Bugün bir küresel meta olarak romanın dinamiklerini yeniden konuşmamız gerektiğini gösteren önemli bir örnek Zemberekkuşu’nun Güncesi...
02 Şubat 2017 14:05
Haruki Murakami’nin 1994-95 yıllarında Japonya’da yayımlanan üçlemesi Zemberekkuşu’nun Güncesi, Toru Okada’nın yaklaşık bir buçuk seneyi kapsayan güncesinden oluşur. Metin, kahramanın bir anda ortadan kaybolan karısını arama macerası etrafında gelişir. Bu macera bir yandan Toru’nun karısıyla ilişkisinin o güne kadar görmezden geldiği gerçekliğine, bir yandan da Japonya’nın II. Dünya Savaşı esnasında Mançurya’daki suç geçmişine yönelik çift katmanlı bir anlatıdır.
Üçleme, 1997 yılında Jay Rubin tarafından İngilizceye çevrilir. Fakat bu versiyonda üç kitap tek bir ciltte toplanmış, roman kısaltılmış ve yeniden düzenlenmiştir. Rubin’in belirttiğine göre kitabın yayıncısı Alfred A. Knopf kitabın orijinalinden kısa olmasında ısrarcı olmuştur. Bunun üzerine Rubin ikinci ve üçüncü ciltlerden 60 sayfayı geçen bir kısmı çıkarmış, bazı bölümleri tamamen atmış ve bazı kısımların ise metindeki yerini değiştirmiştir. Bu yabana atılır bir değişim değildir. Zira hem kurguda ciddi farklılıklar oluşmuş hem de romandaki bazı kahramanların önem derecesi değişmiştir. Roman sonra Almancaya da bu İngilizce versiyonundan çevrilir. Elbette bu süreç Murakami’nin onayıyla gerçekleşir.
Bunun oldukça ilginç bir vaka olduğunun altını çizmeye bile gerek yok sanırım. Roman, İngilizce okur piyasasına sunulurken satış ve sunum kaygısıyla yeniden tasarlanmıştır. İngilizce ve Almanca okuyanların karşısında kendileri için özel üretilmiş bir metin vardır artık.
Bu ilginç tercih büyük ihtimalle Murakami’nin o dönemde sahip olduğu tanınırlık seviyesi ile alakalıdır. 2009’da 1Q84 yine üç cilt olarak yayımlandığında hem İngilizce çevirisinde bir kısaltmaya gidilmez, hem de eser ilk önce üç ayrı cilt sonradan da tek cilt olarak yayımlanır. Zira Murakami artık küresel roman piyasasının yıldızlarından biridir, romanlarını piyasaya sunarken küçük hesaplara gerek kalmamış olmalıdır.
Bugün bir küresel meta olarak romanın dinamiklerini yeniden konuşmamız gerektiğini gösteren önemli bir örnek Zemberekkuşu’nun Güncesi. Zira yeni dünyada edebiyat piyasasının başat ürünü romanın üretim-tüketim dinamiklerinin hızla değiştiğini gözlemliyoruz. Okurlar, her geçen gün daha çok küresel piyasa içinde devinen ve beğenileri ortaklaşan tüketiciler haline geliyorlar. Öte yandan İngilizce okur-yazarlık artıyor, İngilizce roman tüketiciliği ulus sınırlarının ötesine taşıyor. İşin üretim tarafında bulunanlar da bu duruma uyum sağlıyor. İngilizce piyasada kendine yer bulmak, hızla başka dillere tercüme edilme şansı da veriyor. Netice itibariyle İngilizcenin merkezde olduğu bir küresel roman piyasasının kendine ait arz talep dengesi oluşmuş durumda. Bunun romanın biçim, üslup ve içerik özelliklerini değiştirmediğini söylemek elbette mümkün değil. Tim Parks’ın yakın zamanda Türkçeye tercüme edilen kitabı Ben Buradan Okuyorum’da söylediği gibi, “Yazar nihai okur kitlesinin uluslararası bir topluluk olarak algıladığı andan itibaren yazdıklarının niteliği mecburen değişir. Özellikle uluslararası çapta anlaşılmayı engelleyecek unsurları kaldırma eğilimi dikkat çekicidir” (42).
Parks’ın işaret ettiği küresel yazar reflekslerini Murakami’de bol bol gördüğümüzü söyleyebiliriz. Zemberekkuşu’nun Güncesi İngilizcede yeniden yaratılırken gösterdiği rıza bunun çarpıcı bir örneği. Ama onun bu piyasanın talep ettiklerini sağlayan bir küresel yazar olduğunu yine bu romanın iç özelliklerine bakarak göstermek de mümkün.
Öncelikle, –her ne kadar sadece İngilizce ve Türkçe tercümelerine bakarak iddia etmek riskli olsa da- Zemberekkuşu’nun Güncesi neredeyse üslupsuz (!) bir metin. Düz ve sade. Murakami’nin oyunsuz ve çok katmanlı olmayan bir dili var. Zaman zaman Amerika’nın büyük postmodern yazarlarıyla karşılaştırılsa da, onda bu yazarların teknik arayışını bulabileceğimizi söylemek zor. Dramatizasyonun klasik yollarından başkasına ihtiyaç duymayan bir anlatma tavrı onunki. Netice itibariyle, Parks’ın vurguladığı gibi, uluslararası çapta anlaşılmayı engellemeyecek, hatta daha ileri gidelim, kolayca başka dillere tercüme edilecek bir dile ve üsluba sahip.
