“Bizler… çizilmiş sınırlarla, örülmüş duvarlarla ayrılanlar. Bizler… bilinmeyen bir dilde konuşabilenler, ana dilinde konuşamayanlar. Bizler… ismi doğunca değil, ölünce konulanlar. Bizler… 'şöyle böyle' olanlar, 'şöyle böyle' sevenler. Bizler… ibadetiyle değeri belirlenenler. Bizler… doğduğu yeri kader edinenler, teninin rengiyle yeri bildirilenler. Bizler… bedenleri nedeniyle yaşamı kısıtlananlar. Bizler, hiçbirimizin varlığı, bir diğerine gölge düşürmesin diye bir aradayız."
04 Şubat 2021 19:50
Ayşe Tütüncü’den 2020'nin Ekim’inde hazırlıkları içinde oldukları konseri duyduğumda “Tam da böyle etkinliklere ihtiyacımız var,” deyivermiştim. İşin hem emin ellerden çıkacak olması hem konuşulması ve konuşturulması çok elzem bir temanın üzerine kurulu olması hem de zemininin müzik olması beni heyecanlandırmıştı. Bahsi geçen bu müzik etkinliğinin daha doğrusu müzik olayının adı Birlikte ve Çok Sesli; İnsan Haklarına Eşit Erişim Kampanyası kapsamındaki Eşitlik Festivali’nin Ayrımcılık Temalı Film Günleri ertesinde kampanyanın final etkinliği olarak Ocak ayında çevrim içi bir konser olarak yayınlandı. Dört kişilik çekirdek ekibin aylarca süren çalışmasına bir de müzisyenlerin ve film ekibinin de katılımıyla ortaya kulaklarınızı, gözlerinizi ve fikrinizi güvenle teslim edebileceğiniz bir iş çıkmış. Dolayısıyla ekipten Ayşe Görür ve Ayşe Tütüncü’yle uzaktan ama kalp sıcaklığında yaptığımız söyleşiye geçmeden önce sizleri konseri izlemeye davet ediyorum.
Festivali konuşmaya başlamazdan bu tuhaf günlerde nasıl olduğunuzu soracağım.
Ayşe Tütüncü: Bu tuhaf günlerde birkaç şeyi birden yapmaya çalışıyoruz. Hem sağlık hem de ruh hali olarak ayakta kalmaya, iyi bir şekilde yaşamaya çalışmak; ne olup bittiği ve ne olup biteceği konusundaki ihtimallerle ilgili, yalan yanlış şeylerden damıttığımız, birkaç yerden karşılaştırarak teyid edip kontrol edebildiğimiz bilgilerin peşine düşmek; eskiden görece normal hayatımızda yaptığımız faaliyetlerden çok uzaklaşmamak. Mesela benim mesleğim müzik yapmak, şimdi de bir biçimde de olsa bunu yapmaya devam etmeye çalışıyorum. Günlerim böyle geçiyor.
Ayşe Görür: Ben de sağlığıma dikkat etmeye çalışıyorum. Şimdilerde zihnen daha çok yaratıcı alanla olan çalışmalara odaklandım. Bu sürekli evde olmanın getirdiği bir durum da olabilir veya bu konsere hazırlık sürecinin bende yarattığı heyecan ve derin sevginin devamında nereye akacağıyla ilgili düşünceler de olabilir. Gelecek gösterecek.
Karışıklık olmaması için soyadlarınızla hitap edeceğim. Sevgili Görür, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin [ESHİD] bu proje kapsamında görünürlük çalışmalarını senin de bünyesinde çalıştığın Sosyal Kültürel Yaşamı Geliştirme Derneği [SKYGD] üstlenmişti. İnsan Haklarına Eşit Erişim Kampanyası projesinden biraz bahsedebilir misin?
