlaşması bakımından oldukça önemlidir. Hayatı hakkında maalesef bilgiye ulaşamadığım Logofet Fuad, Osmanlı’nın meşhur kadınları sıfatıyla Zabel Asadur, Sırpuhi Düsap ve Zabel Yesayan’ı Ermenice bilmeyen okurlara tanıtır ve Zabel Asadur ve Sırpuhi Düsap’ın metinlerinden çevirdiği parçaları da yazısına ekler. Yesayan’dan bir hikâyenin de sonraki sayı yayımlanacağı ilan edilir ama derginin son sayısı olan 7. sayıda bu hikâye yer almaz.

Logofet Fuad’ın bu müdahalesi birçok bakımdan kayda değerdir. Türkçe ve Ermenice arasında yoğun bir çeviri ilişkisi olduğu söylenemese de, özellikle Ermeniceden Türkçeye yapılan çeviriler pek azdır. Bu dönemde modern Ermeni edebiyatına dair Türkçedeki en önemli ve bilinen metin, Sarkis Srents’in çevirdiği ve derlediği Ermeni Edebiyatı Numuneleri’dir. 1912-1913 arasında Servet-i Fünun’da çıkan hikâyelerden oluşan ve 1913’te kitap olarak basılan bu eser Mahir Ünsal Eriş ve Ari Şekeryan tarafından Arap harflerinden Latin harflerine çevrildi ve 2012’de Aras Yayınları’ndan yayımlandı. Kitabın önsözünde Abdullah Cevdet, Harutyun Şahrigyan, Süleyman Nazif ve Şahabettin Süleyman gibi dönemin aydınlarının bu kitaba kadar modern Ermeni edebiyatıyla kurulan ilişkinin zayıflığına dair yakınmalarını ve komşu edebiyatı tanımanın gerekliliğine dair fikirlerini okuyabiliyoruz.

Logofet Fuad’ın Ermeni Edebiyatı Numuneleri kitabından beş yıl önce gerçekleştirdiği yazı dizisiyle iki dildeki modern edebiyatlar arası ilişkiye dair yeni bir katmana ulaştığımız gibi iki dilde yazan/okuyan kadın yazarlar/okurlar arasında bir köprü kurulmuş oluyor. 1869’da çıkan ilk Arap harfli Türkçe kadın süreli yayını Terakki-i Muhadderat’tan 1928’e kadar olan dönemde çıkmış kadın dergilerinde 20.000’e yakın metin üretiliyor ama tespit edebildiğimiz kadarıyla Osmanlı gayrı Müslimlerinin bu dergilerdeki yazıları 20’yi geçmiyor. Aynı şehrin farklı dinden ve dilden kadınlarının eserlerinin pek yer almadığı bu kadın yazarlık alanına Logofet Fuad’ın yazı dizisi önemli bir müdahalede bulunuyor.

Hayatına, aidiyetlerine dair bilgi sahibi olmadığımız muammalı Logofet Fuad’ın Zabel Asadur, Sırpuhi Düsap ve Zabel Yesayan’ı Ermeniliğini silmeden Osmanlılıkla nitelemesi de önemli bir nokta. II. Meşrutiyet sonrası Osmanlıcılığının tezahürlerinden biri. Demet okurlarıyla Ermeni kadın yazarlar arasında Osmanlılık ortaklığı kurulurken kız kardeşlik bağı da tesis edilmeye çalışılıyor. Logofet Fuad ilk yazısının hemen başında amacının Zabel Asadur’u Müslüman kız kardeşlerine takdim etmek olduğunu vurguluyor. Sırpuhi Düsap’tan söz ederken de “bizde” feminist düşüncenin öncülerinden olduğu ve kadın hakları ve özgürlüğü yönündeki çabaları özellikle belirtiliyor. Her iki yazarın da hayatı ve edebiyat anlayışı tanıtılırken kadınlıkla ilgili veçheleri ön plana çıkarılıyor. Düsap’tan yapılan çevirilerdeyse belirli kadınlık tarzlarının eleştirisini yaptığı pasajlar seçilmiş. Böylelikle Düsap’ın benimsediği ve eleştirdiği kadınlık tarzlarına dikkat çekilmiş oluyor. Zabel Asadur’un Sırpuhi Düsap hakkındaki fikirlerine yer verilmesiyle Ermeni kadın yazarlar arası bağlar da devreye giriyor.

