"Tüm dünya, aynı eve tıkıldık şimdi. Bu evde anlatılan masallar artık Daron Mouradian’ın Doğu’nun ve Batı’nın, dinlerin ve mitolojinin tüm kahramanlarını buluşturduğu, arşı alemde anlatılan tüm masalları birleştirdiği tabloları gibi olmalı. Tüm tarih, kültür birleşti, sınırlar, her zamankinden muğlak şimdi."
03 Nisan 2020 18:59
“Sağlık hakkında kitaplar okur, hangi etleri yiyip ne içeceğimize kafa yorar, hava almaya çıkar ve egzersiz yapar, her taşı parlatıp cilalar ve binamızın duvarlarını sağlam öreriz, yani, sağlığımız, uzun ve düzenli bir çalışmanın ürünüdür; ancak an gelir, bir dakika içinde bir top güllesi duvarımızı yıkar, her tarafı harabeye çevirir, her şeyi yerle bir eder; bütün gayretkeşliğimize rağmen önlenemeyen, bütün kuruntularımıza rağmen hiç şüphelenmediğimiz bir hastalık çıkagelir...” [1]
John Donne, Devotions Upon Emergent Occasions (1627)
John Donne, ölüm döşeğinde iken yazmış bu satırları. “Ölüm döşeği”nin, ölümü bekleyecek bir vaktin bile insanlara sunulmuş bir nimet olduğunu görüyoruz bugünlerde. Hepimiz, tüm dünya, yekvücut, tüm kavramlarımızı altüst eden, bir gülleyle muhatabız şimdi. Biz hepimiz, o tek.
John Donne “bir istilacı” olarak hastalığı tanımlarken, Freud 16 yıl içinde 33 kez ameliyat olmasına sebep olacak ağzındaki büyük tümörü, 47 yıl yaşadığı Viyana’daki odasında, el aynasından izlemişti. O aynaya baktığım gün, bir noktada “Freud’la göz göze gelebilirim” korkusuyla “unheimlisch” bir hisle masasına bıraktığımı hatırlıyorum. Freud’un bizlere armağan ettiği terimlerden biri “unheimlisch / tekinsiz / uncanny”. Heimlisch, “güvenilir”i ifade ederken, unheimlisch (uncanny, tekinsiz), tam olarak korkulacak olanla ilgili. Korku ve dehşet uyandıran şeylerin kendisindense, genel olarak korkuyu tahrik eden ne varsa, onunla denk düşen şey unheimlisch.[2] Dolayısıyla, “tekinsiz”in tamamen tanımlanabilir bir karşılığı yoktur.
Freud, uysal, insana yarenlik edebilecek hayvanın ve vahşinin karşıtını “heimlisch” olarak tanımlar.[3] Olympia bebeği, cansız bir oyuncağı elimizde tuttuğumuzda ellerimizin arasındaki o “canlı mı, cansız mı?” hissini tekinsizlik olarak açıklar Freud.
Freud heimlisch kelimesine örnek olarak verdiği cümlelerde geçen “Kendimi burada olduğumdan daha heimlisch hiç bir yerde hissetmiyorum” [4] hissi, daha çok ev halinin tanımı olarak yorumlanmıştır. Bir ön kabulle, hep içinde olduğumuz ve her köşesini bildiğimiz evde, huzurlu ve rahatız, diyebiliriz. Freud'un “The Uncanny” makalesinde anlatmak istediği başka bir durum da, uzun zamandan beri bilinen bir şeyin tekinsiz hale gelebilmesidir. [5] Tanıdık olanın, tanınamaz hale gelebileceğini söyler Freud ve esas tekinsiz olanın “evdeki” olduğunu söyler, çok huzurlu olduğun evine, evdekine güvenmeyi reddeder.
Freud makalesinde böyle bir tanıma yer vermemiştir ama bir adım daha ileri giderek ayağımızın altında zeminin sallanması hissini de tekinsiz bir his olarak yorumlayabiliriz – tam olarak yaşadığımız hali. Evimiz saydığımız, her köşesine yerleştiğimiz dünyanın altındaki halı birden çekildi; şu ismi çok da lazım olmayan virüs yüzünden. Acil ihtiyaçlar için dışarı çıkıp geldiğimizde kendi avuçlarımıza, bedenimize duyduğumuz tiksinti, o his, budur işte. Kendinden iğrenme, ayağının altına serdiğin halının kayması, karşındakine duyduğun güvensizlik...
“Bir nesnenin canlı ya da cansız olup olmadığına dair belirsizlik, bu belirsizliğin bebek Olympia’ya uygulanıp uygulanmadığının belirsizliği, diğer çarpıcı ve tatsızlık durumlarıyla bağlantılı olarak oldukça ilgisizdir. Yazarın başlangıçta bizi gerçek dünyaya mı, yoksa kendi yaratımı olan tamamen fantastik bir dünyaya mı götürdüğünü bilmemize kasten izin vermeyerek bir tür belirsizlik yarattığı doğrudur.” [6]
Şimdi, tek tek evimizdeyiz ama esas evimiz olan dünyaya her zamankinden daha büyük bir tekinsizlik hissiyle yaklaşıyoruz. Elimizle dokunduğumuz kapı kolu, çocuğumuzun eli, hepsi tekinsiz.
