Emin Nedret İşli: Kültür Bakanlığı ve akademik çevrelerin hazine diye vasıflandırdıkları eserleri yeni harflere aktarmayıp, yani uzmanların yapması gerekenleri yapmayıp vatandaşa gel sen öğren sen oku demeleri işin kolayına kaçmaktır
05 Mart 2015 14:00
Meraklıları bilir, Sahaf Emin Nedret İşli Osmanlıca konusunda en yetkin isimlerden biridir. Yıllardır nadir eserlerin, kıymetli yazmaların izini süren İşli ile Osmanlıca tartışması ve hâlen basılmayan, günümüz okuruna ulaşmayan eserler üzerine konuştuk.
Nedret Bey, Osmanlıca tartışmaları başlayıp ülkenin gündemine oturduğunda ne düşündünüz, nasıl değerlendirdiniz bu tartışmaları?
Sahaflık mesleğinin olmazsa olmazı olarak kabul edilecek Osmanlıcayı 1970’li yıllarda öğrenmiş, 35- 40 yıldır da bu konuda aralıksız çalışmış biri olarak tepeden inme bir buyruk ile Osmanlıca meselesi gündeme oturunca içimden “Eyvah” dedim. Şimdi ülkemde bileni, bilmeyeni, ilgilisi ilgisizi aklından geçeni söyleyecek, Osmanlıca hakkında ahkâm kesecek.
Yeterince derinlikli olarak tartışılmadı yani…
Tartışmalar tabii ki Türk usulü, konuyu araştırmadan, 2015 Türkiye'sinden 1928 yılını mahkûm ederek, bilgisizce gelişti, tartışılır gibi yapıldı ve söndü. Pek çok bilgi kirliliği içinde anlatıcıların söyledikleri duyulmadı, aradı kaynadı gitti. Sakin bir zeminde akl-ı selim ile düzgün tartışmalar yapılabilseydi elbette kültürel olarak bir yol alınabilir, Osmanlıca öğreniminin gerekliliği belli zümreler için uygulanacak bir durum olarak kabul görebilirdi.
Siz Osmanlıca biliyorsunuz. İşiniz, alanınız gereği de bilmek durumundasınız zaten, sizin Osmanlıca bilmeniz merak ve gönülden gelen bir şey sanıyorum.
Eski kitap ve eski eserler üzerindeki kitabeleri okuma merakı (tartışmayı başlatan zat-ı muhterem o tarihlerde sahne-i siyasette değildi!) aile dostumuz gazeteci, yazar Şinasi Akbatu’dan Osmanlıca dersler almaya sevk etti. 1978 yılında Pertevniyal Lisesi’nden mezun olduktan sonra çalıştığım Enderun Kitabevi’ne gelen kişiler sayesinde pekişti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okuduğum yıllarda Osmanlıcam iyice ilerledi. Aynı fakültede “İstanbul’da Gömülü Şairlerin Mezartaşı Kitabeleri” master tezi ile daha da derinleşti. Hem öğrenimim boyunca hem de mesleki faaliyetlerim içinde Osmanlıca yoğun olarak hep varoldu ve var olmaya devam ediyor. Bu hususta bir şeyler öğrendikçe, metinleri (kitabe veya kitap) okudukça merakım ziyadeleşiyor. Osmanlıca konusunda derinlere daldıkça keyiflenme artıyor.
Zor bir dil mi peki?
Osmanlıca aslen Türk dilinin Arap harfleri ile yazılmış şekli. Fakat Osmanlı’nın Arapça ve Farsça ile harmanladığı, kendine has kurallar geliştirdiği bir yazılım sistemi. Bu yüzden Arapça öğrenim gören İmam Hatiplilerin pek çoğu Osmanlıca okuyamıyor veya metnin kafasını gözünü yara yara hatalarla okuyor.
Osmanlıca, alfabenin ifade ettiği seslerin karşılıklarını ezberledikten sonra gündelik hayatta kullanılan kelimelerin yazıldığı metinleri en fazla bir ay içinde okuyabileceğiniz bir sistem. Yani bu anlamda hiçbir zorluğu yok. Zorluk Arap’tan, Fars’tan alınan, kullanımdan uzak hatta unutulmuş kelimelerle, abartılı bir şekilde kurulmuş kelime tamlamalar ve terkiplerle oluşturulan ağdalı cümleleri okuyup anlayabilmekte.