Ayşe G.: ESHİD, SKYGD ve Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği [KARKAD-DER] olarak Eşitlik Forumu adı altında seksen kurumu bir araya getirdik. Proje tüm bu kurumları bir araya getiren bu forumun adı altında yürütüldü ve Avrupa Birliği tarafından fonlanmıştı. Proje, ESHİD’nin yürüttüğü Türkiye’de Ayrımcılık Algısı: Türleri, Failleri, Boyutları araştırmasının bize verdiği sonuçlar üzerine kuruluydu. Bu saha çalışması Türkiye genelinde yedi bölgede toplam 1000 küsur kişinin katılımıyla yapıldı ve sonrasında raporlaştırıldı. Dernek ayrıca kapasite geliştirme çalışmaları ve sivil toplum örgütleriyle çeşitli atölyeler yaptı. Ayrımcılıkla ilgili dava izleme ve raporlama çalışmaları yürüttü. Mesela Eşitlik Forumu projesi kapsamında iki önemli dava açıldı Biri 65 yaş üstüne uygulanan yasaklarla, diğeri ise engelli kişilere bakım ücretinde gelir kriterinin iptaliyle ilgiliydi.SKYGD olarak biz ise bu çalışmaların görünürlük kısmını üstlenmiştik. Bu çerçevede önce bir kısa film ve grafik tasarım yarışması düzenledik. Sonra yine ayrımcılıkla ilgili bir haber yarışması düzenlendi. Tüm bu çalışma ve etkinliklerin sonunda ESHİD uluslararası bir sempozyum düzenledi. Bunun ardından düzenlediğimiz kısa film yarışmasını Ayrımcılık Temalı Kısa Film Günleri başlığıyla bir film günleri etkinliğine dönüştürdük. En son da bugün üzerinde duracağımız Birlikte ve Çok Sesli konserine yer verdik. Bu iki etkinliği Eşitlik Festivali adı altında izleyiciyle paylaştık. Bütün bu sürecin amacı risk altındaki grupların gerek hukuk karşısında gerekse gündelik hayatta maruz kaldığı ayrımcılığa karşı bir farkındalık yaratmak, ayrımcılıkla mücadeleyi daha görünür kılmak. Çünkü maalesef ülkemizde gündelik yani sıradan ayrımcılık dediğimiz kişiler arası ayrımcılık çok kanıksanmış bir durumda.
Soldan sağa, Ayşe Tütüncü, Apostolos Sideris, Ruşen Alkar, Fırat Tanış, Tarık Aslan. (Fotoğraflar: Surela Yapım)
Sanırım pandemiyle birlikte bu gündelik, kanıksanmış ayrımcılıklar iyice belirginleşti veya üzerlerine yenileri eklendi. 65 yaş üzerine uygulanan ayrımcılık da bunlardan biri.
Ayşe G.: Kampanya boyunca ve konserde de sıkça kullandığımız bir slogan vardı, “Haklar eşittir, eşitlik haktır”. Fakat daha sonra bu ifadenin genel bir çerçevede kaldığına karar verdik ve buna sekiz alt başlık[1] daha ekledik. Daha doğrusu sekiz taneyle sınırlamaya karar verdik, daha yerimiz olsa ekleyeceklerimiz vardı. Pandemide bu alt başlıklar katlanarak arttı. Mesela bunlara meslek grupları da eklendi.
Bunlardan biri de müzisyenlik. Maalesef müzisyenlerin gerek toplumun genel kesimi gerekse devlet tarafından yok sayılması da ayyuka çıktı. Müzisyenlerin, müzik sektörünün “Ölüyoruz!,” minvalindeki haykırışlarına verilen tepkiler de zaten kanıksanmış bir anlayışın yansımasıydı. Bu bağlamda eminim Ayşe Tütüncü’nün söyleyecekleri vardır.
