Gülen Türkiye demokrasi, gülmeyen Türkiye totalitarizm demektir. Otorite gülmekten, güleryüzlü olmaktan, gülenlerden korkar. Gülemeyenin kendisinden korktuğunu biliyordur. Kâbusu: “Gülen Türkiye.”
23 Kasım 2015 12:00
Önce e-psikiyatri portalından bir haber:
Gallup araştırma kurumunun anketine göre, “Dün gülümsediniz mi ya da kahkaha attınız mı”sorusuna en çok Türkler “hayır” yanıtını verdi.
ABD merkezli kamuoyu araştırma kurumu Gallup’un anketinde, Türkiye 148 ülke arasında mutluluğunu en az dışa vuran ülke oldu. Gülümseme ve kahkaha atmada dünya ortalaması yüzde 75 olmasına rağmen Türkiye’deki oranın sadece yüzde 43 olması dikkat çekti. Türkiye’nin ardından az gülen diğer ülkeler Sırbistan ve Tunus oldu.
Sonuçlar geçen sene 148 ülkede 153,000 kişiyle yapılan görüşmelerden.
Aman dikkat. Türkler şunda bunda farklıdır derken bizi yalnızlığa iten, dünyadan ayrıştıran milliyetçi duyguları körüklemeyelim.
Fakat dünyanın en az gülen üç ülkesinden biri olmanın nedenini de düşünmeliyiz.
Düşünmeliyiz ki güleryüzlü olalım.
Araştırmalar kalp hastalarının %40’ının gülmekten nasibini alamadığını gösteriyor.
Güleryüzlü olalım ki bağışıklık sistemimiz güçlensin, kalp hastalıklarından daha az ölelim, depresyondan kurtulalım. Daha uzun, daha mutlu yaşayalım… Yıllık gelirimizi şu kadar dolar yaptık diye övünen hükümetler, Türkiye’nin, yeryüzünün en asık suratlı ülkelerinden biri olduğunun utancını taşıyorlar mı acaba?
Türkiye’yi yönetenler de güleryüzlü değil ki.
Amerikalılardan öğrendikleri, basın için dondurdukları botoks gülüşleri bizlere daha da çok hatırlatıyor normalde asık suratlı olduklarını.
“Bir göz ağlarken öbür göz gülmez,” der atasözümüz.
Olaylarla katılaştıkça ağlamayı da unutuyoruz.
Nazi temerküz kamplarından sağ çıkan Primo Levi, “Bizi gülmek kurtardı” der. Gülmeyen toplumların patolojik ruh hali kötümserliği tetiklediğinden, umudu öldürdüğünden, kitlelerin edilgenleştiği totaliter rejimlere davetiye çıkarır.
Türkler dahil hiçbir ulusun afonagelia, yani gülememe hastalığından muzdarip olduğunu söyleyemeyiz.
Çocuklar 15 haftalıktan itibaren gülmeye başladığına, hatta evrimsel sürecimizi paylaştığımız şempanze ve bonobolar da bu özelliğe sahip olduğuna göre, nedir büyüdükçe bizi somurtkan yapan?
Kendimizde bakalım.
Ağızlarını elleriyle kapatıp ayıptır diye güldüklerini örtenleri mi istersiniz, ilkokulda güldü diye dayak yiyen çocukları mı?
“Ağır ol molla” kültüründen gelen, ciddiyet maskesinden soyunmaya cesaret edebilir mi?
Gülen, tebessüm eden, bu nedenle katledilen kadına hafifmeşrep diyen biz değil miyiz? Rol modelleri, ciddi erkek, mahcup kadın olunca, çocuklar ne yapsın?
Toplum olarak en çok neye güldüğümüze bakın.
Sürü halinde kahkaha attığımız eşek şakaları başta gelir. Bir de birbirimizi işleterek küçük düşürüp ardından makaraları koyuvermek. Ergenlik çağımıza kilitlenmiş gülme anlayışımız burada çakılır kalır. Hababam sınıfı espri anlayışı bizi ölümümüze kadar takip eder.