Bir örnek verseniz…
Son Osmanlı sadrazamı Ahmed Tevfik Paşa'nın yazdığı arizâ’nın (dilekçe) başlangıç cümleleri işin zorluğunu göstermesi bakımından yeterlidir sanırım: “Dün şeref telakki eylediğim emr ü ferman-ı hümayun-ı hazret-i zıllulahileri mentuk-ı âlisi vechile ...” bu ve bu benzeri cümleler Osmanlıca metinlerin tümünde oldukça yaygındır. Metni doğru ve düzgün okumak, onu anlayıp bilgilenmek ağdalı eserlerde çok zordur. Kolay okunuşlu eserler Reşad Nuri, Hüseyin Rahmi, Mahmud Yesari gibi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçen edebiyatçıların metinleri sayesinde mümkündür. Bu eserlerin de tümü günümüzde latinize edilmişlerdir.
Tamam, Osmanlıca müfredata girdi diyelim… Ne olacak, yani günlük hayatta karşımıza böyle bir ihtiyaç çıkmayacak…
Elbette gündelik hayatta Osmanlıca kullanma pratiği söz konusu değil. Ancak meslek tarihini merak edenler, ailesinin geçmişini öğrenmek isteyenler, semt tarihi yazacak kimseler, eski edebiyata merak duyanlar, İstanbul’un eski eserleriyle uğraşanlar, tarihçiler, araştırmacılar, akademisyenler için gerekli Osmanlıca. Yoksa Süleymaniye Camii’nin kapı kitabesini üç aylık bir çalışmayla çatır çatır okuyup anlayacak bir vatan evladını henüz analar doğurmadı. Çünkü dünyada da ülkemizde de Epigrafi (yazıt bilimi) denen bir bilim dalı mevcuttur. Kitabeler yani yazıtlar farklı ölçülerle, özel terminoloji ile ve de özel yazı şekilleri ile yazılırlar. Edebiyat tarihi ve tarih alanında vesika (belge) okuyanlar, kitabe (yazıt) okuyanlar, manzum metin okuyanlar farklı kategorilerdedir. Hepsinin ayrı yöntemleri metin okuma şekilleri vardır. Bu işte uzmanlaşmak ve metni anlamak uzun yıllar süren bir çabayı gerektirir.
Yarım yamalak öğreti ile Osmanlıca deryasına dalınmaz. Dalan boğulur. Kendi boğulsa iyi, bir de başkalarını da dibe çeker. Kaş yapayım derken göz çıkar.
Çevrenizde Osmanlıca bilen çok kişi var mı?
Benim çevrem tarihle iç içe yaşamayı tercih eden, eskiye düşkün, geçmişi araştırmaktan haz alan insanlarla dolu bir dünya. Bu nedenle çevremde pek çok kişi Osmanlıca okur, bilir. Ama bu kişiler eğildikleri alanların sınırını bilen, araştırdıkları alanın dışına taşmayacak kadar uzmanlaşmış kimselerdir. Herkes kendi sınırları içinde kalmayı, öbürünün alanına giren durumlarda o kişinin uzmanlığına başvurmayı kabullenmişlerdir. Böylece herkes kendi alanında doğru bilgilere sahip olur. Öteki türlü yarım yamalak öğreti ile Osmanlıca deryasına dalınmaz. Dalan boğulur. Kendi boğulsa iyi, bir de başkalarını da dibe çeker. Kaş yapayım derken göz çıkar.
Harf Devrimi 1928 yılında bütün bu sosyal gelişme, geçmişe rağmen çok keskin ve tavizsiz olarak gerçekleştirilmiş bir devrimdir.
Şöyle bir geriye gidelim; 1928’e… Sizce Harf Devrimi “kültürel” olarak nasıl bir etki yarattı?