Zabel Yesayan’a dair yazıdaysa Logofet Fuad’ın yaklaşımında küçük farklar meydana geliyor. Yesayan’a dair bilgilendirme, edebi değerlendirmeye daha fazla yaklaşıyor. Hayatına dair bilgilerden ziyade eserlerinin nitelikleri öne çıkıyor. Aynı zamanda Yeseyan’ın kültürler, diller arası konumu daha çok tartışılıyor. Batı’yı çok iyi bilen Şarklı olarak konumlandırılan Yesayan’ın eserlerinin niteliği “bir kadın mahsulü” olduğuna şaşırılacak derecede yüksek bulunuyor. Logofet Fuad’ın Osmanlılık ve “biz” tasavvurunun bağlar kurucu olmakla birlikte muhafazakârlıktan ve cinsiyetçilikten azade olmadığını gösteren noktalar metni okurken dikkatinizi çekecektir.

Aşağıda bu yazı dizisinin Latin harflerine çevirisini ve köşeli parantez içerisinde de az bilinen kelimelerin karşılıklarını bulacaksınız. Metinlerin çevirisini Cezmi Aslan yaptı, günümüz Türkçesindeki karşılıkları ben ekledim.

Osmanlı Meşahir-i Nisvanı I
Madam Zabel Asadur
Logofet Fuad

Bu muhterem edibeyi [saygın kadın edebiyatçıyı] Müslüman kız kardeşlerine birkaç satırla teklifsizce takdim etmek istediğim sırada pîş-i nazarımda [gözümün önünde] yirmi beş seneden beri edebiyatımızda ihraz ettiği [kazandığı] mevki-i mümtazı [seçkin konumu] daima muhafaza eden, hayat-ı aile ve hayat-ı içtimaiyede [toplumsal hayatta] sarf ettiği faaliyet, bizde numune-i emsal [benzerlerine örnek] olacak faaliyet içinde yine yazıyla, şiirle meşgul olmağa vakit bulan, bütün bu zaman içinde miktarca az olsa bile, pek büyük kıymet-i edebiyeyi haiz [sahip] eserler vücuda getirmiş olan bir kadın tecessüm ediyor [cisimleşiyor]. Madam Zabel henüz on altı yaşındayken şiir yazmağa başlamış, daha ilk yazılarıyla erbâb-ı iktidar ve sanatın takdiratına [güç sahiplerinin ve sanatçıların takdirlerine] mazhar olmuştur.

İlk şiirlerini müteakip [ardından] “Bir Kızın Kalbi” [Ağçıgan Mı Sirdı] isminde bir roman telif ederek efkâr-ı batıla [batıl fikirler] ile yoğrulmuş bir muhitin münevver [aydın] bir genç kızın kalbinde uyandırdığı ıstırapları pek müessir [etkileyici] bir üslupla tasvir eylemiştir.

Velûdiyyet-i fikriyesi [fikrî doğurganlığı, verimliliği], birinci izdivacını takip eden birkaç senelik fasıladan [aradan] sonra, yine pek güzide şiirler, sanatkârane tasvir edilmiş küçük hikâyeler vücuda getirmeğe başlamış, ve o zamandan beri birçok edebi risalelerde [dergilerde], gazetelerde Madam Zabel’in “Sibil” nam müstearıyla yazdığı yazılar şöhret-i edebiyesini bir kat daha teyit etmiştir. Bundan bir sene evvel Madam Asadur şiirlerini (Lemeat [Tsolker, Parıltılar]) namıyla bir kitapta cem ve neşretmiştir [toplayıp yayımlamıştır]. O tarihten sonraki asarı [eserleri] -ki en güzelleridir- risalelerde tab’ olunmuştur [basılmıştır].

Madam Zabel Asadur’un eşârında [şiirlerinde] bilhassa nazar-ı meftuniyeti celbeden hassa [hayranlıkla bakmaya çağıran nitelik] aynı zamanda samimiyet ve tezeyyündür [süslemedir]. A’mâk-ı kalpten [kalbin derinliklerinden] kopup geldiği o kadar belli olan saf ve beyaz hisleri, tahayyülat-ı garâma [arzuya dair tahayyüllere] makarr [mesken] olmuş ulvi bir dağın mahsulü olan büyük fikirleri öyle derin bir kudret-i sanatla süsler ki, meşşâte-i tabiat [tabiat denen gelin süsleyicisi] da menba-ı aslı şiir ve hüsn [güzellik] olan muhitâtı [muhitleri] ancak o kadar tezyin edebilmiştir [süsleyebilmiştir] denebilir. Bu muhterem şairenin bütün şiirleri incelikle, samimiyetle mâlî [dolu] ve en nazik teşbihlerle süslüdür. Beni en ziyade mütehassıs eden [duygulandıran] birkaçını işte tercüme ediyorum.

