Şehrinin farkına varmayan ve onu korumayan insanlar boşuna onu “muhafaza etmek”ten söz etmemeli ve kendilerine muhafazakâr dememelidir. Öyle anlaşılıyor ki İslam şehirlerinde “şehir kültürünü korumak” anlamında muhafazakâr yoktur, oralarda muhafazakârlık taassupla yer değiştirmiştir.
- İslam dünyasındaki şehirlerde olağanüstü büyük tarihsel mirasa karşın “mimari değer” kavramı ve koruma anlayışı gelişmemiştir, betonlaşma kötü görülmez. Gerçi 1200’lü yıllardan kalma sokakların bulunduğu Floransa’ya giden yahut geçmişi olduğu gibi koruyabilmiş Avrupa şehirlerinde dolaşan bir “Müslüman muktedir” bile bunlara hayret edebilir ama kendi ülkesinde böyle bir korumacılığın olamayacağının bilincindedir.
- Müslüman şehrinde yaşayanlar bütün zamanlardaki düşünce biçiminin, yaşanan andaki düşünce ve kavrayış biçimiyle aynı olduğunu düşündüğü için, köprülü, bulvarlı, otelli, saraylı Mekke’den rahatsız olmazlar. Kâbe’nin çevresini saran, tarihsel dokuyu görünmez eden o saraylar oteller veya rezidanslara ağzını açıp da laf söyleyeni işiten olmaz.
- Müslüman şehirli, kentle etkileşim içinde değildir. Bu nedenle, şehre yönelik soruları da olmaz. Ondan istediği şey “orada bulunma” zevkiyle sınırlıdır. Oysa şehir “başkalarıyla bir arada bulunma” ve “ortak yaşamın anılarını koruma” mantığı üzerinde yükselir. Şehir eğlencenin, bilimin, sanatın ve üretimin büyük bir organizasyonudur, yalnızca tüketimin değil. Evinin dışıyla ilgilenmeyen Müslümanlar için ortak yaşama kültüründen söz edilemez.
- Müslümanların atalarının büyük yığınları organize edebilen kentsel tasavvurlarıyla bugünkü Müslümanlığın şehir anlayışının ilişkisi yoktur.
- Müslüman şehrin yöneticileri mutsuz, içindeki hesapları belli etmeyen, ne yapacağını söylemeyen iş adamlarına benzer. Oysa kent yönetimi mutlu, ne yapacağını halka söyleyen, her toplum kesimini dikkate alan ve onlara danışan sanatçı ruhlu yöneticilerle ferahlar.
- Müslüman şehri inşaata ve arsa rantına dayanır. Müslüman şehrinde yüksek teknoloji, bilimsel araştırma ve bilgi yatırımı olmadığı için, ekonominin çarkını beton, fayans, sıva ve inşaat demiri döndürür.
- Müslüman şehirlerindeki eskilik ve bozulmamışlık yoksulluk göstergesidir. “Müslüman muktedir” ilk fırsatta bu eski eserleri yıkacak ve elâleme –özellikle de batıya- kendisinin de yüksek binalarda ve apartmanlarda “şehirli olarak” yaşayabildiğini gösterecektir. Oysa şehirli (medeni) ile göçebe (bedevi) ayrımını yapan ilk kişi bir Müslüman bilgindi: İbn-i Haldun ve onun bütün kültürlerden öğrencisi olan dünyalılar zaten meselenin kente yerleşmek değil, örgütlü bir yaşam kültürü geliştirmek olduğunun farkındadırlar.
- Müslüman muktedir “Batının ilim ve fennini alacağız, kültürümüzü koruyacağız” dediğinden bu yana toplum iflah olmamıştır. Bu, apartmanın penceresinden bulaşık suyu dökmek, sokağa halı silkelemek, olur olmaz yere park etmek ve hiçbir ortak yaşama kuralına kolay kolay uymamak sonuçlarından başka yerlere varamamıştır.
- Müslüman şehrinde yasaklar bozulmak içindir. Yasalar halka karşı şahin, muktedire karşı sinektir. Müslüman şehrinde herkes böyle yönetildiğini bilir ama yine de uygar bir dünyada yaşadığını sanır. Elbette hiçbir şey düzgün yapılmadığı ve denetlenmediği için orada büyük kazalar olur. Bu kazalara bakarak sıtmalının veremliyle alay ettiği gibi Müslümanlar birbiriyle alay ederler ve “Biz daha iyi yaparız” derler. Oysa Mekke kazasında “bize verseler daha iyi yaparız” diyerek böbürlenenler, Avrupa trafik düzeni karşısında gıklarını çıkaramaz, şehir kurallarını ise akıllarına bile getiremezler.
