Kaybolma deneyimi

"Anlatıda kayıplar farklı biçimlerde geziniyor. Evrensel, toplumsal, bireysel kayıplar. Mutlu görünende üzülen bir parçamız duruyor. Ölen oğulun elbiselerinin giydirildiği emanet çocuğa yeni, ona ait elbiseler almak için kasabaya gidiliyor. Temsilî bir aile, anne, baba, çocuk sunumu ile dolaşılıyor." 

08 Temmuz 2021 14:26

Çocuk bir pazar sabahı kilise ayinin ardından babasıyla, annesinin memleketine, ‘emanet edileceği’ ailenin yanına doğru yola çıkar. İlahi evden ayrılış; koruyucu, kutsal zamanın peşinden gelen yerinden ediliş. ‘Emanet edileceği’ kadın ile adam annesinin tanıdığıdır. Çocuğun ‘emanet edileceği,’ gönderileceği evi bulan anne, çocuğu buraya götüren baba. Anne çocuğun teslim edileceği yeri ayarlayan, baba bu yere çocuğu teslim eden. Claire Keegan’ın Emanet Çocuk novellası ince ayrıntıları birinci paragrafta başlayan, 79 sayfalık, yükte hafif, pahada ağır anlatı.

Hikâye, çocuğun geçici bir süreliğine gönderilişiyle, daha masum ifadeyle emanet edilişiyle başlıyor. Yoksulluğun, yoksunluğun, yorgunluğun, yetersizliğin, yalnızlığın yarattığı durumu annenin hamileliği tetikler. Bir şeyi göndererek, yok sayarak, dışarıya bırakarak ‘bir süreliğine’ sıkıntının azalacağı, azaltılacağı düşünülür. Fazlalıklardan ‘bir süreliğine’ kurtulmak… Gönderilen sayesinde hayatın kısmen değişeceği, kolaylaşacağı sanılır. Gönderilen ne evin büyüğüdür ne de küçüğü; yüktür, yük olandır. Neden o gönderilir; bilinçli bir tercih ile mi yoksa çocuklar arasından rastgele mi seçilir; yük tanımı neden ona verilir; bilinmez. Belki de kendi işini görebilen, çalışan, zorluk çıkarmayan, sessiz bir çocuk olduğu için. Böyleleri utandırmaz. Ailenin kendini yabancıya karşı borçlu hissetmeyeceği, ‘emanet’ çocuğu.

Sekiz bölümden oluşan anlatının birinci bölümü terk ediliş/buluşma üzerine kurulu; bir de baba ile tanışma. Çocuk yolculuk sırasında babasının kumarda kaybedişini, babasını yenen adamın da kazandığı düveyi bir panayıra sattığını hatırlar. Nereden, neden gelir bu hatıra? Sayfa yedi, kırk yedi, elli üç… Claire Keegan metaforunu, hatırlamayı işler: “… kaybolmuş bir düve çıkıyor karşımıza, paniğe kapılıyor ve nihayet hızla yanımızdan geçip gözden yitiyor.” “… bu kez yolun başka bir yerinde yine o düve, hâlâ kayıp.” Gözden yiten, kayıp, ‘emanet çocuk’. Çocuğun düveyle arasında kurduğu benzerlik ilişkisi satılmak, bırakılmak, yerini, yolunu bilememek. Düve gibi kaybolmak, kaybolan düvede kendini bulmak… Bu durumu yaratan kişileri, anneyi-babayı yargılamak zor; ekonomik yetersizlik insani yetersizlikle birleşmiş.

Çocuğunu kaçarcasına bırakan baba maddi manevi yok; aç. Ona göre çocuğu büyütmek dert değil, asıl mesele doyurmak. Babanın sesi, gerçeğin sesi duyuluyor; hak vermek, anlamak mümkün; yoksulluk babanın suçu değil; yoksulluğu, yoksunluğu yaratan şeyler sorgulanmalı diyecekken Claire Keegan buna izin vermiyor; yüzümüzü özensizliğin, sorumsuzluğun olduğu yere çeviriyor. Anne baba arasında geçen bir konuşmaya: “Ne kadar baksınlar ona?” “İstedikleri kadar bakamazlar mı?” Çocuk tereddüt içinde, emanet edildiği evde ne diyeceğini, elini kolunu nereye koyacağını bilemezken, baba, “Bu da tıkınacak ama ona iş yaptırabilirsiniz”diyor, pancar turşusuna uzanıyor, yemek yiyor, “karnını da doyurduğuna göre artık sigarasını yakıp bir an öce gitmek için can atıyor”. Edna çocuğun kendini evinde gibi hissetmesini istiyor. Çocuk kim olduğunu, nerede olduğunu anlayabilme çabasında. “Bir yanım babamın beni burada bırakıp gitmesini, diğer yanımsa bildiğim yaşama geri götürmesini istiyor. Öyle bir noktadayım ki, ne bugüne değin olduğum kişi ne de olabileceğim yeni kişi olabiliyorum.” Birinci bölüm babanın çocuğu emanet edişinden çok terk edişiyle sonlanıyor. Vedalaşmadan, ‘seni tekrar almaya geleceğim’ demeden. Çocuğun öteberilerini vermeyi unutarak gidiyor. Çocuk öylece kalıyor. Edna’nın peşinden eve girerken, kadın bir şey söylesin, içi rahatlasın istiyor. Claire Keegan bu isteğe ortak olduğumuzun farkında. Anlatıya özen, ilgi, şefkat giriyor ve yine kayıplar, kaybedilenlerin, bulunanların varlığıyla büyümek, hayat…