13 Eylül 1324 [26 Eylül 1908]

Gözyaşları

Öyle giryeler [gözyaşları] vardır ki, hüzn-engîz [hüzünlü], yavaş yavaş, katre katre [damla damla] ağlarlar. Her katresi bir şehka-ı medîd [uzun bir hıçkırık], bir figan-ı elem-nâktır [elemli bir haykırıştır]. Her tanesi bir ıstırap ile titrer.

Öyle giryeler vardır ki, saf ve şeffaf, sakin, lemeat-ı şems [güneş parıltıları] ile parıldarlar. Bunlar, tiraje-zad [gökkuşağından doğmuş] yağmurları gibi taze ve asude, yağdıkları zaman havaya topraktan rayiha [güzel koku] verirler.

Öyle giryeler vardır ki, sessiz, esrarengiz, müştak-ı aşk [aşkı arzulayan] ruhun derinliklerinden nebean ederler [fışkırırlar]. Ve bunlar bize uzun uzun kederler, rişte-i matemle [yas ipliğiyle] bağlı olan ölmüş âşıklar anlatırlar.

Öyle giryeler vardır ki, onları kahkahaya benzetirim. Denizlere, rüzgârlara şimşekler yağdıran fırtına ile müteheyyiç ra’d-feşân [heyecanla gürleyen] bulutları andıran bunlar uçan, kayan sisler gibi dağılırlar.

Bir de öyle giryeler vardır ki, daima yakar, fakat dökülmez. Mâyi [mavi] bir alev, muharrik [hareketlendirici], müthiş bir ateş, kurumuş bir girye ki, gözleri göl edinceye kadar, ruhu bir yığın harabeye çevirinceye kadar kesilmez.

Ey giryeler, ben sizin hepinizin aşinasıyım; benim bedbaht günlerimin hatırası olsanız bile sizi büyük teessürlerle [duygulanımlarla] takdis ederim; kalbimin yaşadığını sizin sayenizde hissederim.

Bulut

Ey sehâbe-i pür-nur [nur kesilmiş bulut] ki semada, âlem-i sîmîn-i kamer [ayın gümüş âlemi] içinde, benim rüyalarıma ilticagâh oldun; şimdi o rüyalar seninle parça parça, perişan, düşüyor onlardan acı acı gözyaşları damlıyor.

Sen rüzgârın darbe-i haşini altında sevgili şualarından [ışınlarından] ayrılarak kopar, sukût edersin [düşersin]. Hayatın semadayken toprak, kalbimin en âteşîn âmâlini [ateşli emellerini] gömen toprak, sana mezar olur.

Güneş ve esîr [boşluğun cevheri], kederlerimiz karşısında lakayt ve hissiz, sinelerinde yeni bulutlar, yeni ra’şeler [titreyişler], yeni mavi rüyalar okşayarak mütebessimken, biz; ataş-ı bî-pâyân-ı aşkın [aşkın sonsuz susuzluğunun] zavallı felaketzedeleri, sen yağmurlarınla ağlarsın, ben elem-pâş [elem saçan] gözyaşlarımla.

Sibil

 

Osmanlı Meşahir-i Nisvanı II
Madam Düsap Paşa
Logofet Fuad

Madam Sırpuhi Düsap Paşa “1258-1842”de tevellüt [doğmuş] ve “1312-1901” de vefat etmiştir. Mümâileyhâ [adı geçen kişi] Fransızca lisanına tamamıyla vâkıf olup ibtidaları [başlarda] bu lisan edebiyatıyla uğraşmış ve yine bu lisan ile bazı eserler vücuda getirmiştir. Sonra maruf [tanınmış] musiki muallimi Düsap Paşa ile izdivaç etmiş ve “1296-1880” tarihinde Ermeni lisanı hakkında tetebbuat ve tetkikatı hâvî [araştırma ve incelemeleri içerir şekilde] neşrettiği küçük bir eseri müteakip yine Ermenice “Mayda” [1298-1882], “Siranuş” [1300-1884], “Araksiya” [1294-1877] nam romanları yazmıştır. Bizde feminist efkârı mürevviç [destekleyen] ilk eserlerden madut olan [sayılan] bu üç kitapta Madam Düsap Paşa sevilen bir hakikatin telkin ettiği mukni [ikna edici] bir lisanla nisvanın [kadınların] muhafaza-ı hukuk [haklarını koruma] ve serbestisi [serbestliği] davasını müdafaa etmiştir.

