Katliamın yüzleri

"Foa’nın araştırmaları, katliama katılanların kendilerini bir hevesle bir gecede katil bulmadıklarını, aksine, bu katillerin kullandıkları tekniklerin ve hünerlerin Protestanlara karşı on yıllık bir zulüm ve şiddete dayandığını gösterir. Bundan önceki katliamlar neredeyse 'pratik yapmayı' mümkün kılmış, Saint-Barthélemy on yıllık şiddetin doruk noktasını oluşturmuştur."

28 Temmuz 2022 20:00

12 Eylül 1980 darbesinden sonra bir gecekondu mahallesine taşınmak zorunda kaldık ailece. Bir anayoldan sapıp, başında gece gündüz panzer bulunan ve ilerledikçe dikleşen dar bir toprak yolun iki yanına, “karşıt görüş” ilkesine uygun olarak dizilen gecekondular. Ve iki taraftaki sakinlerin ancak kendilerinin duyduğu bir canavar düdüğüyle start verilen taşlı sopalı kavgalar, sıkılan yumruklar, kıpkırmızı olmuş suratlar, kenarda durup olanı biteni tuhaf bir gülümsemeyle izleyen çocuklar, ve çarpılmış ağızlardan tıslarcasına çıkan “gavur, Kızılbaş, yobaz, soyka, yezid, nikbet, nedamet” sesleri, kadınların savrulan “çemberleri”, bastonla araya girmeye çalışan ihtiyarlar, ve “asker geliyor asker” bağırtısıyla bir anda kendi “tarafına” çekilen ahali. Görünürde komşuydular, neredeyse hepsinin evinde benzer yemekler pişerdi, çocukları aynı okullara giderdi, büyük olasılıkla da bir gün gelip aynı kurumda memur, okulda öğretmen, polis, sağlık görevlisi olacaklardı. Ama herkes herkesi bilirdi, herkes herkesi sezerdi. Bu “din savaşları” minyatürünü burada bırakalım. Sonra da daha heybetlilerinden birine bakalım…

24 Ağustos 1572’de Paris’te bir katliam başlar: Saint-Barthélemy Katliamı. Başkentte birkaç gün sürer, daha sonraki haftalarda ve sonraki aylarda yirmiden fazla taşra kasabasına yayılır. Hakkında en az bilgiye sahip olunan katliamdır. Meşhur Huguenotlara (Katolik Kilisesi’nin adlandırmasıyla “yeni görüş”ün destekçilerine ya da kendilerine verdikleri isimle “gerçek dinin” takipçilerine) yönelik suikastlar ve Katolik çetelerin büyük çaplı katliam dalgası olarak da geçer.

Geleneksel olarak Kral IX. Charles’ın annesi Kraliçe Catherine de Medici tarafından kışkırtıldığına inanılan bu katliam, kralın kız kardeşi Margaret’in düğününden birkaç gün sonra yaşanır. Soylu ve tanınmış Huguenotların çoğu düğüne katılmak için büyük ölçüde Katolik olan Paris’te toplanmıştır. Louvre ve çevresinde katledilen bu soyluların sayısının ne olduğu bilinmese de, Fransa genelinde ölü sayısı bugünün tahminleriyle 5.000 ila 30.000 arasında değişmektedir.

Hakkında en az bilgiye sahip olunan katliam dedik ama 2021 Eylül ayında Fransız tarihçi Jérémie Foa’nın kaleminden, Tous ceux qui tombent, Visages du massacre de la Saint-Barthélemy (Can Veren Herkes. Saint-Barthélemy Katliamının Yüzleri) adıyla yayımlanan bir kitap, noter kayıtlarından, ihbarlardan, kraliyet mektuplarından, idari ya da ceza dosyalarından, kararnamelerden, telgraflardan yola çıkarak Saint-Barthélemy Katliamı’nın bir mikro tarihini örer; bir nehre atılmış, bir çukura karışmış, sonsuza dek yutulmuş isimsizlerin tarihini. İhbarcı komşunun, “hiçbir şey görmediğini” söyleyen çiftçinin, cesedi Seine Nehri’nde yüzen kurbanının evine yerleşmeye gelen katilin, Protestan karısını öldürmek için mahalledeki karışıklıktan faydalanan kocanın, ana babalarıyla birlikte ortadan kaybolan çocukların, karşılığını ödeyerek hançerlenmekten kurtulan zenginin tarihini. Katliamın yüzlerini. Ölenlerden hiçbirinin bir kahramanlık hikâyesi yoktur, hiçbiri servet sahibi değildir ya da azizlik mertebesine yükseltilmemiştir. Kitap, “Komşunun komşuya ettiğini”, bir katliamın “aşağıdan” nasıl yapıldığını ve aşağıdan nasıl görüldüğünü sorgular.

