Yalnız şehir plancıları, mimarlar, coğrafyacılar ve sosyal bilimciler için değil, “mekân” ve “insan” ile etkileşimde olan bütün disiplinlerden okuru ilgilendiren bir kitap Sosyal Adalet ve Şehir: Sosyal adalet şehirde sağlanabilir mi? Daha önemlisi: Nasıl
03 Mart 2015 12:00
John Gill, bir makalesinde İngiliz antropolog, coğrafyacı, sosyal teorici (ve bana göre bir plancı da) David Harvey’nin, bütün beşeri bilimlerde en çok atıf yapılan yirmi yazardan biri olduğunu yazmıştır (Giddens trumps Marx but French thinkers triumph, 2009). Buna karşın, kaleme aldığı kitap ve makalelerin yarısından azı Türkçeye çevrilmiş olan Harvey’nin, Türkiyeli okur için hâlâ “tam olarak tanın(a)mamış” bir araştırmacı olduğunu söylemekte sakınca görmüyorum. Zira, Gezi Parkı isyanının ardından verdiği birkaç röportaj[i] haricinde, Harvey’nin doğrudan Türkiye temelli yorumlamalarına rastlamak kolay değil. Hal böyle olunca, esasında kent ve coğrafya üzerine dünya üzerindeki bütün yerleşimleri ilgilendiren şeyler söylüyor olsa bile, Harvey’nin adını duymak, yazdıklarına ulaşmak Türkiyeli okur için muazzam bir ilgi ve özen istiyor. Bununla beraber, bahsettiğim ilgi ve özene sahip olunsa dahi, David Harvey’nin yazdıklarını tümüyle anlamak için -mesleki düzeyde- ikinci bir dil hakimiyeti gerekiyor.
Bütün bu sebeplerle havsalamızda gedik kalan yerleri bir kenara bırakıp Harvey’in bugüne değin Türkçeye çevrilen kitaplarına bakacak olursak, bunların arasında en çok okunanın (dolaylı biçimde en popüler olanın da) 1980’de kaleme alınan ve 1997’de Postmodernliğin Durumu adıyla çevrilen metin olduğunu görürüz. Yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada büyük ilgi gören bu kitapta kısaca, modernizm- postmodernizm çatışması üzerinden, çeşitli sosyal bilim alanlarındaki çalışmaların karşılaştırmalı okumaları yapılıyordu. Fakat Harvey’ye göre, bir biçimde popüler hale gelen Postmodernliğin Durumu, son otuz yıldır sürdürdüğü tartışmaların bir dönüm noktası değildir; sözkonusu dönüşümün anlaşılması için çok daha önceleri temelleri atılmış bir başka yazısına bakılması gereklidir. Yazara göre, 2003 yılında Türkiye’de ilk basımı yapılan Sosyal Adalet ve Şehir, belki de bu geleneğin en sağlam eserlerinden biridir ve üstelik, “Postmodernliğin Durumu’na giden Marksist altyapıyı üretmesi bağlamında da özelliklidir.”[ii] David Harvey (1973), “sosyal ve ahlaki felsefe alanındaki fikirlerin hem coğrafya araştırmaları, hem de coğrafyayla birçok ortak noktası bulunan planlama ve bölge bilimi gibi entelektüel çabalarla nasıl bir ilgisi olabileceğini incelemenin uygun ve önemli olduğunu hissettim” derken, şüphesiz, bu kitabın aslen ne sebeple hazırlandığının bilinmesini istiyor. Giriş metninden alıntıladığım bu cümle, aslında, kitabın ileriki sayfalarında sıkça rastlanacak olan kuramsal okumaların -hele hele kentsellik ve mekânla ilgili olanların- sinyalini veriyor.
Tabii, David Harvey ve kuram dendiğinde akla ilkin Marx, sonrasında ise Lefebvre gelmelidir. Bununla beraber Harvey’yi, yirminci yüzyılın ikinci yarısından günümüze, Marksist kuramı büsbütün kent ve diğer özel anti-kapitalist mücadele mekânları üzerinde sınırladığından ve bu sınırlar çerçevesinde kuramın uygulama yöntemleri üzerine çalıştığından, bir “Neo- Marksist” olarak tanımlamak mümkün. Harvey’nin, yine kendisi gibi Marksist kuramı benimseyen bir düşünür olan Henri Lefebvre’nin “kent hakkı” kavramı üzerine çalışan ve bu kavramdan nasıl devrimci imkânlar çıkarılabileceğini sorgulayan bir araştırmacı olduğunu da belirtmekte fayda var. Bu bağlamda Marx ve Lefebvre’nin fikirlerinin, Harvey’nin -Sosyal Adalet ve Şehir de dâhil olmak üzere- çalışmalarının temelini oluşturduğunu söylemeliyiz. İşte Harvey’yi öteki Marksist düşünürlerden (evet kendisi böyle de tanımlanabilir!) ayıran en önemli nokta da, tam olarak buradan doğmakta: Mevcut kuramdan ve kuram üzerine diğer düşünürlerin fikirlerinden hareketle ortaya koyduğu yapıcı eleştiriler, bazı noktalarda kuramı büsbütün iyileştirmiş (kullanılmaya müsait hale getirmiş) ve hatta dönüştürmüştür.
