"Queer feminist bir arzuyla yaşamını sürdürmeye çalışan bir araştırmacı olarak okuduğum, yazdığım, anlattığım, öğrendiğim ve öğrettiğim her alanda da beni diri tutan bu arzuyla konumlanmaya çalışıyorum. Konumum sabit değil, keskin sınırın nerede/nereye çekildiğine göre yer değiştiriyor. Zamanla konumumun barındırdığı anlam evrenleri de değişiyor. Bükülüyorum."
05 Mart 2020 17:00
Kendin olarak yazmak, tıpkı kendin olmak ve varlığını görünür kılmak gibi bir mücadele. Üstelik bunda yazı türü de fark etmiyor. Anlatılardaki ‘ben’in izleri, pekâlâ üslup ve bakış açısıyla bilimsel bir metne dahi sirayet edebiliyor. Kişi kendiliğine, kimliğine, yaşam hakkına, yapıp etmelerine ve eşitlik arayışına dair mücadelesine yazıyı ortak ediyor ve yazı, politik bir imkân haline geliyor. Burada sözünü ettiklerim heteronormatif yapılarla derdi olmayana dair değil elbette;heteronormativitenin baskıya maruz bıraktığı, dışlayıp öteki olarak ilan ettiklerine dair. Benim yazma pratiğim de bu dertlerden azade değil, nihayetinde yazmak, bu dertleri görünür kılmaya ve paylaşmaya dair bir çaba.
Kişinin bedeninden, deneyiminden, söyleminden, eyleminden, aşkından, yöneliminden ve bağlarından ötürü baskıya, nefret söylemine maruz bırakılması ve yaşam hakkının elinden alınması, kurmaca dünyada da mücadelesini verdiğimiz bir alan. İçinde yaşadığımız gerçeklikteki gibi, kurmacada üretilenlerde ve kurmaca üzerine yapılan değerlendirmelerde de bu heteronormatif bakış yer alıyor. Queer feminist bir arzuyla yaşamını sürdürmeye çalışan bir araştırmacı olarak okuduğum, yazdığım, anlattığım, öğrendiğim ve öğrettiğim her alanda da beni diri tutan bu arzuyla konumlanmaya çalışıyorum. Konumum sabit değil, keskin sınırın nerede/nereye çekildiğine göre yer değiştiriyor. Zamanla konumumun barındırdığı anlam evrenleri de değişiyor. Bükülüyorum. Bazen de adlandırmaların, sıfatların, zarfların anlamlarını büküyorum. Hatta ötekileştirilmiş, görünmez kılınmış veya dışlanmış, bedenden menkul cinsiyetlen(dir)melerin özcülüğüne rağmen tanınma ve eşitlik mücadelelerine ortak oluyorum yer yer. Manevram, içinde bulunduğum norm torbasına göre değişiyor. Öteki kılınma toplumsal cinsiyet kimliğinden dolayı ise kadın olduğumu bas bas bağırıyorum, ayrımcılığa maruz kalma ve yaşam tehdidi cinsel yönelimden ötürüyse, dolaptan çıkıyorum.
Kendiliğimi ve özne oluşumu, yazdıklarıma, araştırmalarıma da temas ettirmeye çalışıyorum. Bunu ses çıkarma, dikkat çekme, bir tepki, eleştiri olarak veya yazıyla dostluk kurma, iç dökme, harflere-seslere-yazıya-deftere-dostlara açılma, hemhâllik arayışı, başkalarıyla paylaşma, yalnız olmadığını gösterme, sağaltım ya da yazı ve yaratımın olanaklarıyla güçlenme amacıyla yapıyorum. Bu durum benim dikkat çekmek istediklerime ve eğer bir çalışmaysa eser(ler)in, eleştiri metinlerinin sorunsallarına, perspektiflerine ve heteronormativiteye göre konumlanışa göre değişiyor. Nihayetinde yazmanın bana sağladığı kendi ilmeğimden geçip bir dikiş tutturmanın –veya tutturamayışın–, haliyle edebiyata bakış ve onu ele alış için de geçerli olduğunu düşünüyor(d)um. Bu durum, öznelliğimde ve gündelik yaşam pratiklerimde etkili olabiliyorsa pekâlâ edebiyata dair perspektifim, her türlü araştırmamdaki okuma ve değerlendirme biçimlerim için de geçerli demek ki. Nitekim edebiyat, tam da queer gibi, bir şeyin göründüğü gibi olmadığını anladığımız bir imkânlar alanı ve akacak hep bir kanalın bulunduğu, başka ihtimallere gebe ve her daim bir yolun, çatlağın bulunduğu bir dünya.[1]
Queerin yalnızca toplumsal cinsiyet kuramı olarak özneyi kuran ve özneleri sorunsallaştıran bir yanından hareketle bile, kendiliğimi ve yapıp ettiklerimi sorgulamaya başlayıp ardından onu eleştirel bir perspektif, bir okuma biçimi ve yöntem olarak çalışmalarıma boca ettim, halen de etmeye devam ediyorum. Öfkemi, arzumu, gündelik yaşamımdaki deneyimlerimi motivasyon haline getirip yazmayı, üretmeyi sürdürebilmeyi ümit ediyorum. İçinde bulunduğum çalışma alanı da yaşadığımız yer de malum bu konuda oldukça bereketli... Tüm bunları anlamlı kılan bu yolda asla yalnız olmadığımı bilmek. Kendiliğin ilmeğinden geçerek her türlü metni yazmak, salt bizleri öteki kılana cevap niteliğinde olsaydı, bu ötekilikleri sahipleniş benim için çok tatsız olurdu. Bir aradalıklar, dostluklar, yoldaşlıklar ve en önemlisi de arzular olmadan kendiliğimden yazamazdım. Kadınlık deneyimlerinin sonsuzluğunda birbirimize temas ettiğimiz tüm dostlara, şükranla…
•
GİRİŞ RESMİ:
Deniz Bilgin, İsimsiz
1989, kâğıt üzerine guaj, 49,5 x 70 cm.
[1] Edebiyat ve queer arasındaki bu yoldaşlığa dair söylediklerimi Kafasına Göre’nin 31. sayısında “Bir Mücadele Aracı Olarak Yazı” başlıklı metnimden aldım.