Tasarımcılar, kitap kapaklarının hazırlanma sürecinde “özgürce” üretim yapabiliyorlar mı? Yayınevleri, kapak tasarımlarına ne kadar müdahalede bulunuyor?
Everest Yayınları’nın kitap kapaklarını tasarlayan Füsun Turcan Elmasoğlu, İletişim Yayınları’nın kapaklarını tasarlayan Suat Aysu, Edebi Şeyler, Domingo Yayınevi ve Metis Yayınları, kitap kapaklarının tasarlanma ve hazırlanma süreci, sektördeki zorluklara ilişkin K24’ün sorularını yanıtladı.
Tasarımcılara şu soruları yönelttik:
- Kitap kapaklarının tasarlanmasında nasıl bir süreç izliyorsunuz?
- Yazar, editör ve yayıncı kapak tasarımlarına ne kadar müdahalede bulunuyor?
- Sizin Türkiye’de kapak tasarımına ilişkin gördüğünüz sıkıntılar nelerdir? Sözgelimi, sektördeki telif ödemeleri yeterli mi? Tasarımcının “özgürce” üretmesine olanak sağlanıyor mu?
- “İyi” bir kapak nasıl olmalı?
Yayınevlerine ise şu soruları yönelttik:
- Yayınevi olarak kapak tasarımlarında nasıl bir politika izliyorsunuz?
- Yayıncı ve editör, kapak tasarımlarına ne kadar müdahalede bulunuyor?
- Yayınevi kimliği ile kitap içeriğinin kapakta yansıtılması konusunda nasıl bir denge gözetiyorsunuz?
İşte yanıtları...
Füsun Turcan Elmasoğlu: Herkes sanki Stephen Hawking
- Kitap kapağını tasarlamadan önce, kitabın içeriği, dönemi, dili gibi tüm ayrıntıları bilmek gerekiyor. Yayınevi kitabı benimle paylaştığında kitabı okumanın yanı sıra, çoğu zaman yazar ve çevirmenle iletişim halinde oluyoruz. Sonrasında da kitabın anlatmak istediklerini tek bir sayfada görsel olarak özetleme aşaması başlıyor.
Her yazara uygun, onu yansıtabilecek kapakları tasarlamayı seviyorum. Özgünlük, çarpıcılık ve merak uyandırmak kapağın en önemli unsurları diye düşünüyorum. Çoğu zaman ortaya birkaç alternatif çıkıyor. Sonuçları tatmin edici bulduğumda yayınevi ile paylaşıyorum ve onaylama süreci başlıyor.
- Türkiye’de hemen her mecrada ve ilişkide olduğu gibi bu durum karşılıklı güvenle alakalı. Kendini ispat etmiş, okur kitlesi oluşmuş bir yazarla çalışmak genellikle daha kolay diyebilirim. Size ve yaptığınız işe saygılı oluyorlar. İlk kitabının basımını bekleyen bir yazarla çalışmak çok daha zor. Ya ne istediklerini bilmiyorlar ya da olmayacak şeyler istiyorlar. Bazen kendilerine dair bir estetik algıları, bazen de kitaplarının daha çok satması adına aslında sonuçları hiç de düşündükleri gibi olmayacak istekleri oluyor.
Sonuç olarak bir kitap kapağı tasarımcısının ikna etmesi gereken birden çok kişi oluyor. Kendime en yakın bulduklarım çoğu zaman tecrübeli yazarlar, editörler, yayın yönetmenleri diyebilirim özetle.
- Türkiye’de tasarım ne kadar değerli ki? Herkesin hemen her konuda fikir sahibi olduğu, “şuraya da şunu kondur, olsun bitsin” şeklinde düşündüğü bir ülkeyiz. Ben şimdiye kadarki meslek hayatımda “Sence nasıl olmuş,” ya da “Sen ne düşünüyorsun,” sorusuna, “Benim işim değil, ben bu işlerden anlamam” diyen birini görmedim. Bizler, yani bu ülkenin insanları, her nasıl yetiştiriliyorsak, sanattan, tasarımdan, politikadan, spordan, ekonomiden, astronomiden, tarihten, bilimden, tıptan anlayan insanlar haline geliveriyoruz bir yaşta. Etrafımızdaki herkes sanki birer Stephen Hawking. Herkesin her şeyi bildiği, her şeyden anladığı bir ülkede de maalesef hiçbir şey değerli değil. Belki bu yüzden Türkiye’de iyi şeylerin takdir edilmesi çok zordur. Sizin bu işin okuluna gitmiş olmanız, sürekli kendinizi geliştirmek zorunda olmanız, sürekli dünyayı takip etmeniz, gece gündüz yıllarca işinize emek vermiş olmanız, hayatınızın büyük kısmını işinizle ilgili kafa yorarak geçiriyor olmanız, üstelik tüm bunları mecburiyet ya da göreviniz olduğu için değil, mesleki bir tutkuyla yapıyor olmanız çok da önemli değil.