Madam Düsap Paşa hayalat ve hissiyat-ı şairaneden [şairane hayaller ve hislerden] ziyade efkâr-ı hakikiyeye [hakiki fikirlere] meftun olduğundan edebiyatı bir sanat-ı nefise [güzel sanat] suretinde değil, efkâr ve mülahazata [fikirlere ve etraflıca düşüncelere] bir vasıta olmak üzere telakki ederdi. Bunun içindir ki tahlilat-ı ruhiye [ruhsal çözümlemeler] ve tasvirat-ı şairanede [şairane betimlemelerde] büyük bir iktidar göstermemiş ve romanları sade, açık bir üslup ile yazılmış mevzulardan ibaret kalmıştır.

Bununla beraber kendisi Ermeni edebiyatında muhterem ve sevilen bir nam bırakmıştır.

Madam Zabel Asadur mümaileyhadan [adı geçen kişiden, Sırpuhi Düsap’tan] bahsederken diyor ki:

“Onun nazarında hayat, kalp ve fikrin en âli ihtilâtlarının [en yüce karşılaşmalarının, iç içe geçmelerinin] cilvegâhı [gerçekleştiği, belirdiği yer] idi. O cilvegâh ortasında efkârı için, hissiyatı için, kederleri için yaşadı. Ve bu üç ateşli unsur içinde ruhu yanarak, kıvrılarak daha ziyade kesb-i ulviyet ve necabet etmişti [yücelik ve asalet kazanmıştı].

Fikri amiyane [basit, sıradan, alelade] bir fikir, hayatı amiyane bir hayat oldu. Para ve şöhret için yazı yazmadı ve kadınlık şeref ve haysiyetini daima muhafaza etti. Bütün hemşirelerine karşı ruhu merhametle coşardı; onlar için yazar, onlar için söyler, onlar için çalışırdı. Kadınların sefaleti zihnini hırpalayan ıstıraplardan biriydi. Fakir, metruk, iğfal edilmiş, düşmüş kadınları görerek müteezzi olurdu [eziyet çekerdi]. Onların zaafları, hataları, mesâvînin [kötülüklerin] yetişemediği manevi bir yükseklikte yaşayan o edebiyatı pek dilhûn ederdi [içini kan ağlatırdı].

İngiliz hükemâsından [felsefecilerinden] Hobbes ‘Merhamet, başkalarının felaketi karşısında bir gün bizim de öyle olabilmemiz korkusudur’ demiştir. Hobbes’un bu sözü belki hakikattir. Fakat işte asıl bu nokta-ı nazardandır ki, Madam Düsap’ın her türlü fikr-i menfaatten muarra [arınmış] olan şefkat ve terahhumunu [merhamet edişini] pek âli, pek şayan-ı tekrîm [saygıdeğer] buluyorum.”

Madam Düsap Paşa’nın romanlarından iktitaf olunmuş [devşirilmiş, seçilmiş] birkaç mülahazatı burada tercüme ederek muhterem edibeye müteallik şu muhtasar [kısa ve öz] satırları itmam edeceğim [tamamlayacağım].

***

İnsanın büyüklüğü fikriyle, ulviyeti hissiyledir. Hiss-i muhabbet [sevgi hissi] ise en ziyade bir kadın kalbinde kesb-i nezaket ediyor [incelikli ve tehlikeli bir nitelik kazanıyor]. Evet, kadın kalbi öyle bir alet-i ahenktir ki, muhabbet sadmeleri [çarpmaları, şokları] altında lâhûtî [ilahi] nağmelerle titrer. Saf bir muhabbete maruz olmayan ruh, güneşsiz bir âlemdir; her türlü fenalıklar yuvasıdır.

