Tanpınar’ın Huzur’unda eşik fikri

"Tanpınar’ın makalelerinde ve diğer metinlerinde okurun karşısına çıkan sonuçsuzluk durumu fikrî temelini eşikte olma düşüncesinden alır. Tanpınar şiirlerinde de arada kalmış olmanın izini sürer ve iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda olmadığımızı, ara tonların varlığını, 'yekpare, geniş bir ânın parçalanmaz akışında' ilerleyebilmemizin mümkün olduğunu bize hatırlatır."

08 Temmuz 2021 19:00

Tanpınar iki büyük romanından biri olan Huzur’da Batı ile Doğu dünyaları arasında sıkışmış bir medeniyeti ve bu iki kültür arasındaki eşikte takılı kalmış insanların hikâyesini anlatır. Berna Moran’ın Huzur hakkında yaptığı, “bir huzursuzluğun romanı”[1] tespiti yerinde ve doğrudur. Gerçekten de eser yazarın kurmuş olduğu dünyadaki karakterlerin yaşadığı tedirginlikleri gözler önüne serme peşindedir. Mümtaz’ın, İhsan’ın, Nuran’ın yaşadığı bocalamalar ve kendine güvensizlikler kaynağını içinde bulundukları dünyanın parçalanmış yapısından alır. Tanpınar’ın hayranlık duyduğu eski zamanlardaki, Dede Efendi’lerin, Bakî’lerin çağındaki kültürel yekparelik bir zaman sonra dağılmaya başlamış, bocalama evresine girilmiştir.

Tanzimat’la birlikte başlayan kültürel ikilikse Cumhuriyet’le birlikte doruk noktasına ulaşmıştır. İçinde yaşanan sosyal hayatın insicamını bozan bu kültürel dengesizlik eski medeniyetin tamamen tasfiyesiyle çözülmeye çalışılır. Ancak büyük bir zenginliği içinde barındıran eski medeniyetin toptan yok sayılması geride kapanması çok zor olan büyük bir boşluk bırakır. Bu boşluğu doldurması beklenen Batı medeniyetiyse henüz milli kültür tarafından yeterince benimsenmemiştir. Üstünde durduğu zeminin bir anda ortadan kalkmasıyla afallayan aydınlarsa geriye dönük bir nostalji duygusuyla ileriye doğru bir hamle yapma arasında tutuk kalır. Bunun sonucu da Doğu ile Batı kültürü arasındaki eşikte takılı kalmak olur. Yahya Kemal’in deyişiyle, “bir tel kopar, âhenk ebediyen kesilir” ve geriye kalansa bu ahengi yeniden inşa etmeye çalışan insanların içinde bulunduğu karmaşa olur. Tanpınar’ın Huzur’da anlattığı “huzursuzluk” da temelde eşikte kalmış olmanın sancısı üzerinden kendisini gösterir.

Eşik fikri Tanpınar’ın entelektüel dünyasında önemli yeri olan bir kavramdır. Tanpınar’ın makalelerinde ve diğer metinlerinde okurun karşısına çıkan sonuçsuzluk durumu fikrî temelini eşikte olma düşüncesinden alır. Kendisini her şeyden önce bir şair olarak gören Tanpınar şiirlerinde arada kalmış olmanın izini sürer ve iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda olmadığımızı, ara tonların varlığını, “yekpare, geniş bir ânın parçalanmaz akışında”[2] ilerleyebilmemizin mümkün olduğunu hatırlatır. Tanpınar “Eşik” şiirindeki “Bu tenha çeşmede bir an yüzünü / Seyredenler altın sazlar içinde / Ruh muammasının ürperişinde / Kaybolmuş sanırlar kendilerini”[3] dizeleriyle bireyin iç dünyasındaki bütünlüğü yitirmiş olmasının kendi benliğini kaybolmuş görmekle sonuçlandığını okuyucuya hatırlatır.