Bilginin ve yeteneğin değerli olmadığı bir ülkeyiz. Sanırım genel sıkıntı bu ve tasarım da bundan bağımsız değil. Kitap kapağı tasarımı özelindeyse bunların yanında garip bir telif anlayışı var.
İlk kitabı yayımlanan bir yazarın kapak tasarımından da Türkiye’nin en çok satan yazarının kapağından da hemen hemen aynı telifi alıyorsunuz. Sonraki basımlardansa hiç telif almıyorsunuz. Üretim kısmındaki özgürlüğe gelince, kendim için burada fazla bir sorun yaşadığımı söyleyemem, çalıştığım yayınevleri her zaman bana bu özgürlüğü sağlıyorlar.
- Öncelikle içeriğinden bağımsız hareket edilmemeli. Öte yandan, kitabın içindeki her şeyi kapakta anlatamazsınız, amaç okuyucuyu kitabın kapağını çevirmeye yönlendirebilmek. Kitabın kapağı nesnenin fiziksel, görünen kısmı olsa da orada ruhu da görünebilmeli. Tasarım açısından özgün, diğer kitapların arasından kendini gösterebilecek çarpıcı bir yanı olmalı. Bütün bunları olabildiğince sade ve anlaşılır bir dille yapmalı.
“İyi kapak tasarımı” için diğer önemli unsurlar, sayfa mizanpajı, doğru kâğıt seçimi, gofre ve lak gibi baskı efektlerinin doğru yerde gerektiği zaman kullanılması, kapağa girecek yazıların özenle seçilmesi, boyut ve en önemlisi baskı kalitesi. Bu sıralamalardan biri eksik olduğunda yapılan işin pek kıymeti kalmıyor bence.
Suat Aysu: Sorunlar, tasarım hak ettiği saygınlığı kazandığında hallolacaktır
- İşin en son aşaması gibi görünse de, öncelikle matbaa sürecini hesaba katarak başlıyorum. Kullanılacak renk tekniği, kâğıdın cinsi, baskı sonlandırma seçenekleri, oluşturmayı düşündüğüm kapağa yön veren süreçler. Tasarım aşamasında net kararlar vermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Hangi doğrultuda ilerleneceği ya da durup yeni bir arayışa yönelinmesi gerektiği kararı önemli. Hele bir de zamanla yarışıyorsanız... Ayrıca bir okur olarak, kitabevi raflarında görmekten keyif alacağım tarzda kapaklar yapma çabası içinde oluyorum. Ortaya çıkacak olan tasarımın, en doğru tasarım olup olmadığı tartışması her zaman mümkün. Fakat en iyiyi bulma çabası içinde oluyorum her zaman.
- Her ne kadar grafik tasarımcıların genel kanısı tam tersi olsa da, mesleğimiz “müdahaleye açık” bir meslek. Fakat “müdahale” kelimesini burada olumsuz olarak kullanmıyorum. Şöyle ki: Uzun bir zaman boyunca kitabın içeriğiyle beraber, hayalinde bir kapak fikriyle (beklentisiyle) geliyor yazar; bu da önemsenmesi ve saygı duyulması gereken bir durum. Yazar da aynı anlayışı gösterdiği zaman tasarım süreci ve sonucu iki taraf açısından da ikna edici oluyor.
Böylece tek taraflı bir “müdahale” olmaktan çıkıyor, tasarımcı da yazarın “hayalindeki kapak” fikrine müdahalede bulunmuş, onu yönlendirmiş oluyor. Aynı durum editöryel “müdahale” için de geçerli. Hele ki, zaman darlığı nedeniyle kitabı okuyamayacağınız durumlar için editöryel yönlendirmeler de “can simidi” olabiliyor.
- Her sektörün kendine göre giderilmesi gereken birçok sıkıntıları olduğu gerçek. Telif ödemeleriyle ilgili olarak ödenen ücretlerin ne kadar tatmin edici olduğu da göreceli bir konu. Ülkemizde tasarım hak ettiği saygınlığı kazandığında bu ve buna benzer sorunlar zamanla kendi içinde hallolacaktır diye düşünüyorum.