***

İzdivaç iki ruh beyninde [arasında] bir ahd-i mukaddes [kutsal bir sözleşme], birbirinin saadetine, tahfif-i âmâline [emellerini kolaylaştırmaya, hafifletmeye] çalışmak, birbirini sevmek üzere her türlü fikr-i menfaatten ârî [arınmış] bir kefalet-i mütekabiledir [karşılıklı kefil olmadır]. Fakat izdivaç bugün başka bir tarik [yol] takibine başlamış, âdî bir muamele-i ticariyeden ibaret kalmıştır. Tembel ve kabiliyetsiz kimseler istikballerini temin için gayret, faaliyet gösterecek yerde zengin bir kadınla teehhül ederek [evlenerek] onun serveti üzerine bina-yı refah ve istirahat etmek hayaline düşüyorlar. Bugün izdivacın şart-ı azamı [büyük şartı] hüsn-i ahlak [ahlak güzelliği] değil, paradır. Evlenecek kimsenin nasıl adam olduğu sorulmaz; ne kadar parası bulunduğu sorulur. Şahsın maneviyetinde ehemmiyet yok, iş maddiyetindedir. Hâl bu merkezdeyken artık bugünkü izdivaçların muvaffakiyetsizliklerine; tabiatların yekdiğeriyle imtizaç edememesine [birbiriyle uyuşamamasına]; emellerin, maksatların birbirine uymamasına niçin taaccüp etmeli [şaşırmalı]? İttifak yerine nifakın, muhabbet yerine lakaydi, hatta münaferetin [karşılıklı nefretin] kaim olmasını [geçmesini] niçin tabii görmemeli?

***

Kadınlar ulviyet, ismet [temizlik, iffet], hüsn-i ahlakî [ahlakî güzellik] gibi şeyleri, kendilerine kadınlık namını taşımağa liyakat kesb ettiren [kazandıran] bunları hissetmemeğe başladıkları dakikadan itibaren insanlığın en süfli [aşağılık] derecelerine tenezzül ederler, yalan söylerler, tasniatta bulunurlar [sahte, yakıştırma şeyler uydururlar], yaltaklanırlar, okşarlar, temin-i menfaatlerine müsait bir saha bulabilmek için her tariki [yolu] ihtiyar ederler [seçerler]; her nikâbı [sahtelik örtüsünü] takınırlar; hatta, sayesinde ihtiraslarını, hıyanetlerini, haksızlıklarını gizlemek üzere, fazileti bile taklit ederler. Bir kadın ahlaksızlıkta ne kadar ileri giderse, muhteraat-ı şeytanetkârânesi [şeytanca icatları, uydurmaları] o nispette tenevvü eder [çeşitlenir].

***

Makbereler [mezarlar] hayatın en büyük, en [kü]çük hikâyelerini; aşk ve kahramanlık hikâyelerini muhtevidirler [barındırırlar]. Haydutlar, mertler, su-i ahlak [ahlak kötülüğü], fazilet, küçüklük, bütün bunlar mezarda kendi arzularından, hayallerinden, sırlarından, hırs-ı cahillerinden tecerrüt ederler [sıyırılırlar], mükevvenata [varlıklara] karışarak tabiatın zeval-i nâ-pezîr [yok olmayacak] bir cüzü [parçası] haline girerler.

Sırpuhi Düsap

 

Osmanlı Meşahir-i Nisvanı III
Madam Zabel Yesayan
Logofet Fuad

Madam Zabel Yesayan zamanımız Ermeni edibeleri meyanında [arasında] hususi ve mümtaz bir mevki işgal eden bir hikâye-nüvistir [hikâye/roman yazarıdır]. 1895-1311’de Madam Zabel Yesayan, henüz pek genç ve gayrı müteehhil [bekâr], “Zağik” [Dzağig, Çiçek] nam risale-i edebiyede bir takım mensur şiirler neşretmiş ve o yazıları canlandıran hararet-i samimiye [içten coşku] sayesinde bilhassa genç kâriâtın [okurların] enzâr-ı dikkat ve muhabbetini [dikkatli ve sevecen bakışlarını] celbe [çağırmaya, çekmeye] başlamıştı. Muahharen [sonrasında] mümaileyha [adı geçen kişi] mahir bir ressam olan Yesayan Efendi ile izdivaç etmiş ve izdivacını müteakip zevciyle beraber Paris’e giderek birkaç sene orada kalmıştır.