Az okuduğumuzdan mı?
Dile hâkimiyetimizi geliştirip ince espri yapamadığımızdan mı?
Bilemiyorum.
Hep mi böyleydik?
Konu nice doktora tezine gebe.
Ancak şu kesin.
Bırakın gülmeyi, göz göze gelmekten kaçındığımız bir ülkede yaşıyoruz.
Çocuk öğretmeninin, memur müdürünün, milletvekili cumhurbaşkanının gözüne bakamaz.
Metroda, otobüste, sokaktasınız. Hep o kaçamak bakışlar.
Dünyaya, çevremize, başka insanlara açıkça bakamamamız korku toplumunun alametleri.
Yolda size doğru gelene tebessüm ederseniz, başınıza o an bela gelebilir. İster aynı, ister karşı cinsten olsun, ardında cinsel bir yaklaşım bile sezilebilir.?
Gülmekten korkmak, gülmemek, cinsel açlığımızın kamuflajı mı?
Cinselliğimizde kendimizi güvende hissetmediğimiz için mi?
Arzularımızın tatmin olamamasından kaynaklanan cinsel şiddet en çok kadının ötekileştirildiği toplumlarda değil mi?
Oysa özellikle erkeklerin çoktan öğrenmesi gerekirdi kadınların güleryüzden hoşlandığını.
Başta siyasetçiler, gün be gün karşılaştığımız rol modellerini, imamları, hocaları gözünüzün önüne getirin.
Hangisinin güldüğünü gördünüz?
Aşağılık kompleksinden kaynaklanıyor olabilir mi ciddiyet maskesi? Şu kesin ki, gülücükleri çoğu zaman sahte de olsa, devlet korkusunun nispeten az olduğu ülkelerde, politikacılar daha güleryüzlü.
Asık suratlı devlet adamları korkutarak iktidarda olanlar.
Farkında değiller en ciddi hallerinde ne kadar gülünç olduklarının.
İşte Şarlo’nun Adolf Hitler’i canlandırdığı Büyük Diktatör filmi.
İşin ürkütücü yanı gülmeme patolojimizin Türkçeye yansımış olması.
Elinize başka dilden bir sözlük alın ve gülme kelimesinin karşılığına bakın. Eskimolarda kar için ne kadar çok kelime olduğunu bilirsiniz. Birçok dilde gülmek de öyle. Türkçe sınırlı.
Gülmemenin nedenini dinlerde arayanlar var.
Tek tanrılı dinlerin peygamberlerini gülerken düşünebilir misiniz? Hele tasviri bile mümkün değilse. Oysa Buddha kahkaha atarken tasvir edilir.
Gönül ister ki dinlerini öğrenirken çocuklar cıvıl cıvıl gülebilsinler.
Kim, tanrı bunu tasvip etmez diyorsa, kendisini tanrı yerine koyuyordur. Belki çocuklarımız bu nedenle yetişkinlerin yüzlerine gülerek değil endişeyle bakıyordur.
Somurttukça kalıplarımıza gizlenir, güldükçe en savunmasız halimizle özgürleşiriz.
Aklımda Oscar Wilde’ın şu sözleri:
“Birisine gerçeği söylemek istiyorsan onu güldürerek söyle, yoksa seni öldürür.”
Gülen Türkiye demokrasi, gülmeyen Türkiye totalitarizm demektir.
Güleryüzlü olmaksa, her şeye rağmen bizim elimizde.
Bakkaldan alışveriş yaparken, dolmuşta para uzatırken, muhtardan ikametgâh alırken…
Otorite gülmekten, güleryüzlü olmaktan, gülenlerden korkar.
Gülemeyenin kendisinden korktuğunu biliyordur.
Kâbusu: “Gülen Türkiye.”