Yi Mun- Yol: Yazar olmama rağmen okur da olduğumu unutmamaya özen gösteriyorum... Hatta kendi yazdıklarımın esas okuru olma hissinden kurtulmakta zorlanıyorum
13 Mayıs 2015 16:00
Kore edebiyatının güçlü kalemlerinden biri olarak kabul edilen Yi Mun- Yol, bu yıl yedincisi düzenlenen İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin davetlisi olarak İstanbul’a geldi. Şair adlı romanı Türkçede de yayımlanan Mun- Yol ile suçun ve utancın nesilden nesle aktarılması, yazma süreci ve sınırlar üzerine konuştuk.
Bir topluluğa dâhil olmanın getirdiği sorumluluk sadece eserlerimize ve onların etkilerine bağlı değildir. Bu sorumluluk müdahale edemediğimiz geçmişi de kapsar. Romanlarınızın bir çoğu, Şair dâhil olmak üzere, atalarının yaptıklarından dolayı topluluğun uçuna itilmiş karakterlere odaklanıyor. Topluluk tarafından oluşturulmuş kavramlar, sizin düşüncelerinize göre ne şekilde aşılabilir?
Suç işlememelerine rağmen ihanetle suçlananların soyundan gelenler ya da suç işlediği düşünülenlerin akrabalarının cezalandırılmasının Korecedeki adı Yeon-jwa-je, yani guilt-by-association (yardım ve yataklık)’tır. Bu şekilde suçlananlar iki şekilde tepki verebilir. Muhalefeti ve direnci yansıtan bir tavır sergileyip atası ya da akrabasının ihanetini kullanarak devrimin kopmasına yol açabilir. Öte yandan, geleceğe gözleri çevrik olarak var olan sistemin kurallarına uyum sağlayarak cezadan kurtulup tahliye edilebilir. Üçüncü yol ise tepki vermeden cezayı kabul edip topluluktan gitgide dışlanmalarıdır.
Şair romanınızda “Konformist olmayanların hepsi şair değil ama bütün şairler non-konformistlerdir.” diyorsunuz. Size göre, non-konformizm topluluğun ucuna itilmekten mi yoksa karakterimizin ayrılamaz parçası olmaktan ya da bireyin seçiminden mi kaynaklanır? Non-konformizmin geçmemesi gereken sınırları olduğunu düşünüyor musunuz?
Bana göre, non-konformistler öncellikle topluluğun dışında büyüyen insanlardır. Ayrıca, non-konformizm belli bir noktaya yönelip daha güçlü olursa bireyin seçimi önem kazanır. Geçilmemesi gereken sınırlar hakkında hiç düşünmemiştim fakat böyle bir şey olsaydı hukuk tarafından meşru müdafaa hakkının sınırlarının belirlenmesi gibi olurdu. Bir saldırı karşısında kişinin kendisini veya bir başkasını korumasının mahkemede kabul edilebildiği gibi aşırılığın ve yanlış kavramanın da sınırları var.
Şair romanınızın ana karakteri olan Kim Pyong-yon’un şair olarak yaşadığı süreçlerin temelinde, kendisiyle ve dinleyicileri arasındaki ilişki yer alıyor. Yazar olarak okurlarınızla aranızdaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yazar olmama rağmen okur da olduğumu unutmamaya özen gösteriyorum... Hatta kendi yazdıklarımın esas okuru olma hissinden kurtulmakta zorlanıyorum. Ayrıca bazen bu hissin kendine acımaya dönüşeceğinden korkuyorum.
Eserlerinizin ana konulardan biri insan doğasının kendine özel bir boyutunun olması -yöneten ve aynı zamanda yönetilen olma durumu.- Ne zaman bu konuyla ilgilenmeye başladınız ve neden bu konu ilginizi çekti?
İktidar kavramı, hayatımdaki önemli konularından biri olan özgürlüğe bağlılıkla ilişkilidir ve incelenmesi gereken bir meseledir. İdeolojiye duyduğum ilgi babamın Kuzey Kore'ye sürgüne gönderilmesiyle başlamış olabilir. Söz ettiğiniz ikilem, Erich Fromm’un sadomazoşistik eğilim kavramı ya da ‘özgürlükten kaçış’ teorisiyle açıklanabilir.
Konuk olduğunuz İTEF- İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin teması ‘Şehir ve Sınırlar.’ Yazar olarak hangi sınırlarla karşılaştınız ve sınır kavramı eserlerinizde nasıl yer buldu?
Kore Yarımadasındaki iki imparatorluğun, Sovyetler (sosyalistler) ile Amerika’nın yüzleşmesinden ortaya çıkan Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Kore Cumhuriyeti’ne bölünmesinin üzerinden 50 yıl geçti. Sınırların belirlenmesinin ötesinde, imparatorlukların ileri karakol olma hissi bize daha yakındır. Sovyet Birliği’nin dağılmasından sonra Çin Egemenliği’nin Sovyet İmparatorluğu'nun yerine geçmesine rağmen bizim için, yani ileri karakol olanlar için neredeyse hiçbir şey değişmedi. ‘Byeongyeong’ (Sınır) adlı 12 ciltlik epik romanımda topraklarımızın kalbinin bölündüğü iki ülkenin sınırı olma durumumuzu, imparatorlukların ileri karakolların buluşma noktası ya da aşırı ideolojik çatışmanın vitrini olmamızı ele almıştım.
Kore edebiyatının dünya edebiyatındaki yeri hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Yurtdışında verdiğim derslerimden birinde, dünya edebiyatını Babil Kulesine benzettim. Korece, merkezinde Hint- Avrupa dilleri bulunan yapımın marjinlerinde yer alır. Kültür seviyesi manasında da düşük seviyelerde yer alırız. Ayrıca gecikmiş modernleşme, üstelik son 50 yıllık modernleşmenin kuvvetiyle kulenin yüksek seviyelerinin ortasına çıkabildik. Kore edebiyatının benim dönemimde ya da gelecek nesillerde dünya edebiyatının merkezine dâhil edileceğine inanıyorum.