Harf Devrimi hatalı, yaygın bir kanı olarak 1928 yılında paldır küldür ve bir gecede yapılmadı. 19. yüzyılın sonundan başlayarak Osmanlıca dilinde sadeleşme ve harflerin ıslahı ile ilgili pek çok fikir öne sürülmüş, yazılar yazılmış, kitapçıklar çıkarılmıştır. 1910– 1914 yılları arasında Osmanlıca kelimelerdeki seslerin tek tek ve ayrık yazılması için teklif ve tartışmalar yaşanmıştır. “Huruf-i Munfasıla” (ayrık harfler) diye adlandırılan bu yazım sistemini Enver Paşa Harbiye nazırı iken Ordu’da uygulamaya girişmiş, bazı askeri yayınlar bu sistem ile yapılmıştır. Bu yüzden 1928 yılına gelene dek Osmanlıcanın yeniden düzenlenmesi, kolaylaştırılıp, eğitimde yaygınlaştırılması çabaları hep süregelmiştir. Bütün bu tartışma, teklif ve uygulamalardan haberdar olan Atatürk 1928 yılı başından itibaren yeni Türkiye’yi bir harf devrimine yavaş yavaş hazırlamıştır. Harf devriminin kısaca tarihi şu şekildedir:
20 Mayıs 1928’de “Beynelmilel Rakkamların Kabulüne Dair Kanun” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi. (Yürürlüğe girişi: 1 Haziran 1929) 1 Teşrinsani (Kasım) 1928 tarihinde kabul edilen 1353 numaralı kanun ile yeni Türk abecesi kullanımı yasalaştı. 1928 yılının son aylarında uygulanmaya başlayan Latin harflerinin yanı sıra 1929 yılı haziranına kadar eski harflerin kullanımı kanun gereği serbest bırakıldı. 11 maddeden oluşan harf devrimi yasasının 3 ve 4 maddelerine göre 1929 yılı başından itibaren kademeli olarak yeni harfleri uygulaması yaygınlaştırılacak 1929’un Haziran ayında eski harf kullanımı son bulacaktır. Yine Harf Devrimi Yasası'nın 6, 7 ve 8. maddelerine göre devlet daireleri, müesseseleri, bankalar, şirketler, cemiyetler ellerinde bulunan eski harfli kitap, kanun, talimatname, defter, cetvel, kayıt ve sicil gibi basılı malzemeyi 1930 yılı Haziran ayına kadar kullanabilirlerdi. Pul, para, hisse senedi, bono, tahvil gibi kıymetli evrak, hukuki kıymet taşıyan belgeler geçerliliklerini sürdürdüler.
Bu özetlediğimiz olayların sonucu Harf Devrimi 1928 yılında bütün bu sosyal gelişme, geçmişe rağmen çok keskin ve tavizsiz olarak gerçekleştirilmiş bir devrimdir. Birtakım aydınların, siyasetçilerin uzun yıllar alacak daha yumuşak bir geçiş düşüncesinde olmalarına rağmen Atatürk’ün devrimci ve keskin karakterinden kaynaklanan uygulamayla kısa sürede gerçekleşmiştir.
Peki, en çok etkilenen alanlar, iş kolları hangileri oldu?
Harf Devrimi'nden en çok etkilenen alanlardan biri basın olmuştur. Gazeteler, yayınevleri, matbaalar, sahaflar, gazete bayileri, Babıâli’de küçük esnaf (mühürcüler, arzuhalciler, klişeciler, hattatlar (kaligraflar), dizgiciler, düzeltmenler) harf devriminin bütünüyle etkisinde kalan meslek kollarıdır. Bu mesleklerde iş yapan kimselerin bazıları yeni sisteme ayak uydurabilmiş, bazıları ise uyamamış ve büyük zarar ziyana uğramıştır. 1928 yılından itibaren kendini toparlayamayıp silinen yayınevleri, açlık ile karşı karşıya kalan basın emekçileri, ticaretten çekilen küçük esnaf tipleri o günlerin gazetelerine bakılacak olursa görülecektir.
Sahaflık peki?
Sahaflar açısından Harf Devrimi tam bir darbe niteliğindedir. Sermayesinin tümünü Arap harfli malzemenin oluşturduğu sahaflar kısa bir sürede ellerindeki malzemeyi alıp satamaz olmuşlardır. Bütün bunlara rağmen Harf Devrimi gerek okuma/ yazma açısından gerekse kitap yayıncılığı açısından Osmanlıcanın birtakım zorluklarını gidererek bu konularda büyük artış sağlamıştır.
Aslında en çok merak ettiğimiz de Osmanlıca bilmediğimiz için okuyamadığımız kitaplar… Biz, hangi eserlerden mahrum kaldık? Neler var, birkaç örnek verebilir misiniz?