Meslek olarak grafik tasarım çok kişinin içinde olmak istediği ve mutlaka duruma ait bir fikrinin olduğu, albenili bir meslek. Bu durum çeşitli sıkıntılar yaşanmasına da neden olabiliyor. Tasarımcıya duyulan güvenle bu sorunun aşıldığını 25 yıllık meslek hayatım boyunca yaşayarak öğrendim. Ama yukarıdaki satırlarda ifade ettiğim gibi “mutlak bir özgürlük” olmadığını da düşünüyorum.
- İyi bir kapak için, tasarımda kullanılacak görsel malzemenin, içeriğe dair ipuçları barındırması önemlidir. Bunun yanında denge, orantı, bütünlük, vurgulama, hiyerarşi, tipografi gibi tasarıma ait doğru değerler üzerinden bir tasarımı şekillendirmek, doğru çalışılmış bir kapak üretmek için yeterli olabilir. Fakat “İyi bir kapak nedir,” sorusu muamma olmaya devam edecektir.
Edebi Şeyler: Kapak vaat ettiği dünya ile uyuşmalı
(Edebi Şeyler adına Ömer Şişman sorularımızı yanıtladı.)
- Edebi Şeyler’in 3 dizisi var: Edebi Şeyler, 160. Kilometre ve Raskol’un Baltası. Edebi Şeyler’de kitabın içeriği ile dizi için tasarladığımız sabit sayfa düzeni arasında bir denge gözetiyoruz. Edebi Şeyler daha yaygın bir kitleye hitap ediyor, o yüzden bir kitabevinde kitabı eline alan birini (potansiyel okuru) birkaç saniye içinde kitap hakkında bilgilendirmeye dikkat ediyoruz. 160. Kilometre, şiir dizisi. Şiir, genelde sıkıcı bir okuma olarak algılanıyor. Bu önyargıyı yenmek için daha yaratıcı ve agresif bir kapak anlayışımız var. Kitabın içeriğini ve ruh durumunu görsel olarak aktarmaya çalışıyoruz. Raskol’un Baltası, genellikle bilinmeyen yazarların ilk anlatı kitaplarını basan bir dizi. Bu yüzden dizinin amblemini ön plana çıkarıyoruz. Raskol’un Baltası garantisini vurguluyoruz. Her 3 dizide de kapak tasarımlarında hem içeriğin hem de yayınevinin uzun vadede bilinirliğini gözetiyoruz.
- Bu kitabı nasıl sunabiliriz? Bu sorunun cevabını hep beraber arıyoruz. Kim bu kitabı niye okuyacak? Sorunun cevabında anlaştıktan sonra tasarımcımıza kapak hakkında beklentilerimizi anlatan yazılı bir sunum veriyoruz. Bu sunum bizim görsel fikirlerimizi de içeriyor. Her zaman aynı tasarımcı ile çalıştığımız için aramızda yıllara dayanan bir anlaşma zemini var. Ömer Ozan Erdoğan bizi, biz onu iyi tanıyoruz. Buradan kendisine teşekkürlerimizi iletiyoruz.
- Dediğimiz gibi, dizilerimizi oluştururken çok uzun süren tartışma ve tanımlama dönemi yaşadık. Hâlâ da yaşıyoruz. Yayınevi kimliği de, kitabın içeriği de potansiyel okurun kitabı kısa zamanda algılayabilmesi hedefiyle buluşmalı. Okuma beni diyen kitap kapakları dolu piyasada. Güzel art object’ler yaratmaktan çok, merak ettirici bir kapak kullanımımız var. Kapak, renginin-tasarımının çekiciliğiyle değil, vaat ettiği dünya ile uyuşmalı. Buna da dikkat ediyoruz. Aslında bu yayımladığımız yazarlara saygımızın da bir ifadesi.
Domingo Yayınevi: Kapağa logomuzu koyma mecburiyeti bile kâbusumuz olabiliyor
(Domingo Yayınevi adına Murat Arayıcı sorularımızı yanıtladı.)
- Kapak konusunda genel işleyiş şöyle: Çeviri eserlerde –ki Domingo şu an için sadece çeviri eser yayımlıyor- eğer orijinal baskısının tasarımını beğenirsek telifini alıp kullanıyoruz. Eğer içimize sinmemişse lokal kapak tasarımına gidiyoruz. Burada da çalıştığımız birkaç tasarımcı var, onlarla aklımızdakileri olabilecek en detaylı şekilde paylaşıyoruz, tasarımcı alternatifli taslaklarla geliyor, şanslıysak birini seçip onun üzerinde nihai tasarımı istiyoruz. Süreç, ortaya a) kitap için düşündüğümüz algıyı yansıtan b)satış performansını destekleyecek ve c)kitap kapağını bir tasarım objesi olarak düşündüğümüzü, üstüne fazlasıyla düşünüldüğünü, emek harcandığını hissettirecek (beğenmeseler bile özeni hissedebilirler) bir tasarım çıkınca sonlanıyor. Bu üçü bizim için kapak tasarımının sacayağı.