Üçlemenin bir önemli özelliği de, her ne kadar Japonya’da geçiyor ve Japonya’nın yakın tarihiyle ilişki içinde bir metin olsa da, oradan hiçbir yerelliği okurun önüne getirmiyor oluşu. Kahraman ve yer isimleri Japonca olsa da, metinden taşan hava neredeyse bütünüyle kimliksiz. Sanki tamamen yerellikler-üstü bir mekândayız ya da ille bir yer belirleyeceksek, en çok -filmlerden, dizilerden, müzik kliplerinden ve başka şeylerden- aşina olduğumuz Amerika’ya benzer bir mekânda geçen bir hikâye içindeyiz. Jay Rubin bir röportajda, Murakami’nin edebiyatının Japon okura taze ve yeni geldiğini, zira İngilizceden tercüme edilmiş bir metin gibi okunduğunu söylüyor! (Maynard, 175). Murakami okurlarının kolayca anlayacağı bir saptama olsa gerek bu.
Bir yandan da çok sayıda anlatıcının, üslup farkı olmaksızın anlattığı çok sayıda hikâyeden oluşan bir roman Zemberekkuşu. Güncesini okuduğumuzu farz ettiğimiz asıl anlatıcı Toru Okada’nın dışında, sık sık farklı anlatıcılar ortaya çıkıp yeni hikâyeler anlatıyor. Bu hikâyeler bazen Okada’nın macerasının bazı sorularına kısmen cevap veriyor, bazen de temel soruya (Okada’nın karısı niçin kayboldu, nerede?) yeni katmanlar ekliyorlar. Bunu yapmayanlar ise ana hikâyeden ilk planda bağımsız görünen ama nihai çözümlemede Toru’nun macerasına bir şekilde bağlanacak merak uyandırıcı hikâyeler anlatıyorlar. Neticede, üst üste yığılan ve yığıldıkça gizem örtüsünü kalınlaştıran bir anlatılar toplamı ile karşı karşıyayız. Cevap vermekten çok soru soran, sorularının cevapsızlığından heyecan kotaran bir toplam.
Öte yandan bu hikâyeler pek çok olağanüstü unsurla dolu. Zemberekkuşu’nun yer yer Latin Amerikan menşeili Büyülü Gerçekçiliği anımsattığını söyleyebiliriz. Toru Okada’nın sıradan öyküsüne, yavaş yavaş ve hiç de öyle değilmişler edasıyla olağanüstü pek çok unsur dâhil oluyor. Tüm bu “olağan olağanüstülük” metinde sürekli tekrar edilen ve her biri birer simgeye dönüşen motiflerle pekiştiriliyor. Okur bir simge avcısı konumunda artık, bulmacanın parçalarına dair sorular yöneltmeye çağrılıyor: Bu tekrar eden motiflerin anlamı ne? Neyi temsil ediyor bunlar? Örneğin, Okada’nın sürekli dibine indiği kurumuş kuyu neyin sembolü? Ya da, kahramanın sürekli karşılaştığı zemberek kuşu neyin nesi? (Romanın yorumlarını okuduğunuzda bu soruya yığınla farklı cevap verildiğini görüyoruz: Kimi devlet, kimi zamanın akışı, kimi Japonya’nın kirli yakın tarihinin sembolü vs. olarak okumuş bunu) Bu soruları çoğaltmak hiç de zor değil.
Dolayısıyla Zemberekkuşu’nu sürükleyen iki büyük dinamik var. Okur, bir yandan gizem örtüsünü giderek daha karmaşıklaştıran bir metinle uğraşırken bir yandan da, motiflerin simgeselliği üzerine kafa yorarak ilerliyor. Hep bir aşama sonrasını merak ederek cevaplanmamış sorular ve ucu açık bir simgeler bulmacasının peşine takılıyor. Bir üçüncü dinamik olarak ise metinde hiç durmadan devinen bir hakikat efektinden bahsedebiliriz. Kahramanın ve içinde nefes alıp verdiği âlemin örtüler arkasına gizlenmiş hakikatine doğru yol aldığımız efekti okura metnin sonunda varılacak yerde tüm bu karmaşanın anlam kazanacağı bir gerçek vadediyor.
Sonuç itibariyle tüm bu özellikleriyle Zemberekkuşu’nun Güncesi “herkes için” bir metin. Yerellikten ve yerelin dil ve hayat farklarından tamamıyla soyunmuşluğu ve merak ile gizemi sürükleyiclik yaratmak adına sonuna kadar kullanan anlatı yapısıyla “herkes için." Hakikat efektiyle dopdolu ama hakikatle derdi olmayan bir metin (Olması gerekir mi, elbette sorulması anlamsız bir soru değil bu). Tüm bu özellikleriyle küresel roman tüketicisinin ağzına layık.
Üçlemenin Türkçe çevirisi Nihal Önol tarafından Fransızcadan yapılmış (Murakami’nin Fransızcadan Türkçeye çevrilen başka romanları olduğunu da belirteyim). Neden Japoncadan tercüme edilmediği her ne kadar makul bir soru olsa da, bu çevirinin bir şans olduğu söylenmeli. Zira Fransızca çeviride Japonca orijinal metne sadık kalınmış. (İlginçtir ki, Türkçe çeviride güncenin tarihleri yok. Orijinal metin böyle miydi, yoksa tarihler İngilizcede mi eklendi, bilmiyorum)
Sonuç itibariyle özelde Zemberekkuşu’nun Güncesi genelde Murakami’nin edebiyatı, küresel roman meselesini tartışmak için değerli bir zemin sunuyor. Türkçe edebiyat ürünlerinin giderek daha çok farklı dillere çevrildiği şu günlerde, Orhan Pamuk’tan başlayarak tüm bu çeviri tecrübesini de bu perspektiften tartışmanın yararlı olacağı kanaatindeyim.