Ayşe T.: Yıllardır var olan bir durum pandemiyle sadece daha görünür oldu. Müzik ya da sanatın herhangi başka bir alanı söz konusu olduğunda sanki “Burada ciddi bir iş yapılıyor,” ya da “Yas var, şu anda sanatla falan uğraşamayız,” dermişçesine bütün sanat faaliyetleri hemen iptal ediliyor ama futbol maçları iptal edilmiyor. Bu anlayışın bir sebebi “eğlencelik” dediğimiz bir şeyi yas gibi bir durumun yanında düşünememizden kaynaklanıyor. Burada itiraz ettiğim iki şey var: Bir, eğlenme nedir ve nesi kötü? Bana göre eğlence anında insan daha önce fark etmediği bir şeyi fark eder, eğlence anı bir keşif anıdır ve bu çok kıymetlidir, keşke hep eğlenebiliyor olsak. Kötü bir duruma biraz olsun eğlenerek mi yoksa için için ölerek mi daha kolay katlanırız? İnsanların ruhunun nefes almaya ihtiyacı var ve bu konuda sanat paha biçilmez bir değerdir. İnsanları kâh güldürerek kâh düşündürerek kâh ağlatarak eğlendirebilirsiniz. İkincisi, sanat sadece güldüren bir eğlencelik değildir ki! Tamam güldürü unsuru diye bir şey var ama ağıt denen bir şey de var. Ağıt olmasa yaslarda söyleyeceğimiz şarkılar, türküler olmasa nasıl yas tutacağız? Sanatı sadece tek katmanlı bir şey olarak değerlendirmeye de itirazım var. Halbuki insanın türlü çeşit hallerini kapsayan, işleyen ve bize tüm bunlarla hitap eden bir şeydir, hayatın her aşamasında yeri vardır. Dolayısıyla eğlence kavramını küçültmek, hoppa, hafif bir şeymiş gibi göstermek sorunlu bir yaklaşım ve tam bir ayrımcılık örneği. Bu anlayışa karşı çıkmamız gerektiğini düşünüyorum.
Soldan Sağa: Çağrı Karadağ, Kubilay Özmen, Ayşe Tütüncü, Ayşe Görür
Söyleşi öncesi sohbetimizde “Pandemi olmasa Birlikte ve Çok Sesli etkinliği farklı bir formatta olurdu,” dediniz. Online konser yapma fikir nasıl şekillendi?
Ayşe G.: Ekip bizim haricimizde danışmanımız Kubilay Özmen ve hem etkinlik tasarımını yapan hem de bizimle birlikte içeriği şekillendiren Çağrı Karadağ’dan oluşuyor. Pandemiden önce fikir bazında zaten çalışmaya başlamıştık. Mesela Ayşe yine çok orijinal fikirler önermişti ama çoğunu koşullar gereği başka projelerde kullanmak üzere bir kenara sakladık. Pandemi olunca bize ayrılan bütçeyi etkinliği yapamadığımız gerekçesiyle iade edebilirdik, ki proje Temmuz ayında çoktan sonlanmıştı. Sonuçta bu konseri yapabilmek için uzatma aldık, sınırlarımızı da epey zorladık. Fakat yapmayı gönülden ve çok istediğimiz için online bir etkinliğe uyarlamaya karar verdik. Böylece bu dört kişinin bitmek bilmeyen ama keyifli zoom oturumlarıyla hazırlık çalışmalarını tamamladık.
Tütüncü, ekibe sen nasıl dahil oldun?
Ayşe T.: Çağrı’yla yeni tanıştım, tanıştığıma da çok sevindim. Kubilay ve Ayşe’yle ise zaten tanışıyorduk. Hatta daha önce Kubilay’la bir-iki çalışmamız olmuştu. Bu projede birlikte çalışmayı, sanat danışmanlığı yapmamı teklif ettiklerinde hem her zaman olduğu gibi belli bir disiplinde çalışabilmek için hem de biraz pandeminin üzerimdeki etkisinden dolayı fikre önce bir ısınmam gerekti. Sonuçta çalışması çok zevkli bir proje oldu.