Huzur romanının merkezindeki Mümtaz da tam anlamıyla böylesi bir karakterdir. Tazyikini üzerinde şiddetle hissettiği iki medeniyetin arasında kalmıştır ve bu yüzden bütün yaşamı bu sıkışmışlık halinin acısını hissetmekle geçer. Kendisini geliştirmek, bütünüyle özgün bir kimliğe erişmek, geçmiş medeniyetin mirasıyla bugünün kültürünü sentezlemek ister, ancak henüz bunu başarabilecek bir noktaya gelemediğini üzülerek fark eder. Amcasının oğlu olan ve Yahya Kemal’den izler taşıyan İhsan’la ilişkisi onun kişiliğini şekillendiren etkenlerin başında gelir. Ustası olarak gördüğü İhsan’ın görüşleri onun hayata bakışını güçlü şekilde etkiler. Bu etki onun özgün olmasının önüne geçecek denli güçlüdür: “Demek ki satıhtayım… daha kendimi bulamadım” diye düşünen Mümtaz anlatıcıya göre “hakikatte büyük bir eşikte”dir.[4] Mümtaz’a göre bizim talihimiz, “Debussy’i, Wagner’i sevmek ve Mahur Beste’yi yaşamak”tır.[5] Büyük bir iştiyakla Batı medeniyeti dairesine geçmek isteyen Türk milleti, tarihsel çizgisi içerisinde eski medeniyetinden bütünüyle kopamayacak olmanın sıkıntısını yaşar. Mahur Beste bu sebeple her zaman için Wagner’i takip edecektir. Hakikatte bu durum kendi başına bir sorun değil, tam tersine, bir zenginliktir. Ancak yeni bir medeniyet inşa ederken geçmişi bütünüyle terk etmenin gerektiğine bir defa ikna olunca, zenginliğe ve derin bir yaşayışa dönüşebilecek olan eski kültür kolaylıkla ayak bağı haline gelir. Tanpınar’a göre milli hayat devamlılıkla anlam kazanır, kültürün kesintiye uğramadan ilerlemesiyle kökleşir. Müphemiyetin beraberinde kopuşu getireceğine inanır. Onun düşüncesinde kesintiye uğrayarak gelişen bir kültür değil, Bergson’cu bir anlayışla devamlılıktan beslenen bir medeniyet kavramı vardır. Ancak bu devamlılık bir şeyi faydasız da olsa sırf eski olduğu için tutmaya devam etmek anlamına gelmemektedir. O, “devam ederek değişmek, değişerek devam etmek”ten[6] yanadır. Tanpınar’a göre ideal olan, Dede Efendi’yle Beethoven’ın, Şeyh Galip’le Mallarmé’nin uyum içerisinde bir arada olduğu, hiçbir kültürün bir diğerine hegemonya kurmaya çalışmadığı bir medeniyet dairesi yaratmaktır. Bunun da yolu eski kültüre sahip çıkmaktan geçer:

“Yeni bir hayat lâzım. […] Fakat sıçrayabilmek, ufuk değiştirebilmek için dahi bir yere basmak lâzım. Bir hüviyet lâzım. Bu hüviyeti her millet mazisinden alıyor.”[7]

Mümtaz’ın söylediği gibi, ilerlemenin başlangıç noktasını kendi geçmişinde arayıp bulmak, maziyle devamlılığı sağlamak, güçlü bir kimlik yaratabilmek için çok önemlidir. Cumhuriyet’le birlikte başlayan eskinin tasfiyesi milli kültürde bir çöküş yaratır. Bu çöküş Mümtaz’ın yeninin kapısındayken eskiyi gözden çıkaramamasına sebep olur:

“Ben bir çöküşün esteti değilim. Belki bu çöküşte yaşayan şeyler arıyorum. Onları değerlendiriyorum…”[8]

Mümtaz’ın kayıp giden bir medeniyeti ayakta tutma ve onu günün dünyasına bağlama çabası bir türlü hayatın olağan akışına kendisini bırakamamasına, iki dünya arasında devamlı zihinsel bir eşikte kalmasına yol açar. Nuran’a göre Mümtaz devamlı “yedi asrın ölüsüyle”[9] meşguldür. Bu iki dünya arasında kalmışlık ikisinin ilişkisini de etkileyecek, birbirini seven bu iki kişi dış dünyanın buhranı karşısında evlenmeyi başaramayacaktır. Mümtaz Nuran’ı, Suat’ın intiharını görmeden önce son bir kez eve “girmeden evvel… eşikte”[10] öpecek, bu eşikten geçip içeriye adımını attığı andaysa şahsi trajedisini yaşayacaktır. Tıpkı Nuran’la olan ilişkisinde yaşadığı gibi, zihni dünyasında da içinde bulunduğu eşiği aşmak için her adım attığında kendisini boşlukta bulacaktır. Onun kaderi kendisine bir yol çizip sonuna dek o hizada devam etmek değil, sürekli eşikte bekleyip hüznün hazzını keşfetmektir.