- Müslüman şehrinin yöneticileri dogmatiktir. Bir binanın tarihsel değerine uygun restore edilmesi gerektiği fikri ona bir şey söylemez. “Bir ekmek kapısı açılacak mı, kime kiraya verilecek” gibi sorular muktedir için daha anlamlıdır. Bir de yanlış restore edilmiş şeyler çok fazladır, dahası bu restorasyonda dinsel eklemeler yapılmışsa muktedire çok daha güzel görünür. Örneğin Selçuklu camilerinin yanına sonradan eklenmiş (ve dolayısıyla özgün dokuyu bozmuş) minareleri yıkmak olanaksızdır, böyle bir yıkımı –hafazanallah- tarihi değerlere sahip çıkmak değil de dine saldırı olarak görür, gösterir. (1204’te yapılan Kayseri Gülük Camii’ne ek olarak yapılan 1996 tarihli minare aylar süren karşı propagandaya rağmen Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki dirayetli ve sorumluluk sahibi kişiler tarafından iki yılda, koca cami tahta perdeler gerisine alınarak yıkılabildi.)
- Müslüman şehrinde gayrimüslim bir yapı allem ve kallem usulüyle, ne yapılır edilir, zinhar ayakta bırakılmaz. Hesap sorulacak olsa, “Batıda da böyle yapıyorlar” palavrasına sarılırlar. Bu bazı ülkeler özelinde yanlış olmadığı için, Müslüman muktedirin hamaseti yanına kâr olarak kalır.
- Beton yapılar için milyonlarca ağacın katledilmesi karşısında duyulan öfke, Allah kitap der demez susacağı umulan yığınların tevekkülüne havale edilmiştir.
- Şüphesiz ki Müslüman şehrinde turistik amaçlarla korunan bazı Hıristiyan yapıları, “günü gelince yeniden fethedilip” Müslüman yapılarına dönüştürebilirler.
- Müslüman şehir yöneticisi ve muktediri gösterişçidir, yaptığı hayrı herkesin gözüne sokar. Bu hayır da çoğu kez şehir mimarisinin canına okuyan mezbelelik cinsinden, korkunç binalardır. Camiler ve okullar, hayratın kim tarafından veya kim adına yapıldığını zaten adlarıyla bar bar bağırır. Böylesine bir “dünyevi egemenliği” Müslümanlık olarak ancak Müslüman yoksullara ve cahillere yutturmak mümkündür.
- Müslüman yönetici, şehre işyeri gözüyle baktığı için eril bir şehirleşme programı uygular. Sosyal iletişim en az, alışveriş en çok. Slogan budur. Bu nedenle tipik Müslüman şehri, çocuk oyun parkı, AVM ve evlerden oluşur.
- Müslüman şehri, otantizmi sevmez. Para gücüyle büyütülen binalar orada modernizm anlamına gelir. Doğrusu Müslüman şehrinin tek modernist tarafı da budur: Son model araçlara binme ve en lüks evde oturma arzusu. Dubai gökdelenleri, Malezya’daki Petronas Kuleleri, İstanbul Maslak, Mekke gökdelenleri ve daha birçokları, halkla bir avuç zengin arasında büyüyen uçurumun göstergeleridir.
- Müslüman yönetici kendi yıktığı geçmişe özlem duyar. Nostaljiktir ama bunu kader olarak tasarlar. “Biz yıktık, bizim yüzümüzden oldu” demez. Müslüman muktedir, İslamcılığı dayatarak başa geçmişse orada demokratik bir yapı aranamaz: Endonezya bir milyon kişinin katilleri tarafından haydutça yönetilir, Suudi Arabistan’da kadından başlayarak insan hakları ayaklar altındadır, bütün İslam ülkelerinde demokrasiyle ilgili bir sorun vardır ve bu da şehirlerinin yapısıyla ilişki içindedir: Çünkü bu şehirleri İslamcı rant yönetir. Bu devletlerde de ya cunta liderleri, ya krallar, ya sultanlar, ya halifeler, ya mollalar ya da demokrasi tramvayından inen bütün şidet düşkünleri baştadır.
- Müslüman şehirlerinde geçmiş yoktur. Şehirlerdeki anıtsal tarihi yapılar, geçmişi değil de bugünü söyler. Müslüman şehri geçmişi tahayyüle izin vermez. (Bkz. Mekke!)