Online olmasıyla ilgiliyse; pandemide hepimiz mecbur kaldığımız koşullarda çalışıyoruz. Bir sürü insan evde kayıt yapıp onları yayınlıyor. Kimi instagram’dan canlı yayın yapıyor kimileri ise ayrı mekânlarda kayıtlar yapıp sonra onları aynı anda polifonik olarak çalıyormuş gibi yayınlıyor ve gerçek anlamda canlı bir konser izleyemiyoruz. Birlikte ve Çok Sesli’ye belki tam olarak bir konser diyemeyiz ama aslında biz bir stüdyoda canlı çaldık ve o sırada video ekibimiz bizleri canlı bir şekilde kaydetti. Bu da başka bir zevkti tabii.
Festival nasıl şekillendi, hangi ilkelere dayanıyordu? Bunlardan bahsederken böylece içeriğin nasıl şekillendiğini de konuşmaya başlayabiliriz.
Ayşe G.: Hazırlık çalışmalarında ve süreç içinde ayrımcılığın ne olduğuna dair çok konuştuk. Ayrıca bildiğimiz şeyleri görsele dökmek için de tekrar tekrar konuşmak gerekti. Çünkü ayrımcılık çok iyi anladığımızı zannettiğimiz ama aslında hiç de o kadar da iyi bilmediğimiz bir konu. Her ne kadar eşitlikçi olsak da muhakkak biraz daha az eşitlikçi davrandığımız başka gruplar ya da kendimizi daha yakın hissettiğimiz gruplar oluyor ve bu da bazen insanın elinde olmayan koşullar yaratabiliyor. İşte bunu nasıl çerçevelendireceğimizi düşündük. O noktada esas zeminimizi birliktelik ve bir arada yaşamak üzerine kurduk. Böylece yapacağımız şey kampanyanın da devamı niteliğinde olacaktı. Bir arada yaşamanın, birbirimizle dayanışmanın mümkün gözükmediği bugünlerde -sadece korona sürecini değil son yıllardaki ülke koşullarını kast ediyorum- biz hâlâ bunun mümkün olduğuna inanıyoruz ve bu bağlamda da çok sesliliği büyük bir imkân olarak görüyoruz. Dolayısıyla eşitlikçi bir dünyanın çok seslilik ile renklendiği bir yaşamı savunmaya yönelik bir içerik oluşturmaya çalıştık. Bir arada yaşamamızı sağlayacak o ahenk unsurlarının ne olabileceğini düşündüğümüzde ise müzikal ahenk tam yerine oturmuş oldu. Müzik, bana paylaşım ve temas gücü en kuvvetli araç olarak geliyor, sanırım birçok kişiye göre de öyle. Diğer taraftan ifade özgürlüğü açısından seslerin çıkması tabii ki çok önemli ama o seslerin duyulması da çok önemli. İfade özgürlüğümüzü sadece kullanmakla yetinmek istemedik, bunun duyulmasını da istedik. Çünkü maalesef insan hakları alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin en büyük handikapı da bu oluyor; birtakım faaliyetler yapıyoruz, üç-beş kurum haberdar oluyor ama biz bir türlü aslında erişmek istediğimiz insanlara erişemiyoruz. Bu konseri yapmamızın sebebi de o.
Ayşe T.: Hayatta düşünülmüş nice çok güzel fikir vardır ama ifade edilmemişlerse kaybolup gidebilirler. Dolayısıyla duyulmaları önemli. Duyulduktan sonra ise acaba karşısındakini ne kadar etkileyecek? Bu, o iletişimin taraflar arasında kurulup kurulmadığına bağlı. Bunca yıldır bu işlerde çalışa çalışa benim anladığım şey şu: O işi yapan, sanatı icra eden insan o sırada o ifadeyle ne kadar hemhal oluyorsa, bunu ne kadar katmanlı ve etraflıca düşünüyorsa ve yaptığında ne kadar samimiyse o ifadenin karşısındakine ulaşma ihtimali de o kadar artıyor. Ayrıca biz bu dört kişinin, konserle ilgili kafa patlatırken verimli ve uyumlu bir şekilde çalışmış olmasının da güzel sonuçlar doğurduğunu düşünüyorum. Olan biten insanlara bir şekilde dokundu gibi geliyor bana.