Foa’nın araştırmaları, katliama katılanların kendilerini bir hevesle bir gecede katil bulmadıklarını, aksine, bu katillerin kullandıkları tekniklerin ve hünerlerin Protestanlara karşı on yıllık bir zulüm ve şiddete dayandığını gösterir. Keyfi tutuklamalar, mallara el konması ve sürgünler yanında, katliamcılar, Protestanları tanımak, yüzlerini, adreslerini, mesleklerini ezberlemek için kendilerini eğitmiş, katliamın olduğu gecede belirleyici olacak bu bilgi birikimi de 1562-1572 yılları arasında sabırla elde edilmiştir. Bundan önceki katliamlar neredeyse “pratik yapmayı” mümkün kılmış, Saint-Barthélemy ise bu on yıllık şiddetin doruk noktasını oluşturmuştur.

Arşivin, dolayısıyla iktidarın ağlarına takıldığı için günümüze kadar ulaşan bu “küçük hayatlar”a bizden bir örnek, 2012 yılında Dipnot Yayınları’ndan çıkan, Hüseyin Aygün’ün, Dersim 1938 ve Hacı Hıdır Ataç’ın Defteri adlı eserdir. Kitabın ek kısmındaki belgeler Ocak 2012’de açılan Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ndeki Türkçe ve Osmanlıca dilinde yazılı “Dersim Belgeleri”nin küçük bir kısmıdır; rapor, telgraf, not, şifre, harita, kararname, mektup ve diğerlerinden oluşur. Ama en önemli parçasını, bir ilkokul mezunu olan Hıdır Ataç’ın, modern Cumhuriyet tarihinin en geniş çaplı katliamı Dersim 1938’i yıllarca koynunda sakladığı bir defterde topladığı notlar ve hikâyelerle anlatması oluşturur. Toplu kıyımlar, süngülenmeler, ölülerin altında inleyenler son derece objektif anlatılır. Katliamı, sürgünü, 1939’da teslim olmalarını, 1950’de köylerine geri dönmelerini, göğsünde sakladığı defterine çeyrek yüzyıl boyunca sabırla yazar Hıdır Ataç. Defterdeki, “çevremizdeki aşiretlerin bize karşı yaptıkları” adlı başlık, Foa’nın, Saint-Barthélemy’de “aşağıdan” gerçekleştirilen bir katliamın işleyişi ve yöntemlerini açıklarken verdiği örneklere, doğrudan olmasa da şaşırtıcı bir biçimde karşılık verir:

“Burada altını çizerek yazıyorum, bize en büyük hakaret ve zulüm çevremizdeki aşiretlerden gelmiştir… Areyan aşireti o kırımdan kaçıp kurtulan Haydaranlıları pusu kurup vuruyor, kellelerini getirip devlete teslim ediyor ve beş lira ikramiye alıyorlardı” (s. 59).

Hıdır Ataç izleyen satırlarda, halkın içinden menfaat düşkünlerinin operasyona gelen askerlere Dersim dağlarına katırlarla malzeme taşıdıklarından, bir kısmının milis yazıldığından da bahseder. Başka bir olgu, “katliamlarda hayatta kalmak, kaçıp kurtulmak, sağ kalmak” vakıası, diğer yüzüyle “suçluluk psikolojisi” Foa’yı Hüseyin Aygün’ün bu kitabıyla buluşturur:

“Hacı Hıdır Ataç ‘1938 fırtınası’na yakalandığında 12 yaşındadır. Babası ve kardeşleri Nazımiye’den Pax nahiyesinin altındaki dereye doğru ölüme götürüldükleri yürüyüşe çıkarıldıklarında, o, annesi ve kundaktaki bacısı ile kaldıkları köyden bir önceki gece ayrılmışlardır… Misafir oldukları köydeki komşularının uyarısına kulak vermeleri “ölüm yürüyüşçülerinin sayısını üç eksiltmiştir… Sonrası dağlarda zorlu bir yaşam mücadelesi ve sürgündür” (s. 9)