- Kapağın bir tasarım olmasını sağlayan kişi tasarımcı, bizim aklımızdan geçebilecek en parlak fikir bile tasarımcının becerisi olmadan çöpten ibaret. Tasarımın çekirdeğini oluşturacak fikrin tasarımcıdan gelmesi en güzel senaryo olsa da bu böyle olacak diye bir kuralımız ya da beklentimiz yok. Fikir dediğimiz şey nadir bir ürün ve bu aşamada birlikte düşünmek çok daha iyi sonuç verebiliyor. Fikir tasarıma dönüşmeye başladıktan sonra ise dümen tasarımcının elinde. Ama paylaştığı tasarımın kitabı yansıttığını ya da rafta farkedilebilir olduğunu tartmak gerekli. Burada da yayınevinde önceki kitapların performansı üstünden birikmiş bilgi çok kıymetli. Örnekse saha sorumlumuzdan kritik uyarılar gelebiliyor ve tasarımcıyla bunları paylaşıyoruz. Dolayısıyla işi değerlendirirken bir hayli müdahiliz. Burada temel kıstas tasarımcının çıkan nihai ürüne bakıp “bu benim işim” diyebilmesi. Zira biz tasarımcı olmayanların yetisi genelde neyin olmadığını söyleyebilmekten ibaret ama neyin olacağını göstermek ya da bize olmaz gibi gözükeni olabilir kılmak tasarımcının becerisi.
Yayınevi kimliğinin devreye girdiği yer kitabın seçim aşaması. Domingo’nun yayın çizgisine uygun mu değil mi, bu en başta yayın haklarını alırken düşünülecek mevzu. Kitabı almışsak, artık mesele o kitabı en doğru kapakla basmak. Bizzat o kitap için en doğru kapakla. Denklemin içinde yayınevi kimliği diye bir mevzu yok. Olsa olsa zevklerimiz var. Tasarıma ayak bağı olacak eğilip bükülmez kimlikler çok anlamlı değil. Buna yayınevi kimliği de dahil. Kaldı ki bazen kapağa logomuzu koyma mecburiyeti bile kâbusumuz olabiliyor.
Metis Yayınları: İyi tasarımcı kitaba ruh üfleyen kişidir
(Metis Yayınları adına Semih Sökmen sorularımızı yanıtladı.)
- Metis’te kitap kapaklarında aradığımız, görmekten hoşlandığımız bazı özellikler var. Birincisi ve her şeyden önemlisi, kapak kitap hakkında doğru bilgi vermeli. Yani kitabı olduğundan farklı göstermemeli, neyse o olarak göstermeli, kitabın ruhuyla uyum içinde olmalı.
İkincisi, kapak kitabın içeriğini resmetmekle, illüstre etmekle yetinmemeli; yapabiliyorsa artı bir değer eklemeli. Bu bir yorum olabilir, kültürlerarası bir çeviri olabilir, küçük bir oyun olabilir ya da okurun dikkatli bakınca çözeceği küçük bir bulmaca olabilir. Yani, okurları aptal yerine koymayan, insanların çok zeki olduklarını bilen ve o zekâya hitap eden bir biçim olmalıdır. Kapak tasarımını kitaba eklenen artı bir değer olarak gördüğünüzde ona bir sanat biçimi olarak bakmaya başlarsınız. Dolayısıyla şöyle bir şey çıkıyor ortaya: Dünya tarihinin en eski seri üretim nesnesi üzerinde (matbaa en eski seri üretim aracıdır) zanatkârca bir biçim arayışına girmiş oluyorsunuz. Bu kolay bir şey değil, çünkü kitap çok eski ve muhafazakâr bir formdur. Yeni ve farklı bir şey yapmak çok zordur. Bu yüzden bu alanda çalışanlar sürekli kopyalarlar. Bir kitap için tasarım yapan kişinin, bir grafikerin, bir sanat yönetmeninin bu yüzden mutlaka kitabı okuması ve kavraması lazım ki, kitaba uygun bir elbise biçebilsin, üstelik bunu kitaba eklenen kişisel bir yorumla yapabilsin. Kitabı okumadan tasarım yapılamaz, demiş oluyorum. İyi tasarımcı kitaba ruh üfleyen kişidir.