Ali Ağrı
Bir izleyici olarak ortaya bütünlüklü ve sıcak bir çalışma çıktığını görüyorum. İzlediğim konser videosunun bir dili vardı. Arkasındaki emek de hissediliyor. Bu konserden Tütüncü’yle sonbaharda konuştuğumuzda haberim olmuştu, parça seçmeye uğraşıyordunuz. Şarkıları belirleme süreci nasıl ilerledi?
Ayşe T.: Ortada altı şarkı var ama çok fazla dinleme yaptık, uzun bir listimiz vardı. Burada Ayşe’ye pas atacağım çünkü onun önerdiği bir takım şarkıların festivalin fikriyle çok organik bağıntısı vardı.
Araya gireceğim, şarkıların hiçbiri ayrımcılığa doğrudan bir gönderme yapmıyor. Şarkıları ayrımcılık bağlamında kullandığınızda anlam, mesaj örtüşmesi oluyor diye düşündüm, yanılıyor muyum?
Ayşe G.: Dediğim gibi ayrımcılık zor bir konu. Doğrudan bu mesajı taşıyan şarkı bulmak da çok zor. Zaten en büyük mahzur hemen politik şarkılara meyletmek. Tabii ki bunda bir mahzur yok ama bizim konumuz bu değil. Hem ayrımcılık derken de tek bir odak noktamız yok. Sekiz alt başlıkla sınırlamak zorunda kaldık derken kast ettiğim buydu, tüm ayrımcılık alanlarını kapsayamadık bile. Diğer yandan diller konusunda çok sıkıştık. Çünkü konseri belli bir süreyle kısıtlamamız gerekiyordu ve her dile yer veremezdik. En sonunda düet yöntemiyle çözmeye karar verdik. Kısacası, biz bir dilden yola çıktığımızda o dil başka bir dili ve o dil de başka bir sanatçıyı getirdi. Şarkılar da aynı şekilde. Aklıma ilk gelen şarkılar, doğrudan ayrımcılık ile ilgili olmasa da güçlü bir bağ kurabildiğimiz Beni Hor Görme ve Beni Kategorize Etme idi. Sonrasında dördümüz kafa kafaya vererek ve sanatçılara da danışarak bütüncül bir iş çıkarmaya çalıştık.
Ayşe T: Gerçekten de bir dil bir kültür demek. Bir sözün söylenişindeki ağzın hareketleri, o duyduğun sesler, o seslerin sende yarattığı duygu dünyası, anılar, çağırdığı yıllar… Hani bir melodiyi sen Kürtçesiyle tanırsın ama daha sonra Rumcası olduğunu da öğrenirsin. Hatta bazen bir şarkının dört farklı dilde söylendiği bile olur. Düetle bu hissi karşımızdakine taşıyabiliriz diye düşündük. Bu yaptığımızın sağlamasını konser videosunu izlediğim zaman yapabildim; Kardeşin Duymaz Eloğlu Duyar’ı önce Özlem Ağrı sonra Fotini Kokkala ve Apostolos Sideris Rumca söylemeye başlıyor. Diğer düetimizde de [Mayro / Şalik Şînokê] Liana Benli Ermenicesini söylerken Rewşan Kürtçesini söylüyordu. Şarkının sonlarına doğru aynı bölümü bir Ermenice bir Kürtçe söylerlerken sanki birbirlerine atıp tuttukları hayali bir top vardı ve o topa sahip çıkarak onu düşürmemeye çalışıyorlardı. Bu aynı şeyi bir sağdan bir de soldan görmeye çok benziyor. Bu düetlerde aynı anda hem farklı hem de eşit olabiliriz duygusunu çok yoğun bir şekilde hissettim. Bir arkadaşım “İzlerken kâh güldüm kâh ağladım kâh dans ettim,” demişti. Bunların hepsini bir arada yaptırabildiysek ne güzel çünkü ayrımcılık gibi bir konuyu sadece üzerek, öfkelendirerek veya başkaldırıya sevk ederek çözmek mümkün değil. Hayatta da olduğu gibi bunların hepsi bir arada olmalı. İşte parçaları seçerken bütün bu duygulara birer kere uğrayarak düşünmemiz gerekti.