Dersim, 1938

Can Veren Herkes’te katillerin habitusu, bahsini ettiğimiz üzere, kurbanları tanımak adına gerçekleştirilen bir on yıllık “eğitim”den geçiyorsa, kurbanların (Huguenotlar) habitusu, milis komşularının onları takip edip hapse attırmasından, onların da bu duruma “alışkın” olmasından geçer. Söz konusu alışkanlık halini: “Tevnasi mezrasındakiler hep olduğu gibi asker nasılsa bir süre operasyon yapar ve çıkar gider, diye düşünürler…” (s. 39), “Askerî operasyon o an için Haydaran ve Demenan bölgesinde tamamlanmıştır. Askerî birlikler merkez ilçe ve karakollara çekilmeye başlar” (s. 40) satırları gibi, anlatının bütününde pek çok yerde izlemek mümkündür.

Aynı şekilde bazı Fransız tarihçiler için Saint-Barthélemy, tıpkı Dersim gibi bir isyan hareketidir. Oysa Foa elleri kanlı milisler yanında, geleceğin Kral 3. Henry’si, Anjou Dükü’nü baş sorumlu olarak ismen ele verir. Anjou Dükü’nün bütün takipçileri, on yıllık hazırlık süresince koruyup besledikleri bu katliamın her ânında karşımıza çıkar. Hüseyin Aygün’ün kitabında yer alan “isyan endüstrisinin” boş gerekçeleri ve 1920’lerin başında “kafaya konulduğu” anlaşılan bir katliamın “ön tecrübeleri”, Foa’nın argümanlarının sırasıyla dahi birbirini tutar.

Foa bu “kelle avı” hadisesine, bu “yanı başı katliamına” Ruanda soykırımında Hutularla Tutsilerden, Holokost sırasında Yahudilerden ya da Saint-Barthélemy’yi hazırlayan geçmişteki katliamlardan sayısız örnek verir, “aşağıdan” gerçekleşen katliamlarda, sonraki kurbanları belirlemek için gerekli kaynaklara yalnızca komşuların sahip olduğundan ve bu “yerel bilgilerin” öneminden bahseder. Bir Protestan katliamı gerçekleştirmek için kimin Protestan olduğunu, kimin olmadığını ve Paris’te nerede yaşadıklarını bilmek gerekir: “O, pazar ayininde yoktu; şu kızın geçen pazar günü dua etmek için çıktığını gördüm; bu adam çocuklarını vaftiz etmeye götürmedi, vs.” Bilgi ile öldürme iktidarı arasındaki bağlantılar sadece zemin seviyesinde, yani komşular seviyesinde bulunabilir. Foa’nın izini sürdüğü bu günlük arşivlerin en ilgi çekici taraflarından biri de, Saint-Barthélemy günlerinde toplumun günlük rutinini hiç bozmadan devam etmesidir. Kimisi komşusunu boğazlar, kimisi dayanamaz yenik düşerken Parisliler çalışır, evlenir, sözleşmeler imzalar, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranırlar. Bazen cesetlerle dolu sokaklardan geçmek gerekse bile doğumlar, vaftizler, noter işlemleri devam eder.

Maraş, 1978

Jérémie Foa’nın bu çalışmasının bize Koçgiri’yi, Dersim’i, Elbistan’ı, Kırıkhan’ı, Çorum’u, Sivas’ı, Maraş’ı hatırlatmaması mümkün değil. Günler öncesi yapılan hazırlıkları, işaretlenen evleri, birden ortaya çıkan fazla sayıda “piyango biletçilerini”, güvenlik görevlilerinin başka illere gönderilmesini hatırlatmaması mümkün değil; belki de yalnızca “hatırlatıyor”, zira Hüseyin Aygün’ün sözleriyle katliamdan kurtulanların yaşadıklarını yazıya dökmemeleri, hatta başlarına geleni unutmaya, yakınlarına unutturmaya çalışmaları iyi bilinen bir olgu.