Paris, edebiyat ve sanayiin [sanatların] o makarr-ı muhteşemi, Madam Zabel Yesayan’la perestişkâr-ı sanat [sanat hayranı] olan zevci için pek samimi bir melce [sığınak] olmuştur. Orada yaşadığı hayat, yazarak, okuyarak, edip ve edibelerle görüşerek geçirdiği o hayat-ı faaliyet onu bütün bütün büyültmüş, hiss-i sanatını inkişaf ettirmiştir [geliştirmiştir]. Filhakika [gerçekten] mümaileyha İstanbul’a avdetinde [dönüşünde] resâil-i edebiyede [edebi dergilerde] yazdığı küçük hikâyeleriyle cüzi bir zaman içinde kendini herkese tanıtmış, herkesin takdirine mazhar olmuştur.

Böyle kısa ve nâtamam [eksik] satırlarla Madam Zabel Yesayan gibi muhterem ve rakik [incelikli] bir sanatkârın asarını [eserlerini] tahlil ve tenkide kalkışmak faydasız bir cüret demek olacağından şu satırların vazifesi birkaç sözle Madam Yesayan’ı Demet’in muhterem kâriâtına [okurlarına] takdim etmekten ibaret kalacaktır.

Mümaileyhanın o saf mümeyyize-yi edebiyesi [edebi ayırt ediciliği] kuvvet-i his ve kuvvet-i müşahede [gözlemleme] ile telhis olunabilir [özetlenebilir]: Öyle bir hassasiyet ki, bedâyi-i tabiiyenin [tabii güzelliklerin] inikâsıyla [yansımasıyla] en güzide levhalar [manzaralar], en füsunkâr [büyüleyici] ifadeler tevlit eder [doğurur]; öyle bir kuvvet-i müşahede ki, zâhiriyatı [dışarıdakileri] görmekle kalmaz, tetkikatını amâk-ı ruha [ruhun derinliklerine] kadar nüfuz ettirir, nazar-ı tefahhusunu [iç yüzünü araştıran bakışını] kalbin en gizli köşelerine tevcih eyler [yöneltir].

Evet, bu hassasiyet, bu kuvvet-i müşahedenin imtizaç-ı ahenktarıyla [ahenkli uyuşmasıyla] perverişyâb olan [yetiştirilen] o sanatkâr bir sonbahar gurubu [gün batımı] karşısında sermest-i his [his sarhoşu] olduktan ve rengîn [renkli], sehhâr [büyüleyici] bir tasviriyle o sermestliği size verdikten sonra gelir, malûl [hasta] ruhları, hasta kalpleri bir cerrah lakaydisiyle teşrih eder [keserek açar; açıklar]; tabiat-ı insanın çirkinliklerini, güçlüklerini meydana koyar; en şedit, en mariz ihtisasatın [duygulanmaların] ve ihtirasatın [ihtirasların] tercümanı olur. Bunların bir kadın mahsulü olduğuna taaccüp edersiniz.

Madam Zabel Yesayan Fransız edebiyatıyla meşbu [dopdolu] ve Fransız lisanına kendi lisanı kadar vakıftır. Paris’te münteşir [yayımlanan] bazı edebi risalelerde yazdığı makaleler pek büyük edipler tarafından takdir edilmiştir.

Mamafih kendisi daima şarklı, hem şarka perestiş eden [hayranlık duyan, tapan] bir şarklıdır. Kendisinin en çok sevdiği fikirlerden biri medeniyet-i garbiyeden müstefit olmakla [yararlanmakla] beraber bize mahsus ahlak ve âdâtın [âdetlerin] muhafaza edilmesi fikridir.

Madam Zabel Yesayan, gazetelerle, risalelerle neşrettiği birçok küçük hikâyelerden başka bundan iki sene evvel “Süslü Adamlar” [Şınorhkov Martig, Düzgün İnsanlar] ismiyle ve mevzuu Ermeni âdât-ı mahsusa [özel âdetlerine] ve hayat-ı içtimaiyesine [toplumsal hayatına] temas eden bir roman telif etmiş ve bu eser şöhret-i edebiyesini bir kat daha yükseltmiştir.

•            


[*] Bu yazı TÜBİTAK tarafından desteklenen 217K101 numaralı “Son Dönem İstanbulu’nda Kadın Yazarların Edebi Çevresi (1869-1923) başlıklı projenin çalışmaları kapsamında hazırlanmıştır.