Sosyal Adalet ve Şehir’in dört temel temanın çevresinde yazılmış bir inceleme/ araştırma metni olduğu biliniyor: Kuramın doğası, mekânın doğası, sosyal adaletin doğası ve kentselliğin doğası. Buna karşın değindiğim temaların, üç kısım ve yedi bölümden oluşan kitapta birbirlerinden keskin hatlarla ayrıldıklarını, iç içe geçmemiş olduklarını söylemenin imkânı yok. Öyle ki, birike birike bir bütüne evrilen kuramsal okuma ve yorumlamalar, dağınık bir biçimde sözü geçen temalara dokunuyor.
Liberal Formülasyonlar olarak adlandırılan birinci kısım, Toplumsal Süreçler ve Mekânsal Biçim bölümüyle başlıyor. Bana göre bu bölümün en dikkat çekici metni, Harvey’nin alıntılar ve kendi fikirleriyle sürdürdüğü, coğrafi ve toplumsal muhayyile çatışmasının irdelendiği metin. Bu kısmı önemli bulmamın öncelikli sebebi, kitabın konu ettiği asıl alan olan beşeri bilimlerin haricinde, yazılanların bir biçimde “mekân” ve “insan” ile etkileşimde olan her uğraşı dönüştürecek güce sahip olduğuna dair büyüttüğüm inanç. Coğrafi (ya da mekânsal) ve toplumsal (ya da sosyolojik) muhayyilenin ne olduğu bilindikten ve iyice anlaşıldıktan sonra, Harvey’nin iki muhayyile arasındaki ayrım ve bu ayrım sonucunda karşılaşılan durumlar üzerine söyledikleri, rahatça anlaşılıp kanıksanabilir.
“Coğrafi ve sosyolojik muhayyile arasındaki bu ayrım, kentin sorunları söz konusu olduğunda yapaydır, ama kent hakkındaki düşünce biçimlerini incelediğimizde çok gerçektir. C. Wright Mills de aralarında olmak üzere güçlü bir sosyolojik muhayyileye sahip olan birçok kişi vardır ki, mekânsız bir dünyada yaşayıp çalışıyormuş gibi görünürler. Güçlü bir ‘mekânsal bilinç’ ya da ‘coğrafi muhayyile’ye sahip olan bazıları da, mekânın biçimlendirilmesinin toplumsal süreçler üzerinde ne kadar derin bir etkisi olduğunu göremezler – modern yaşamda birçok güzel ama içinde yaşanabilir nitelikte olmayan tasarım bulunmasının nedeni de budur.”[iii]
Kitabın değindikleriyle önem taşıdığı bir diğer nokta ise, sosyal adalet üzerine yer alan yazılar. Harvey, “adil yollarla sağlanmış bir dağıtım” olarak tanımladığı “sosyal adalet” kavramının bölgesel düzeyde sağlanabilmesini, iki temel koşula bağlıyor: gelir dağıtımının ve mevcut mekanizmaların düzenlenmesi. Harvey’e göre gelir dağıtımı, her bölgedeki nüfusun ihtiyaçlarının karşılanacağı, kaynakların bölgelerarası çarpan etkilerini azami düzeye çıkaracak şekilde tahsis edileceği, fazla kaynakların fiziksel ve toplumsal çevreden kaynaklanan özel zorlukların karşılanmasına tahsis edileceğini şekilde olmalıdır; kurumsal, örgütsel, siyasal ve iktisadi mekanizmalar ise, en az avantajlı bölgelerin başarı şansının olabildiğince yüksek olmasını sağlayacak şekilde düzenlenmelidir. (1973, s. 111)
Sosyal adalet ve muhayyile ayrımları gibi, kitapta üzerine mühim şeyler söylenen pek çok konu sayılabilir; dört temel temadan biri olan “kuramın doğası”na dokunan metinler gibi. Bu metinlerin özellikle kentlerin mahiyetiyle ilgili kısımlarda Marksist kurama yaptığı katkılar (üçüncü paragrafta değindiğim üzere Markist kuramın kentler ve diğer küçük ölçekli anti-kapitalist mekanlarda uygulama yöntemleri üzerine çalışmaları) ve bu sayede kuramı yeniden üretiyor -dönüştürüyor- oluşu, Sosyal Adalet ve Şehir’i önemli bir metin haline getiriyor.
Vurgulamak üzere tekrar etmek gerekirse, yalnız şehir plancıları, mimarlar, coğrafyacılar ve sosyal bilimciler için değil, “mekân” ve “insan” ile etkileşimde olan bütün disiplinlerden Harvey okuru, bu kitap sayesinde, bile isteye sorumluluğunu aldığı toplumsal rolü değiştirip dönüştürecek bir şeylere rastlayabilir.