Fottini Kokkola
Sizler birer şarkı seçtiniz ve her birini bir müzisyene söylemeyi teklif ettiniz değil mi?
Ayşe T.: Çoğu öyleydi. Sadece Özlem Ağrı-Fotini Kokkala ve Rewşan-Liana Benli ikilileri ne söyleyeceklerine kendileri karar verdiler.
İzlediğim kadarıyla hiçbir şarkı emanet gibi durmuyordu.
Ayşe G.: Öncelikle biz birbirimizi ikna etmek için çok çaba sarf ettik. Şarkı seçimleri için gecenin ikisinde-üçünde zoom’laştığımız seanslarda birbirimizle çokça tartıştığımız ama uzlaştığımız zamanlar da oldu. Bir arada yaşama pratiğini bu proje üzerinden de olsa kendi aramızda yaratmayı becerebildiğimiz için ortaya bütüncül bir iş çıktığına inanıyorum, ki bunu bilinçli bir şekilde yapmadık.
Yılmaz Sütçü.
Ayşe T.: Bir de aslında, Yılmaz Sütçü’ye Beni Kategorize Etme’yi söylemesini teklif ederken ondan duymayı hayal ettiğimiz, içimizde hissettiğimiz bir şeyi teklif ettik ve uyum orada başladı; herhalde bu his bir şekilde denk ki, o da bu teklifi duyar duymaz hemen ne kadar da çok söylemek istediğini belirtti. Ruşen Alkar’la Fırat Tanış’ın ses uyumunu ve Beni Hor Görme Kardaşım’la ilişkilerinin güzel olabileceğini öncesinden hayal edebilmek de aynı şekilde oldu. Ayşenur Kolivar’ın söylediği Senoz Kaydesi bir Karadeniz düğünü şarkısı ve hikâyesi çok etkileyici. Gerçi bir konuşmamızda Ayşenur, şarkıların hikâyelerinin şarkının önüne geçmemesi gerektiğine dair görüşünden bahsetmişti ve ben de ona katılıyorum fakat o şarkıda öyle bir düğün anlatılıyor ki bahsetmeden edemeyeceğim; şarkıda, kendi düğün kutlamalarına katılması yasaklanmış bir kadından ve onun duygulanımlarından bahsediyor. Bu şarkıyı Ayşenur’un Bahçedeki Sandal [Kalan Müzik, 2011] albümünden zaten biliyordum. Ekip olarak, hem Ayşenur’un söyleyişini çok beğendiğimiz hem de hikâyesi konumuza çok uyduğu için seçtik. Kadınlarla ilgili şarkılar ya sadece başkaldıran ya da acılar içerisinde kıvranan metinlerden oluşuyor ve bu gerçekten çok tuhaf. Şahsen bu festival için çalışırken kadınlık durumuyla ilgili insana karalar bağlatmayacak veya duyarsızlığa sevk etmeyecek bir şarkı ararken endazeyi tutturmanın ne kadar zor olduğunu bir kere daha gördüm.
Enstrümantalistler sürece nasıl müdahil oldu?
Ayşe T.: Aslında her sanatçı kendi içinde organize oldu. Ama mesela Beni Hor Görme’de Ruşen ve Fırat’la parçayı önden çalışmıştık ve perküsyoncu Tarık Aslan’ı Ruşen sonradan önerdi. Ruşen’le ikimizin aklında hızlıca beliren kontrbasçı ise Apostolos olmuştu, ki o da zaten Fotini’yle de çalıyordu. Yılmaz’ın şarkısının düzenlemesini ben yapacaktım. O şarkıda matrak bir enstrüman olmalı diyordum. Klarnette karar kılınca aklımıza Göksun Çavdar gelmişti. Haliyle böyle birtakım eş düşmeler oldu.