- Şüphesiz günümüz Müslüman şehirleri içinde çok iyi korunmuş olanlar da vardır. Bunlar kapitalizmin geciktiği şehirlerdir. Müslüman muktedir, yeterince kapitalist olamadığı için o şehirler öylece kalmıştır. Nasıl olsa orada ilk fırsatta geçmişinden kurtulmak isteyen, her türlü geçmiş nesnesinden arınmak için can atan kişiler sermaye birikimi oluşturacak, çevresindeki ağabeylerine bakıp bir gün harekete geçeceklerdir.
- Müslüman kentli, şehir hayatına uygun “bireyleşmiş varlık” değil, bir kollektif zihnin parçası olarak tasavvur edilir. O yüzden “Müslümanca” sayılmayan bütün düşünme biçimlerini ötekileştirmek, onları kısıtlamak ve onlardan nefret etmek, Müslüman şehir muktedirinin tek şehir planıdır.
- Müslüman şehri, şehirdeki köy tasavvuru olarak genişlemiştir; cami, pazar ve ev. Şehirden alınan tek unsur çocuk parkıdır. O da olmayabilir. Şehir plana değil, niceliğe göre büyür. Niteliğe değil, paranın yeterliğine göre yükselir. Geleneksel olanı gözetmez, kendi kültürel kimliğiyle bir anı ilişkisi yoktur; bu şehir ultra modern taleplerle gelenekçiliğin ve taassubun postmodern çağrışımlarına göre biçimlenir.
- Müslüman şehrinde, halk yararına bir işin kabulü çok zordur; halk zararına olan bir şeyden dönmek ise neredeyse olanaksızdır. Bir şehrin yanıbaşındaki, bir sahildeki, bir tarım deposunun üstündeki nükleer santral için bile bu böyledir.
- Nesnelere son derece tutkuyla bağlı olan Müslüman muktedirlerin fotoğrafla ve sinemayla (yani yaratılmış, şirk koşulmuş suretlerle) arası iyi olduğu halde heykelle arası yoktur. Çağımızda kimsenin bir heykele tanrı gibi tapmayacağını bildiği halde bu konuda yaygara yapar ve hurafeyi anımsatır: Heykel ona göre tapılabilecek bir puttur. Oysa hacmi olan bütün varlıkların put olabilme olasılığını ballandıra ballandıra anlatan da odur. Aya, güneşe, dağlara, ırmaklara veya ağaçlara tapanlar olduğunu küçümseyerek dile getirir. Kendi inancı konusunda son derece hassas, başkalarının inancını aşağılamada son derece nobran olduğu için, Müslüman muktedir aslında diktiği bütün HES’lerin, AVM’lerin, rezidansların, apartmanların bir heyula, bir heykel veya put olduğunu aklına getirmez. Bu nedenle onun heykel anlayışının zemini kaymıştır, o soyut bir anlamla değil somut varlıkla meşgul olan, sanattan anlamaz, şehir tasarımını güzelliğe göre yorumlayamaz bir kişidir. Neşesizdir, bu neşesizliğin her şeyi paraya tahvil etmekten ve sanattan yoksun olmaktan geldiğini anlamaz. (Anlayamayan birine anlamadığını anlatmak kadar da zor bir şey yoktur.)
- Müslüman şehrinde güç sahipleri herkesin gözü önünde yükselir. Otoriteryen bir şehirdir. Hiçbir demokratik değer barındırmaz. Şehir planı ve halk çıkarı yoktur. Parası olanlar ve olmayanlar; bilginin ve gücün dağılım şemasını bu durum belirler.
- Oysa tek minareli camilerin neye göre yapılacağı, sultan camilerinin nasıl olacağı konusunda kurallar koymuş, korularla, bahçelerle büyük bir kent uygarlığı yaratmış olan Osmanlı da Müslümandı. Ya bu muktedirler o Müslümanların çocuğu değildir, ya da bu Müslümanlar o Müslümanlıktan ayrılmıştır.
- Türklerin kendileri için “Biz adam olmayız”ından mülhem, o vezindeki bu yirmi beş maddeyi “Müslümanlığı incitiyor, dinimize sövüyor” demeden anlayabilecek Müslümanlar elbette vardır. Demokratik değerleri sindirmiş ve tüm bu kentsel sorunların demokratik toplum düzeniyle ve herkesi bağlayan kurallarla aşılacağını bilen bu türden insanların nicelikçe çok az olduğu nasıl yönetildiğimizden anlaşılıyor. Eleştirel düşünce ile güncel Müslümanlığın büyük bir bölüğünün ne derece bağıntısız olduğunu bundan ötürü çok derinden hissetmekteyiz.