Benim şahsen bildiğim ama Walter Benjamin, John Berger, Judith Butler ve Susan Buck-Morss gibi Metis yazarlarını okurken netleştirebildiğim bir kavram var: diyalektik imge kavramı. Hepimiz çok erken yaşlarımızdan başlayarak çok sayıda imgeyle, anlamla, imalarla, klişelerle, popülerleşmiş resim ve işaretlerle yüklüyüz. İşte diyalektik imge benim için öyle bir imge ki, bu, zihnimizde birikmiş dağarcığı sarsıyor, bozuyor, böylece düşündürüyor, bir değişime yol açıyor. Diyalektik imge, bütün bir tahakküm tarihini, sınıfların ve zevklerin tarihini, içinde yaşadığımız düzenin şifrelerini ele veriyor. Yapıla yapıla kendisi de klişe haline gelmiş çok bildik bir örnek vereyim: Bay Başkan’ın saygıdeğer bir portresinde başına bir huni geçirirseniz, onun inşa edilmiş otoritesini çözer ve onun aslında sıradan bir yarım-akıllı olduğunu söylemiş olursunuz. Bu nedenle diyalektik imge çok verimli bir imkâna işaret eder. Mevcut bir imgeyi alıp onu çok farklı bir bağlamda kullanabilirsiniz. Kolajla, eklemeyle, çerçevelemeyle, renklerle oynayarak, çeşitli manipülasyon teknikleriyle imgenin mevcut anlamını bozundurup, yeni ve zihni özgürleştirici bir anlam için kullanabilirsiniz. Çoğu Metis kapağında şu veya bu ölçüde bunu yapmaya çalışırız, bunu ararız.
Üçüncüsü, benim için kitap asla reklamcı estetiğine düşmemelidir. Bu ne demek? Reklamcı estetiği dünyanın ve nesnelerin sahte imgelerini üretir. Yüksek teknoloji araç ve gereçleri yardımıyla dünyayı billur bir parlaklıkta, çok temiz, pürüzsüz, kırışıksız, problemsiz gösterir. Fetişist, mitolojik ve pornografiktir. Kitap da nihayetinde satılması gereken ticari bir ürün olmasına rağmen, onun reklamcı estetiğine düşmemesine dikkat ve özen göstermek lazım.
- (Yayıncı ve editor kapak tasarımlarına) Elbette müdahalede bulunuyorlar. Daha doğrusu, kitabın editörü bu çalışmanın merkezinde duruyor, o yürütüyor zaten. Kitabı en iyi tanıyanlar yazar ve editör. Editörün kitabın sunumu ve anlamlandırılmasıyla ilgili doğrudan sorumluluğu var. Bu konuyu yazar, editör, grafiker tümünün görüş alışverişinde bulundukları ve içlerine yatan bir çalışmada mutabık kaldıkları bir ortam olarak değerlendiriyoruz. Metis’te kitap kapaklarının çoğu yayınevinde, içerde çalışılıyor. Ama kimi zaman başkalarının yardımına başvurduğumuzda da bu kişiler yayınevinin kişiliğini ve ne yapmakta olduğunu gayet iyi bilen kişiler oluyor, dolayısıyla kolaylıkla bu ortamı kurabiliyoruz. Ama eğer bu konuda bir yerlerde çatışmalar, tartışmalar oluyorsa, bu iyi bir şeydir, bu anlaşmazlıklar daha güzel kitaplar yapmaya yardımcı olabilir. Herkes bazı alternatifleri atmaya, daha iyisini yapmaya hazır olmalıdır.
- Yayınevi sunan, öneren bir yapımcıdır. Kimliği kitabın üzerinde bir işaret gibi belirmeli ve kitabı bir koleksiyonun parçası haline getirmeli, ama elbette o tek kitabın şahsiyetinin önüne geçmeden. Aslında bir yazarın, bir kitabın hangi yayınevinden çıktığının bir anlamı varsa eğer o da bununla ilgili. Nihayetinde o yayınevinde yayınlanmış kitapların oluşturduğu koleksiyonun ima ettiği bir güzellik, bir tat, bir zevk ve evet, bir dünya görüşü, bakışı var. Dolayısıyla her kitap, o koleksiyona eklenen, onu geliştiren ve genişleten bir katkıdır, anlam oluşturma açısından birbirlerini etkilerler. Kuşkusuz ben bizim Metis’te yaptığımız, yapmaya çalıştığımız bir anlayış ile konuşuyorum. İlla ki böyle olmalı diye bir şey yok. Seçmeden, uyum ve paslaşma aramadan da kitaplar aynı yayınevinde bir araya gelebilir, geliyor da.
Kolaj: Metin Yener