Bu noktada biraz da işbirliklerinden bahsedelim mi? Mesela Hayyam Stüdyoları yani Sinan Sakızlı’dan.
Ayşe T.: Sinan’ın stüdyosunda çalışmanın pandemi sebebiyle alınan önlemler açısından çok isabetli olduğunu düşünüyorum, ki pandemi olmasa da birçok nedenden ötürü yine Hayyam stüdyolarında yapmanın çok iyi olacağını düşünürdüm. Hayyam hem çok olanaklı ve geniş bir stüdyo hem İstanbul’da parmakla sayılacak kadar az stüdyoda kuyruklu piyano var ve Hayyam onlardan biri. Sinan ise iletişim kurması çok rahat ve çok iyi bir tonmayster ve ayrıca dost bir insan. Kayıt asistanı Ceylan Akçar’dan da bahsetmek gerekir, o da çok iyi bir kayıt asistanı.
Bu arada çekimler için ne gibi önlemler alındı?
Ayşe G.: Herkese test yapıldı.
Ayşe T.: Test sonuçlarına rağmen stüdyoda çok dikkatliydik. Ya her bir küçük odada tek bir kişi çalışıyordu ya da çok büyük bir salonda aynı anda en fazla beş kişi bulunabiliyordu. Çalma salonları, odaları dışında maskesiz gezmemek gibi prensiplerimiz vardı. Her akşam stüdyo boşaldıktan sonra bütün stüdyo temizlenip ultraviyole makinesiyle arındırılıyordu.
Soldan sağa: Erdi Arslan, Erkal Öztürk, Kutay Özcan, Liana Benli, Rewşan, Hakan Gürbüz
Konser videosunu izleyenler neden işaret diliyle başlandığını zaten öğrenecek ama bu tercihinizin sebebini bir de sizden duysam ne güzel olur.
Ayşe G.: Şayet sahne üzerinde canlı bir etkinlik yapabilseydik Kubilay’ın fikriyle karanlık sahnede işitme engelliler için bir girizgâh yapma niyetimiz vardı. Dijital ortamda yapmaya karar verdiğimizde de aynı arayıştaydık. Bu sefer Çağrı sessiz bir giriş yapmayı önerdi; nasıl ki hiçbir etkinlikte biz işitme engelliler için tercüme kullanmıyorsak ve onlar da bizi anlamaktan mahrum kalıyorlarsa biz de bu sefer tersini yapalım dedik. Ben altyazı da olmasın diye önerdim. Bu üçümüzün geliştirdiği bir fikirdi.
Bu konser videosu için bir bütçe ayrılmıştı ama sanırım çoğu projede olduğu gibi sizler de bu işi sınırlarda gezinerek kotardınız. Ayrıca dayanışmaya yatkın, dünden hazır insanlarla çalıştığınızı varsayıyorum. Biraz buralardan bahsedelim mi?
Ayşe T.: Bir işin iyi yapılabilmesi için bir sürü olanaktan faydalanman, vakit, emek, enerji harcaman ve kayfa yorman gerekir. Elbette dayanışmayla tüm bunları gerçekleştirebilirsin fakat bazen de bir yerden sonra bunların sürdürülebilirliği kalmaz. Dolayısıyla bu projede çalışan insanlar dayanışmaya açık ve işbirliği içindeki insanlardı ama mütevazı da olsa bir ödeneğin olması bence iyi bir şeydi. Çünkü o zaman olanakları daha rahat kullanabiliyorsun. Bir de söyleşiden önce Ayşe’nin de söylediği gibi dayanışma göstermesi gereken müzisyenler değil; tabii ki dayanışma ruhu herkeste olsa ne güzel olur. Ama bir tarafın “Dayanışma çok önemli canım,” deyip karnını sıvazlayarak “Oh bugün de ne güzel doydum,” dediği bir tablo tuhaf gerçekten. Aç olanlar dayanışsın, tok olanlar dayanışma beklesin gibi bir durum kabul edilemez. Bunların hepsi bir arada olmalı. Olanaklar paylaşılmalı, yoksa dünya daha iyi bir yer olmayacak.
