Hovhannes Tekgyozyan: Ben duran, sabit şehirleri sevmem. İstanbul da çok büyük, kaçan bir şehir
14 Mayıs 2015 15:00
Hovhannes Tekgyozyan, Kaçan Şehir adlı romanında metropolleşmenin şehir kültürüne ve hafızaya oynadığı oyunları mecazi bir üslupla keşfe dalıyor. İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali kapsamında İstanbul’a gelen Tekgyozyan ile kaçan şehirler, sınırlar ve sinema- edebiyat ilişkisi üzerine konuştuk.
Kaçan Şehir isimli kitabınız uzun bir zaman sonra Ermeniceden telifli ilk çeviri olma özelliği taşıyor. Bu gelişmeyi edebî ve kültürel etkileşim açısından nasıl yorumluyorsunuz?
Sanıyorum bağımsızlıktan günümüze ilk çeviri... Aynı zamanda önümüzdeki yıl Kanada’da Mosaic Press tarafından yayımlanacak olan Kaçan Şehir’in de ilk çevirisi. Kitabımda tüm karakterler gerçek hayatta yaşıyor. Örneğin Gagik’in büyükannesinin kitaptaki gibi sınıra yakın bir evi var. Romanda yalnızca bir karakter var gerçek hayatta yaşamayan, o da kahramanım Edita. Edita, bir Türk kadını. Kaçan Şehir’in başka dillere çevrileceğini umuyordum ancak ilk dilin Türkçe olması benim için gerçekten önemli.
Neden tüm karakterler gerçek hayattan alınmışken hayali bir Türk kadını Edita?
Sessizliği kırmak istedim. Bir diyalog kurabilmeyi istedim.
Diğer karakterler kitabınızı okuduğunda ne düşündüler? Woody Allen’ın bir filmi aklıma geliyor, eski eşi mahvolan evliliği ile ilgili bir kitap yazmaya başladığında Allen’ın onu nasıl durdurmaya çalıştığı... Biraz bu karakterlerin gerçek hayatından bahseder misiniz?
Gagik daha sonra evlendi, Grigor bir yönetmen ve kız arkadaşı ünlü bir haber spikeri.
Kitabı sevdiler mi?
Kitabın ikinci bölümünde cinsellik içeren bir kısım var. Duşun altında Grig ve sevgilisi birlikte oluyorlar. Kitabı okuduktan sonra Grig “Bunu nasıl bilebilirsin ki” diye sordu. “Tam olarak gerçekleştiği gibi yazmışsın. Bunu sana kim anlattı, ben ve kız arkadaşımdan başkası bunu bilmiyor” dedi ısrarla. O zamanlar Grig’in kız arkadaşı olduğunu bile bilmiyordum ama yakın arkadaşlarımdan biri meğer onun kız arkadaşıymış.
Yazmanın yanı sıra sinemayla da ilgilisiniz: Filmlere ilginiz romanlarınızda nasıl kendini gösteriyor?
Çok gençken sinema, filmler beni çok etkiledi. Türkiye’den bir eleştirmen benim “Ermeni Tim Burton” olduğumu söylemişti. Her zaman sanat biriktiririm: Dadaizm, sürrealizm, büyülü gerçekçilik... Bu etkilerden sıyrılıp zamanla kendi stilimi geliştirdim. Yazma biçimim bu sanat tarzlarına hiçbir açıdan benzemediği gibi yalnızca sinemadan da beslenmiyorum. Psikolojik görüşme, montaj, sms gibi teknikler kullanıyorum. Şehrim kayıp gidiyor ve tüm bu teknikler birbirine tutunuyor.
Konuşmanın zor olduğu konulara metaforlarla yaklaşmaktan bahsetmek ister misiniz?
Ermenistan’da konuşmak zor değil. Aynı zamanda kitabımın her kısmı gerçek. Ülkemizde mitlerle tarihî gerçekler inanılmaz bir biçimde bir araya geliyor. Yazdığımda cümlelerle, karakterlerimin duygularıyla oynamayı severim. Oynamayı ve git gide onların duygularında, heyecanlarında derinleşmeyi isterim.
Bu sene davetlisi olduğunuz İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin teması “Şehir ve Sınırlar.” Kaçan Şehir’in sınırları var mı?
Okurların sınırlarla karşılaşmayacağı şekilde yazmaya çalıştım. Kitaplarımı yazdığımda onları unutmak istiyorum. Çünkü bazı gerçeklerin sizin içinizde kalması korkunç bir şey olurdu. Öyle bir durumda başka bir kitap yazamazdınız. Aynı yoldan birden fazla kez geçmeyi istemem, tüm geçmiş kitaplarımı reddetmek isterim.
Kaçan Şehir’den sonra başka kitaplarınız yayımlandı mı?
Kaçan Şehir dördüncü kitabım; iki kitabım daha çıktı ondan sonra. Son kitabım Ten Ağrısı/ Skin Pain. Bu kitabın ilk kısmını postmodern bir teknikle yazdım, ikinci kısmıysa bir kedinin ağzından yazıldı. Kedi bir erkek değil, bir kadın da değil, kedi ya da köpek de değil. Cinsiyet değiştiren bir figür. İkinci kısımda metnin kendisi karaktere dönüşüyor. Tüm diğer karakterler tahrip ediliyor. Son kısımsa “3D bir metin”. Metni yıkmak, sökmek istedim. Birçok yöne evirildi. İnsan- özne- nesnelerin anlamlarını bozdum. Örneğin “kuzgun”, “eşarplı bir orospu”ya dönüştü. Kaçan Şehir’den sonra çıkan diğer kitabımın ismi Cinsiyet Düzenbazlıkları/ Intriguing in Sex. Dört aktris var. 21, 71, 91 yaşlarındalar, dördüncüsüyse bir erkek. Bu yüzyılın Ermeni yaşamının her yanını kitabımda toplamayı, hem epik hem de hafif bir yazına ulaşmayı istedim.
Hangi tür kitaplar yazmayı istiyorsunuz?
Deneme yazarken biçim kırılıyor. Benim için yaratıcılık önemli ancak yaşam daha önemli. Sanata müdahale ettiğinizde sanat aniden uzaklaşıyor. Bir süre sonra sanat dönecektir. Edebiyat ve sanat sonradan gelir.
İstanbul’la ilgili izleniminiz ne?
Çok büyük, kaçan bir şehir. Ben duran, sabit şehirleri sevmem. Amsterdam’dan sonra en sevdiğim şehir İstanbul oldu.