Oysa Dersim 1938 ve dünyadaki örnekleri, her toplu kırımda olduğu gibi, nükleer bir serpintiye benzer; farkında olunmasa da etkisi kuşaktan kuşağa yayılır. Peki neden unutulmazlar? Neden etkileri kuşaktan kuşağa yayılır? Michel Foucault, “birkaç satırlık ya da birkaç sayfalık hayatlar, talihsizlikler ve bir avuç sözcükte toplanmış sayısız macera” tanımıyla giriştiği ve bir “varlıklar antolojisi”ne önsöz ya da giriş tasarısına hizmet etmek üzere yazılmış Rezil İnsanların Yaşamı adlı kitabından ve arşiv belgelerinden söz ederken şöyle der:

“Bu lağvedilmiş varlıklar tamamen yok olmadıysa, onların 'küçük gürültü patırtıları' hâlâ kulaklarımızdaysa, bunun nedeni ‘üzerimizde güzellik ve korkuyla karışık’ belli bir etki yaratabilecek kimi ‘hayat şiirlerine’ kayıtlı olmalarıdır.”

Şu sözleri de ik anda çelişkili gibi görünür:

“Hep gerçek varoluşlar söz konusu olsun istedim; onlara bir yer ve tarih vermeyi, artık hiçbir şey söylemeyen bu isimlerin arkasında, hızla geçiştirilen ve çoğu zaman pekâlâ düzmece, yalan, adaletsiz olabilen bu sözlerin arkasında yaşayıp ölen insanlar olduğunu, acılar, kötülükler, kıskançlıklar, feryatlar olduğunu ortaya koymak istedim. Bu yüzden imgelemi ya da edebiyatı kendime yasakladım.”

Çünkü bu metinler kendi içlerinde belli bir edebi niteliğe sahiptir ve Foucault’ya göre kendi “işlenmemişlikleri” içinde ele alınmalı, varlık nedenlerinin ne olduğunu bulmaya çalışmalıdır. Arşivlerin yazarları bilinmeyen edebiyatı, “yaşamdan” ya da silik yaşamlardan gelen bir enerjinin hem taşıyıcısı hem de yükselticisidir. Bu “edebiyat” hayatın kendisinden, baskıcı kurumlarla uğraşmak zorunda kalan bireylerin eylemlerinden ve konuşmalarından yola çıkar. Arşivlerde söylenenler yaşanmış ve yok olmuş deneyimlerin bir toplamı gibi görünebilir. Bununla birlikte dilin ayırıcı etkisine ve unutmaya yakından katılan ölüm, artık tam tersine hafızaya almaya ve unutmaya karşı mücadeleye izin veren şey olarak davet edilir. Kurumların gücü bireylerin direniş gücüyle her zaman iç içedir. Dolayısıyla ölümün egemen olduğu bir hayattan hayatın galip geldiği bir ölüme geçilir.

Foa, Saint-Barthélemy’nin başka bir tarihinden ziyade Saint-Barthélemy’deki “başkalarının” tarihini yapmak istemiştir. Küçük olanın, sıradanın tarihini. Bu noktada Foa’nın üstlendiği görevi Walter Benjamin’in şu sözleriyle destekleyebiliriz:

“Muzaffer bir düşmanın ölüler karşısında bile durmayacağına ikna olmuş bir tarihçi, işte yalnızca o tarihçi bir umut kıvılcımını geçmiş olayların tam kalbine sıçratabilir. Bu arada, şu an şu dakika bile düşmanın zaferi henüz sona ermemiştir”.

• 

 

KİTAPLAR:


Jérémie Foa, Tous ceux qui tombent. Visages du massacre de la Saint-Barthélemy, La Découverte, 2021.

Hüseyin Aygün, Dersim 1938, Hacı Hıdır Ataç’ın Defteri, Dipnot Yayınları, 2016.

Michel Foucault, Rezil İnsanların Yaşamı, çev. Emre Koyuncu, Norgunk Yayınları.

 

GİRİŞ RESMİ:


1529 dolaylarında Amiens'te doğmuş ve İsviçre'ye yerleşmiş bir Huguenot ressamı olan François Dubois'in resmi. Dubois katliama tanık olmamasına rağmen, Amiral Coligny'nin cesedini sağda arkadaki bir pencereden sarkmış olarak tasvir ediyor. Sol arkada, Catherine de Medici bir ceset yığınını incelemek için Louvre Sarayı'ndan çıkarken gösterilmiş.