Çocuk emanet edildiği Kinsellalar’ın evinde. Kinsella/John ve Edna arabadan çıktığında öpüyor onu. Sıcak, temiz, yiyeceği, huzuru olan ev çocuk için başka bir ev. “Burada odalar ve düşünmek için zaman var, hatta bir yerlerde birikmiş para bile olabilir.” Çocuk için bu ev iki değerli şeye sahip; düşünmek için zamana ve bir yerlerde birikmiş olabilecek paraya. Ev nedir, evin yaşayanları neyi temsil eder; anne, baba temsilleri? Emanet edildiği evi, içindekileri izliyor; evini, ailesini hatırlıyor. İzlemek, hatırlamak kurgunun ana hattı. Çocuk iki resme bakar gibi farkları görüyor; onda var bunda yok; ‘iki resmin arasındaki farkı bulun’ oyunu anlatı boyunca devam ediyor. Anneminkinden, babamınkinden, evimizdekinden başka. Çocuk ‘başka olan şeylere’ isim vermiyor, sadece durumu tanımlıyor. “Elleri tıpkı annemin elleri gibi ama yine de başka bir şey var; daha evvel hiç hissetmediğim, nasıl adlandıracağımı bilmediğim bir şey. Ne diyeceğimi bir türlü bilemiyorum, ama madem burası yeni bir yer, o halde yeni sözcükler lazım.” Yeni sözcükler; öğrendiği, eğitildiği şeyler. Evin dilini öğrenmeye başlıyor. Yaşam kültürünü, buraya ait sözcükleri (rencide), değerleri, davranışları, okumayı, hızlı koşmayı… Bayan Edna ile annesi arasında aklı gidip geliyor. Başka bir kadında annede olmayanı bulmak, dünyasında olmayanla karşılaşmak hoşnut ederken acıtıyor. “Acaba başka ne zaman böyle hissettim diye hatırlamaya çalışınca üzülüyorum, çünkü buna benzer başka bir zamanı ve de mutluluğu hatırlamıyorum, çünkü hatırlayamam.” Annesinin payına düşenin sadece iş olduğunu, doğacak bebeği istemediğini düşünüyor; sıkıntıları, yokluğu, kendi halinde, başıboş büyüyen kardeşlerini hatırlıyor. İsim verilmese de, (banyo, ağlayan döşek gibi anlatılarda) bakım, özen, ilgi ile karşılaşılıyor.

Çocuk durumları, gündelik yaşamı izleyip dinliyor; çocuk ve diğerleri sıradanın içinde, buradaki ayrıntılarda belirmeye başlıyor. Bazen söyleyecek söz bulamıyor, bazen bulduklarını dile getiremiyor, ‘dile getirilemez olan aslında çocukluktur.’[1] Bazen bir şeyler söylüyor, yeni sözcükler tanıyor, bazen suskun, her an deneyime dönüşüyor, ‘deneyimin merkezinde bir bilme değil de bir acı çekme’.[2] Sessizlik büyüyor. Diğer kişiler de sessizliğe gömülüyor, iç çekiyor. Sessizlik, emanet çocuğun ruhu, betimlemeler örüyor, “uzakta bir yerde birileri hızarı çalıştırıyor, garip, güçlü bir meltem avluya doluyor, fırından gelen koku, demetten bir sap düşüyor” ve hiçbir şey olmuyormuş gibiyken yaralanan, iyileşen şeyler; ve böyle böyle günler geçip gidiyor. Her şey bir başka şeye dönüşüyor, daha önce her ne idiyse onun bir başka biçimine.