Oysa biz gece gündüz, senelerce çalışarak evlerimizi almış, hafta sonlarımızı, yaz tatilimizi planlamış, bir ev bellediğimiz dünyaya iyice yerleşmiştik, kilerlerine, en ücra çekmecelerine kadar. Biz ona yerleşmiştik, o kalbimize, aklımıza, en ücra hücrelerimize kadar yerleşmişti.
“Gün gelecek, insanlar 100 yıl yaşayacak” dediğinde, 900 küsur yıl yaşayan Nuh Peygamber’e “Ev de yapacaklar mı 100 yıl için?” diye sorulmuştu halbuki. Şimdi Nuh Tufanını bekler gibi bekliyoruz evlerimizde. Hem kutsal kitaplarda anlatılan her hikâyeyi yaşıyoruz hem de hiç birine benzetemiyoruz bu yenileri. Yeryüzündeki ilk insan kadar yalnız, Yunus peygamber gibi balığın karnında karanlıktayız. Eyüp peygamber gibi hastalıkla sınanıyor sabrımız.
Şimdi dünyayı başka kavramlarla anlamlandırma vakti. Dünyaya şehir kadar diyorduk, biraz daha küçüldü, bir köy kadar oldu sonra. Aynı gök kubbenin altında derken, aynı evin çatısı altında olduğumuzu gördük. Ve şimdi, hepimiz aynı evin içinde “sosyal-izolasyon”dayız.
Sosyal medyada paylaştığımız resme dünyanın öbür ucundaki arkadaşımızdan yorum yazıldığına şaşırmaz olmuştuk epeydir. Bir koltuktaki hapşırınca dünyanın öbür ucundan “Bless You!”nun yankısı gelirdi. Bugün anladık ki bu koltuktan birisi hapşırdığında, dünyanın öbür ucundakine –yani karşı koltuktakine– virüsü bulaştırabiliyor.
Dünyanın farklı köşelerinde olan arkadaşlarımıza, akrabalarımıza “gurbetteler” diye üzülüyorduk. Ama çok da uzak değilmişiz, bir virüs bulaşacak kadar yakınmışız meğerse. Mekânın izafi olduğunu, zamanın izafi olduğu zamanlarda idrak ettik.
Virüs gibi kötülüğü yaydık tüm dünyaya. Ama virüsten ölen bizler değildik öncesinde. Yaydık, ama ölmedik. “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” felsefesine binaen, kötülük Habil ve Kabil’deydi, elden ele, dilden dile çoğaldı. Ve sinema, televizyon, sonra internet, sosyal medya derken, kötülük anbean yayıldı. Kötülüğü her gün gördük, ama “dur” demedik, diyemedik. Kulağımız ölenleri duyarken yemeğimizi yemeye devam ettik. Avucumuzdan takip ettik kapılardan kovulanları, kıyıya vuranları. Şahit olduk, nefesini duyduk, ama el uzatamadık. Kötülük ifşa edildikçe meşrulaştı, meşrulaştıkça çok daha fazla kişi kötülüğün faili olmaya başladı, kötüleştik. Oysa tasavvuf düsturu, kötülüğü anlatmamaktı. Hepimiz nasıl adam öldürüleceğini, nasıl tecavüz edileceğini, ev soyulacağını, iftira atılacağını öğrenmiştik artık. Ve önemsemediğimiz evimize döndürdü bizi bu illet.
Hepimiz aynı evdeyiz şimdi. Hepimiz aynı odadayız. Başlangıç noktamıza döndük. Aynı korkudayız, virüse karşı, aynı saftayız. Biz korkuyla evimizdeyiz – virüs, korkusuzca dışarıda.
Daron-Mouradian, Queen No 1, 2014 tuval üzerine yağlıboya, 160 x 150 cm.
Tüm dünya, aynı eve tıkıldık şimdi. Bu evde anlatılan masallar artık Daron Mouradian’ın Doğu’nun ve Batı’nın, dinlerin ve mitolojinin tüm kahramanlarını buluşturduğu, arşı alemde anlatılan tüm masalları birleştirdiği tabloları gibi olmalı. Tüm tarih, kültür birleşti, sınırlar, her zamankinden muğlak şimdi. Elimizde distopya romanlarının külliyatı var belki, Zamyatin, Wells, Orwell, Huxley, Atwood ve niceleri.. Ve okuduğumuz tüm distopya romanlarını, kıyamet senaryolarını yaşıyor gibiyiz, binlerce insan ölürken tüm dünyanın bir Hollywood stüdyosuna döndüğünü inkâr edemeyiz ama, artık sonu iyilikle biten ortak masalları duymaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Artık tüketerek maddi şeyleri üretmeye değil, umudu çoğaltarak maneviyatı üretmeye ihtiyacımız var. Her şey var artık, ev, araba, otel, yat, kat... Eksilen ne peki? Hayat...Umut, yaşam sevinci, sağlık, iyilik, üstten bakmayan hoşgörü... İyiye ve güzele dair şeylerin kıtlığına düştüğümüz şu günlerde, en çok umuda inanmaya ihtiyacımız var.