Ayşe G.: Bu süreçte bir zümre “Eşitlendik, pandemiyi herkes eşit yaşadı,” gibi uyduruk bir görüş geliştirdi. Bunu hangi görüşe uydurarak, hangi vicdanla söyleyebildiler bilemiyorum... Kendi çalışma alanımdan baktığımda sadece alt sınıfların dayanıştığına dair genel bir algı olduğunu görüyorum. Sanki dayanışmaya asıl onların ihtiyacı varmış gibi. Hatta ‘diğerleri’ onları “Ne de güzel dayanıştılar,” diye alkışlarlar. Sonuçta pandemiyi herkes aynı koşullarda karşılamadı.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ayşe G.: İçerik ekibi olarak, hem insan haklarından hem de politik bir şeyden bahsetmek istedik ama sözümüzü kaba saba değil güzelce söylemek istedik. Politik mesajların son derece artistik üsluplarla ve estetik yollarla ifade edilebileceğini hem kendimiz görmek hem de bunu izleyiciyle paylaşmak istedik. Sanırım bunu Birlikte ve Çok Sesli ile gerçekleştirebildik. Konser filminde hem Pakrat Estukyan’ın anlatısıyla hem de Çağrı’nın kaleme aldığı ve Fırat Tanış’ın seslendirdiği metinde de [bkz. hemen aşağıda metinden bir kuple] ne anlatmak istediğimizi ifade etmiş olduk. Ayşe zaten burada, çalan, söyleyen diğer tüm müzisyenlere de ayrıca teşekkür ediyorum.
“Bizler… çizilmiş sınırlarla, örülmüş duvarlarla ayrılanlar. Bizler… bilinmeyen bir dilde konuşabilenler, ana dilinde konuşamayanlar. Bizler… ismi doğunca değil, ölünce konulanlar. Bizler… “şöyle böyle” olanlar, “şöyle böyle” sevenler. Bizler… ibadetiyle değeri belirlenenler. Bizler… doğduğu yeri kader edinenler, teninin rengiyle yeri bildirilenler. Bizler… bedenleri nedeniyle yaşamı kısıtlananlar. Bizler, hiçbirimizin varlığı, bir diğerine gölge düşürmesin diye bir aradayız.[...]”
•
Birlikte ve Çok Sesli Künye
Müzisyenler Ali Ağrı, Anıl Eraslan, Apostolos Sideris, Aycan Yeter, Ayşe Tütüncü, Ayşenur Kolivar, Erdi Arslan, Erkal Öztürk, Fırat Tanış, Fotini Kokkala, Göksun Çavdar, Hakan Gürbüz, Kutay Özcan, Liana Benli, Mustafa Biber, Özlem Ağrı, Rewşan, Ruşen Alkar, Tarık Aslan, Yılmaz Sütçü
Hikâye Pakrat Estukyan
Ses Ses Kayıt: Sinan SAKIZLI, Hayyam Stüdyoları, Kayıt Asistanı: Ceylan Akçar, Miks & Mastering: Sinan SAKIZLI
Video Künye Surela Film, Yapımcı: Ayşe Çetinbaş, Yapım Yardımcısı: Ahmet Bawer Aydemir, Yönetmen: Koray Kesik, Kamera: Koray Kesik, Utku Kundakçı, Ses Operatörü: Burak Özenç, Asistanlar: Melike Ölker, Boran Koçoğlu, Tugay Duyu, Kurgu: Larry İsmail, Color Correction. Marie Laure Blancho
NOTLAR
[1] Alt başlıklar: Cinsiyetler Farklı Haklar Eşit, İnançlar Farklı Haklar Eşit, Aşklar Farklı Haklar Eşit, Irklar Farklı Haklar Eşit, Bedenler Farklı Haklar Eşit, Renkler Farklı Haklar Eşit, Diller Farklı Haklar Eşit, Yaşlar Farklı Haklar Eşit