Tanrının unuttuğu yerde: Babasız ve vatansız

Joseph Roth, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla beraber kendini vatansız ilan eder. Hep göçebe kalan Roth, sürgünde unutulmaya yüz tutmuş ve sılaya dönüşü uzun zaman almış yazarlardandır

21 Aralık 2017 14:00

 

“Acılar tüm dünyada kıvrak bir beygir üzerinde
dörtnala koşuyor,
hiçbir iz bırakmadan.”
Joseph Roth, Hayat Bir Bekleme Salonu[1]

1894 yılında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında yer alan Doğu Galiçya’nın Brody kentinde gözlerini dünyana açan ve takvimler 27 Mayıs 1939’u gösterirken Paris’teki Hospital Necker’de sefalet içinde ölen Joseph Roth için hayat, çoğu zaman yalnız, soğuk ve oldukça acı verici olacaktı. Babasızlığın acısı vatanını ve köklerini kaybetmenin acısına karışacak ve yakın dostu Stefan Zweig’a bir mektubunda yazdığı üzere, kısa hayatı bir felaket selinde boğulup gidecekti. Aslında Roth’un hikâyesi öyle çok da umutsuz başlamamıştı. Babasız ve güç koşullar altında büyüyen genç Joseph, Yahudi kökenli tek öğrenci olduğu Kronprinz Rudolf Lisesi’ni yaşadığı tüm zorluklara ve dışlanmışlığına karşın başarıyla bitirdi. Üniversitenin ilk yıllarında şiir ve öyküler yazmaya başlayan Roth’un yayımlanan ilk eseri Österreichische Illustrierte Zeitung’da yer alan “Welträtsel” şiiri olur. Bunu izleyen birkaç yıl boyunca üniversitedeki profesörleri tarafından sevilen ve takdir edilen bu yaratıcı ve üretken genç, yazmaya devam edecek, özellikle şiirleri Viyana’daki Arbeiterzeitung ve Prag’daki Prager Blatt’ta yayımlanacaktı.

Roth’un hayatının dönüm noktası ise 1916 yılında gönüllü olarak katıldığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşüyle beraber vatan bildiği toprakları kaybetmesiyle sonuçlanacak olan I. Dünya Savaşı olacaktı. Roth 1917’de Galiçya’daki askerlik görevinden ayrılarak Illustrierte Kriegszeitung’da çalışmaya başlar ve gazetecilik kariyerinin temelleri böylece atılmış olur. 1918 itibariyle ise Viyana’da gazetecilik yapmaya başlar ve henüz 1919’da, yeni kurulmuş olan Der Neue Tag gazetesinde ilk köşe yazısı yayımlanır. Buradan sonraki yuvası ise, 1923 itibariyle bir parçası olacağı Frankfurter Zeitung’dur. Aynı yıl Roth’un, sonradan giderek yaklaşan faşizme karşı kâhince bir uyarı olarak değerlendirilen ilk romanı Örümcek Ağı piyasaya çıkar.

Roth, I. Dünya Savaşı’nın sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla beraber kendini vatansız ilan eder. 1933 yılında, Hitler’in iktidara geldiği gün ise Fransa’ya göçerek hayatının kalan sayılı yıllarını sürgünde geçirir. Toplumcu ve insancı bir gazeteci-yazar olan ve sol siyasî eğilimleriyle tanınan Roth, Naziler tarafından kara listeye alınmış ve kitapları yakılmıştır. Önemli eserlerinin çoğu da sefalet içinde geçirdiği bu sürgün yıllarında yazılacaktır.

Joseph Roth, toplamda 16 roman kaleme kalmış, ancak aslında tek bir hikâye anlatmıştır: arka planda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşüne sahne olan, karanlık bir boşluğa sürüklenen bir dünya vizyonu. Bu siyasî ve tarihî arka plandan Roth’un insanî anlamda ve yazar olarak nasıl derinden etkilediğini pek çok yapıtında görmek mümkündür. Hikâyeleri, vatan bildikleri hanedanlığın, kimliklerini oluşturan eski düzenin yok olmasıyla beraber yollarını da kaybeden insanları çarpıcı bir biçimde anlatır. Yerini yurdunu kaybeden bu insanlar, gerek taşrada gerek modernleşmenin her geçen gün kendini daha güçlü bir şekilde hissettirdiği büyük şehirlerde savrulup durur, bir umut tutunmaya çalıştıkları yeni dünya düzeninde -belki de kaderlerine yenik düşerek- kaybolup giderler. Galiçyalı bir Yahudi olan Roth da bizzat o insanlardan biridir. Babasızlığın gölgesinde kök salmaya çalıştığı toprakları kaybedip hep göçebe, hep vatansız kalmıştır. Tüm bu acılarla şekillenen kimliğini bulma çabası tartışmasız ki Roth’un yazınına da yansımıştır. Bu nedenle eserlerini erken dönem (1916-1929) ve geç dönem (1930-1939) olarak ikiye ayırmamız mümkündür.

İnanç, Roth için her zaman önemli bir konu olmuştur. Bu durum kendini erken dönem eserlerinde de hissettirir. Roth’u mercek altına aldığımızda karşımıza iki ayrı tablo çıkar; bir yanda sosyalist Roth, namıdiğer “kızıl Joseph,” öteki taraftaysa Katolikliğin etkisinde şekillenmiş, dindar bir yazar. Roth önemli ölçüde ahlakçı ve kendini adamış bir sosyalist olmakla beraber hiçbir zaman gerçek anlamda Marksist ya da komünist olmamıştır. Onu esas ilgilendiren daima toplum, sosyal adalet ve en önemlisi insanlık olmuştur. Bunu özellikle de Örümcek Ağı ve Hotel Savoy gibi ilk romanlarında görmek mümkündür. Bu romanların ortak noktası, adaletsizlik altında eziyete uğrayan ve mahvolan insanoğlunun hikâyesini anlatmalarıdır. Roth, bu insanları sempatiyle karışık bir acıma duygusuyla resmederken, dinin yokluğunu hissettirdiği bir atmosferin mutlaka ahlakî problemlere gebe olacağının altını çizer. Roth’un erken dönem romanlarının karakterleri, hatta son derece dini bütün portre çizenleri bile hayatlarını derin dinî öğretilere göre idame ettirmeyen insanlardır. Bu karakterlerin her biri ya topluma zarar vermekte ya da kendi hayatlarını mahvetmektedir.