Dünümüz, yaşattığımız geçmiş çok, bagajlarımız doldu taştı. O bagajlarca taşımaktan korkmadığımız tüm tanımlarımız eskidi, tarihi doldu. Çünkü onlar, bize önyargı, düşmanlık getirdi. Artık bu noktada hatırlamaya değil, unutmaya ihtiyacımız var. Aynı çatının altında karantinadayız çünkü. Artık uslu çocuk olup, vaktinde yatmaktan, doğa yat dediğinde, güneş kalk dediğinde kalkmaktan, doğada yetişeni mevsiminde yemekten, onu gereksiz tüketmemekten başka çaremiz yok.
Bu hastalık, bir vahiy kadar ağır artık üzerimizde. İyiliğe ve umuda inanmazsak rüya gibi olan hayatın ta kendisine dönemeyeceğiz bir daha.
‘Halk milliyetçi tercihler yapıyor’ dedik; virüs sınır tanımıyor, milliyet tanımıyor. Kadın erkek eşitliği mi, üstünlüğü mü, yoksa daha fazlası mı, bir türlü bilemedi; virüs cinsiyet tanımıyor. Şimdi, tüm iyi masallara inanmamız lazım. Maskeleri, reçeteleri paylaştığımız gibi, en güzel masalları bir reçete gibi paylaşmamız lazım.
"Sonsuzluk çocukları korkutur ve çocukların iyi uyuması şarttır."
Zamyatin, Biz
Artık aynı yastığa baş koyuyoruz, aynı dünya mekânında aynı döşekte uykuya dalıyoruz. Sonsuz uykumuza dalmamak için, bir yastıkta kocamak için, masallarla uyumamız lazım. Hümanist bir söylemdir, realist midir bilmiyorum ama, hakikatin iyilikte gizli olduğuna inanmamız lazım. İyiliği ‘Pollyannacılık oynamak’ diye tanımladığımız günden beri kaybolan iyilik inancını tazelememiz lazım. İyiliğe inanmanın sonu iyilikle biten masallara kanma zamanı. Hayatı sadece rüyamızda görmemek için, bir kez daha iyi insan olmalı. "Hayalgücü adı verilen hastalıktan mustarip olma’’nın tam zamanı...
•
DEĞİNİLEN KİTAPLAR:
Atwood, Margaret, Damızlık Kızın Öyküsü, çev. Özcan Kabakçıoğlu, Doğan Kitap, 2017.
Donne, John, Devotions Upon Emergent Occasions (1627)
Freud, Sigmund, Standard Edition of the Psychological Works of Sigmund Freud, haz. James Strachey. (London: Vintage Classics, 2001).
Huxley, Aldous, Cesur Yeni Dünya, çev. Ümit Tosun, İthaki Yayınları, 2019.
Orwell, George, 1984, çev. Celâl Üster, Can Yayınları, 2019.
Sontag, Susan, Metafor Olarak Hastalık, çev. Osman Akınhay, Can Yayınları, 2015.
Wells, H.G., Zaman Makinesi, çev. Volkan Gürses, İthaki Yayınları, 2020.
Zamyatin, Yevgeniy, Biz, çev. Fatma Arıkan, İthaki Yayınları, 2018.
[1] Susan Sontag, Metafor Olarak Hastalık, Can Yayınları, 2015.
[2] “It is undoubtely related to what is frightening- to what arouses dread and horror; equally certainly too, the word is not used in a clearly definable sense, so that it tends to coincide with what excites fear in general.” Bkz. Sigmund Freud, Standard Edition ofthe Psychological Works of Sigmund Freud, haz. James Strachey. (London: Vintage Classics, 2001), 219.
[3] “Of animals: tame, companionable to man. As opposed to wild.” Bkz. Freud, a.g.e, 222.
[4] “I shall be nowhere more heimelich than I am here.” Bkz. a.g.e., 223.
[5] “I will say at once that both courses lead to the same result : the uncanny is that class of frightening which leads back to what is known of old and long familiar.” Bkz. a.g.e., 220.
[6] “Uncertainty whether an object is living or inanimate, which admittedly applied to the doll Olympia, is quite irrelevant in connection with this other, more striking instance of uncanniness. It is true that the writer creates a kind of uncertainty in us in the beginning by not letting us know, no doubt purposely, whether he is taking us into the real world or into a purely fantastic one of his own creation.” Bkz. Freud, a.g.e, 230.
GİRİŞ RESMİ
Daron Mouradian, Air Force Marshal, 2013, tuval üzerine yağlıboya, 150 x 125 cm.