Anlatıda kayıplar farklı biçimlerde geziniyor. Evrensel, toplumsal, bireysel kayıplar. Kendisini ölümüne aç bırakan bir grevci yaşamını yitiriyor, insan neyi hak edip etmediğini bilemiyor, Afrika’daki aç insanları gösteriyor haberler, yaşlı ölü adamın cenazesine gidiliyor, bir zamanlar gübre havuzuna düşüp boğulan Kinsellalar’ın küçük oğlu, “oluyor bir şeyler işte”. Mutlu görünende üzülen bir parçamız duruyor. Ölen oğulun elbiselerinin giydirildiği emanet çocuğa yeni, ona ait elbiseler almak için kasabaya gidiliyor. Temsilî bir aile, anne, baba, çocuk sunumu ile dolaşılıyor. Kinsellalar ölen oğullarını temsil eden emanet çocuğa yeni elbiseler giydirip onun bir anlamda doğumunu gerçekleştirirken, dış dünyanın sesi kaba, acımasız bir şekilde duyuluyor. Çocuk dışarıdaki tarafından aşağılanıyor, Kinsellalar’a ait gerçeği öğreniyor. Kinsella/John çocuğun elini tutuyor, sahile yürüyorlar; çocuk elini bir kez bile tutmayan babayı hatırlıyor; sevgiyi veren, sevgiyi vermeyeni fark ettiriyor. Çocuk evdeki ile buradaki yaşamı arasındaki farkları görmek istiyor. “Tuhaf şeyler olur bazen” diyor Kinsella/John, bir hikâyeyi paylaşıyor; balıkçıların denizde at bulduklarını. (Aklım İrlandalı yazar John Millington Synge’ye, ‘Denize Giden Atlılar’ oyununa gidiyor; kaybedileni beklerken kıyıya çarpanlar. Claire Keegan’ın ‘Emanet Çocuk’ ile bu metne gönderme yaptığını düşünüyorum; metinlerarasılık yöntemiyle okunabilecek iki metin.) Çocuk ne söyleyeceğini bilemiyor, Claire Keegan o esaslı cümleyi yazıyor. Kinsella/John diyor ki, “Çoğu insan sırf bulunmaz bir hiçbir şey söylememe fırsatını kaçırdığı için çok şey kaybetmiştir”.

Final, dönüş… Başlangıçta olduğu gibi yine bir yabancılık hissiyle ne yapacağını bilemiyor çocuk; bu sefer kendi ailesine, evine yabancı. Çocuk ait olunan yer neresi bilemiyor, bir şeyler yeniden çözülüyor. Örmesi kolay görünenin zorluğu çözülüyor, örülüyor. Kuyuya gidiyor, üstünde ölü çocuğun ceketi. Kuyuya düşmek, yok olmayı tercih ediş, varlığı sonlandırmak… Suyun yok eden yanına teslim olmak, kaybolmak… Claire Keegan çocuğu düşüş ve dönüşle yeniden yaratıyor. Kuyuya düşüş ve kuyudan sırılsıklam dönüş; bu aralıkta ne oldu bilinmiyor, orası saklı, biraz gizemli; bilinmeyen aralıkta çocuk büyüyor. Hayata, kendine, eve dönüyor.

Evin içi nemli, soğuk, her tarafta çamur izleri, kirli. Anne kucağında küçük çocuğuyla karşılıyor onu, “Büyümüşsün” diyor, kucağındaki çocuğu bırakmıyor; sarılmak, öpmek yok. Anneyle iletişim kuramıyor, anneyle ortak dil yok. Tereyağı ve reçel yok. Kardeşleri daha zayıflamış, ona İngiliz kuzenleriymiş gibi bakıyor. Baba “Hayırsız evlat da buradaymış” diyor. Babanın dili acıtmaktan haz alıyor, bunu çocuğuna bakan Kinsellalar’a da yapıyor, ölen oğul üzerinden onları suçlayan bir imada bulunuyor. Yoksulluğa, yoksunluğa dönüş bu sefer daha zor geliyor çocuğa. Tanımak, tatmak, anlamak, büyümek, kabul etmek kadar reddetmeyi de öğretiyor. Hızlı koşmayı öğrenmek de önemli. Her şeyin fark edildiği yerde durmak ya da koşmak tercih, her ikisi de bir deneyim.

Çocuk koşar, çocuğun dili duyulur. Anne baba temsilleri dilin temsiliyle karşılaşır, ‘çocukluk dile gelmezlik değildir, aksine insanı söze ve hakikate yükümlü kılan andın ta kendisidir. Çocukluk, nasıl dili hakikate yazgılı kılıyorsa dil de hakikati deneyimin kaderi olarak kurar.’[3] Çocuğun dili duyulduğunda, deneyimin anlamı, çözülen ve örülen şeyler beliriyor. Finalde, dönüşün içinde bir dönüş daha var; burası başlangıç ya da son olamayacak kadar ilksel, tarihsel, aşkın. “Belki dönüş yolu buraya gelişimize bir anlam katar”, kaybolan olan yeniden anlamlanır. Emanet Çocuk için Jaguar Kitap’a, Behlül Dündar’ın eserin yazıldığı dilde okunduğu etkisi yaratan çevirisine teşekkürlerimi sunmak isterim. İyi okumalar.

 

NOTLAR: 


[1] Giorgio Agamben, Çocukluk ve Tarih-Deneyimin Yıkımı Üzerine Bir Deneme, çev. Betül Parlak, İstanbul, 2020, Alfa Yayınları, s. 79.

[2] a.g.e., s. 93.

[3] a.g.e., s. 79.