Eleştirmenler, Roth’un 1930 civarında radikal bir dönüşümden geçtiğini düşünmektedir. İnsanın hâlihazırda bulunmayan bir kurtuluşa ve adalete duyduğu özlem, Roth’un geç dönem eserlerinde kendini giderek daha çok hissettirir. Eyub, ve kısmen Bir Katilin İtirafları romanlarında Roth, erken dönem eserlerindeki olumsuz ve karamsar toplum analizinin karşısına olumlu, sağlam inançlı tablolar çıkarmaya başlar. Bu dönemde inançla birlikte vatan hasreti ve çöken monarşiye duyulan nostalji başrolü paylaşmaktadır. Radetzky Marşı ve Hileli Tartı gibi yine geç dönem eserlerinde, Habsburg Hanedanlığı’nın neden çökmeye mahkûm olduğunu net bir şekilde ortaya koyar: Monarşi, uzun bir süredir ikiyüzlü ahlak anlayışı ve çifte standart yüzünden temelinden sarsılmış ve çökmeye yüz tutmuştur.

Bugün Eyub, Radetzky Marşı gibi romanları, Hileli Tartı, “Aziz Ayyaşın Efsanesi” gibi anlatıları tartışmasız ki Almanca edebiyatın önemli eserlerinden sayılmasına ve defalarca basılmış, filmi çekilmiş, okullarda ve üniversitelerde okutulan kanona girmeyi başarmış olmasına rağmen, Roth’un gerçek anlamda keşfedilmesi epey zaman almış, eserleri ölümünden ancak 30 yıl gibi bir süre sonra önemli görülmeye başlanmıştır. Bertolt Brecht, Gottfried Benn ve Erich Kästner gibi yazarların hemen savaş sonrası dönemde okunmaya ve tartışılmaya başlanmış olmasına karşın, Joseph Roth uzunca bir süre varla yok arası kabul edilmiştir. Roth, sürgünde unutulmaya yüz tutmuş ve sılaya dönüşü uzun zaman almış yazarlardandır. Bunun sebebi kozmopolit, anti-milliyetçi ve anti-Alman tavrında mı, dilindeki o soğuk tınıda mı, acımasız değerlendirmeleri ve teselliye geçit vermeyen melankolisinde mi, yoksa sosyalizm ile monarşi sevdası, Yahudi kökleri ile Katoliklik sempatizanlığı arasında savrulup duran politik olarak güvenilmez portresinde mi saklıdır, bilinmez.

Joseph Roth’u fikirler değil, insanlar büyülemiştir. Yazınının merkezinde problemler yer almaz, orada toplum vardır; ideolojilerden değil, ahlaktan beslenir. Romanları, konularının sürükleyiciliği ve masalsı anlatımıyla kolay okunmakta, gazeteci-yazar kimliğinin nimetlerinden yararlanarak gözlem yeteneğini konuşturmakta ve topluma hitap etmesini iyi bilmektedir. Bununla beraber Roth’un yazım ritüeli de nevi şahsına münhasırdır. O, meslektaşlarının ve eleştirmenlerin deyimiyle bir “kahvehane yazarı”dır. Yazılarını kafelerde yazar; bir arşivi, telefonu, hatta daktilosu bile yoktur. Elde yazdığı yazılarını, ertesi gün gazetede yayımlanacak şekilde yazı işlerine teslim eder. Bu çalışma şekli onun yazınına biraz da öncü, özgür bir hava katmıştır. Ansiklopedilere, el kitaplarına, istatistiklere gerek duymaz, zira görmediği bir şey hakkında yazamayacağını söyler. Onun hem gazeteciliğini hem de yazarlığını böylesine farklı kılan da muhtemeldir ki bu olmuştur. Nihayetinde yazarın da dediği gibi, “büyük hakikatler, sayfa kenarlarına yazılır.”[2]

 

 

 

Kaynakça
Joseph Roth, “Aziz Ayyaşın Efsanesi”, Kör Ayna içinde, çev. Ahmet Arpad, Can Yayınları 2014, s. 331-366.
Joseph Roth, Bir Katilin İtirafları, çev. İlknur İgan, Can Yayınları 2017.
Joseph Roth, Eyub, çev. Rezzan Kızıltan, Dost Yayınları 2003.
Joseph Roth, Hileli Tartı, çev. Yeşim Tükel, Dost Yayınları 2003.
Joseph Roth, Hayat Bir Bekleme Salonu, çev. Bünyamin Kasap, Dedalus Kitap 2016.
Joseph Roth, Hotel Savoy, çev. Bilge Uğurlar-Türkis Noyan, Can Yayınları 2017.
Joseph Roth, Örümcek Ağı, çev. Ersel Kayaoğlu, Kırmızı Kedi Yayınevi 2010.
Dipnotlar
[1] Joseph Roth, Hayat Bir Bekleme Salonu, çev. Bünyamin Kasap, Dedalus Kitap 2016, s. 87.
[2] Joseph Roth, a.g.e., s. 39.