“Daha on yedi yaşında kendisini bir eşiğin önünde, onu geçmek için hazır bulan”[11] Mümtaz, “iki asırlık hezimetlerin, çöküntülerin, henüz kendi şartlarını bulamamış bir imparatorluk artığı olmamızın bir yığın neticesini hayatımızda duyduğumuzun”[12] farkındadır. Geçmişin bizi geri bırakan alışkanlıklarından, günün dünyasına uyumsuz olan tavırlarından kurtulmamız gerektiği konusunda hemfikirdir. Bununla birlikte, “bu ıstırabın” sonucunda topyekûn bir inkara gitmenin “daha büyük bir hezimeti kabul olacağı” kanaatindedir:

“Vatan ve millet, vatan ve millet oldukları için sevilir; bir din, din olarak münakaşa edilir, ret veya kabul edilir; yoksa hayatımıza getirecekleri kolaylıklar için değil.”[13]

Mümtaz’ın bireysel yaşantısında hissettiği eşikte kalmış olma durumu, başlamak üzere olan savaşın etkisiyle topluma da sirayet eder. Cepheye trenlerle yapılan sevkiyatların çıkardığı huzursuz edici sesler, gazetelerdeki en son havadisler, caddelerden geçen askerî kıtalar hep birlikte “Avrupa’nın sonunun” gelmekte olduğunu haber verir. Barut fıçısının üzerinde oyun oynayan küçük çocuklar gibi, dünya da patlamak üzere olan bir dinamitin üzerindedir. Yarının belirsizliği harbi fırsat bilip zengin olmayı planlayan gözü açıklara da yeni imkânlar sağlar. Savaşla birlikte açığa çıkacak olan kıtlık zamanında yüksek kâr elde edebilmek için bazı tüccarlar aceleyle ürün stoklamaya başlar. Ancak her şeye rağmen yine de hayat bir şekilde akışını sürdürür, “barut fıçısı üzerinde de [olsa] hayat devam etmektedir.”[14] Herkesin başlamak üzere olduğundan bahsettiği ve tedirginlik içerisinde beklediği savaş toplumun ilerisiyle şimdiki zaman arasında, eşikte kalmasına yol açar. Savaş henüz başlamadığı için işler “şimdilik” yolundadır; ancak muharebenin yaklaşan ayak sesleri kimsenin önünü görememesine ve ileriye dönük bir plan yapamamasına sebep olur. Savaşın yarattığı korku medeniyet krizinin sebep olduğu buhranla birleşerek toplumsal huzursuzluğu artırır. Mümtaz’sa kendisini bu toplumsal buhranın içinde bulmuş, kendi arada kalmışlığıyla toplumun kaderinin birbirine karışmasını hüzün içerisinde keşfetmiştir.

Mümtaz insanı bir “saz parçası”na benzetmektedir. Ona göre insan tıpkı bir saz gibi hassas ve kırılgandır. Bu kırılganlık insanın taşıyıcısı olduğu medeniyetin de hassas olmasına sebep olur. Onun elden kayıp gitmemesi için dikkat edilmeli, özel ehemmiyet gösterilmelidir. Mümtaz’a göre “bizim memlekette aranan kaybolur.” O Şark’ı “oturup beklemenin yeri” olarak görür.[15] “Biraz sabırla her şeyin ayağınıza geldiği” Şark’ta Mümtaz da iki medeniyet arasındaki eşikte durmuş, tüm sorunların bir şekilde kendiliğinden çözülmesini beklemektedir.

 

NOTLAR:


[1] Berna Moran, “Bir Huzursuzluğun Romanı: Huzur”, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2019, s. 269-296.

[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ne İçindeyim Zamanın”, Bütün Şiirleri, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2020, s. 23.

[3] A.g.e., “Eşik”, s. 65-99.

[4] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2020, s. 118.

[5] A.g.e., s. 149.

[6] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2001, s. 24.

[7] Tanpınar, Huzur, s. 182.

[8] A.g.e., s. 183.

[9] A.g.e., s. 185.

[10] A.g.e., s. 348.

[11] A.g.e., s. 42.

[12] A.g.e., s. 47.

[13] A.g.e., s. 48.

[14] A.g.e., 24.

[15] A.g.e., 12.

 

KAYNAKÇA:


  • Moran, Berna, “Bir Huzursuzluğun Romanı: Huzur”. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2019.
  • Tanpınar, Ahmet Hamdi, Bütün Şiirleri, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2020.
  • Tanpınar, Ahmet Hamdi, Huzur, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2020.
  • Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yahya Kemal, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2001.