Harf Devrimi 1928 yılı sonunda gerçekleşti. İlk Türk matbaası olarak kabul edilen Müteferrika Matbaası’nın 1729 yılında yayınladığı Vankulu Lugatı’ndan 1928 yılı sonuna kadar Osmanlıca basılan kitaplar konusunda yetkin en büyük bilgin kabul edilen M. Seyfettin Özege’ye 1973 yılında (henüz Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu isimli çalışma tamamlanmamış) Kütüphaneci Sami N. Özerdim tarafından sorulan bir soru üzerine Özege tarafından verilen cevap şu şekildedir:
“Sorunuzu 1729– 1928 arasında Türkiye’de (Osmanlı imparatorluğu hududları içinde) basılmış Türkçe kitapların sayısı hakkında bir tahmin şeklinde anladım. Aşağıdaki rakamlar buna göre hesaplanmışdır. Bu süre içinde başda Arabca olmak üzere diger dillerde basılan kitaplar hesaba katılmamışdır. Yalınız bu hududlar dışında basılmış ve sayıları pek çok olmıyan Türkçe kitaplar yeküna dahildir. Tahminim şu şekildedir:
1 – Görerek künyelerini tesbit ettiğim kitaplar: 22.000
2 – Adlarını çeşitli yerlerde gördüğüm fakat kendilerini henüz göremediğim göremediğim kitaplar: 5.000
3 – Her iki şekilde de duyub göremediğim fakat mevcud olabileceğini tahmin ettiğim kitaplar: 3.000
Toplam: 30.000
Kitapları görerek künyelerini tesbit ettiklerimin sayısı kesindir. Bugün yirmi iki bin altıdır. Fişlerin üzerinde yürütülen sıra numarasından alınmışdır. İkinci kısımdakiler umumî ve hususî kütüphaneler kataloglarında, gazete ve mecmualardaki ilanlarda, kitapcı kataloglarında, hâl tercümelerinde ve bunlara benzer yerlerde isimleri geçen fakat henüz göremediğim kitaplardır. Numara verilmemiş fişlerde kayıtlı olduğu için yekün tahminidir. Üçüncü kısımda görünen yekün şimdiye kadar künyelerini veya yalınız isimlerini tesbit edemediğim fakat varlıklarını tahmin ettiğim kitaplara aittir. Bu kısma ait tahminin istinad ettiği essas şudur: Son iki buçuk sene içinde yukarıdaki iki kısım dışında yani rastladığım ve sayısı yuvarlak olarak bine varan kitaplardır. Bu cins kitapların sayısının gittikçe daha azalacağını da göz önünde tutarak on onbeş sene içinde rastlanabilmesi ihtimali üzerine yaptığım bir tahmindir.”
M. Seyfettin Özege “Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu” (İstanbul, 1971 – 1979, 5 cilt) çalışmasını bitirdiği zaman eserinde 25554 adet künye saptamıştır. Birkaç baskı yapan kitaplara tek numara verdiği ve görmediği, tahminde bulunduğu kitap sayısını da toplayacak olursak Osmanlıca basılan kitapların yaklaşık 199 yıllık zaman dilimi içinde 40.000 civarında olduğu kesindir. Bu Osmanlıca kitapların içinde dini, edebi, tarihi, hukuki, fenni, siyasi hemen her konuda kitap olduğu gibi bir semt derneğinin veya bir yardım cemiyetinin tüzüğü, bütçe kitapçığı veya üyelik listesi de bulunmaktadır.
Bu yaklaşık 40 bin kitabın içinde temel kaynak ve başvuru mahiyetinde eserlerin pek çoğu bugüne kadar yeni Türk alfabesine çevrilmiş ve yayımlanmıştır. Türk edebiyatının önemli temsilcileri kabul edilen yazarların bütün roman, şiir, hikâye, tiyatro eserleri yeni harflerle de defalarca basılmıştır. Osmanlı şairlerinin divanlarının tamamına yakını Türkiye üniversiteleri tarafından tez olarak yeni harflere aktarılmış, bu edebiyatın zirve isimlerinin divanları resmî ve özel yayınevleri tarafından basılmıştır.
Elbette hâlen kütüphanelerimizde günümüz okuyucusuna çevrilerek ulaşması gerekli yazma ve basma eserler vardır. Ama bu iş için toplumsal bir cezbeyle Osmanlıca öğrenmek gerekmez.
Hepsi basılmadı herhalde…
Elbette hâlen basılmayan veya günümüz okuruna ulaşmayan eserler de vardır. Harf Devrimi'nden 11 yıl sonra 1– 5 Mayıs 1939 tarihinde toplanan Birinci Neşriyat Kongresi'nde hem Avrupa dillerinden hem de Osmanlıca temel eserlerden yeni harflere aktarılacak eserlerin listeleri İstanbul Üniversitesi ve Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi bilim adamları tarafından hazırlanmıştır. Avrupa’dan ve İslâm dünyasından klasik eserler Hasan Âlî Yücel tarafından Milli Eğitim klasikleri olarak sistemli, düzgün ve kaliteli olarak bastırılmıştır.
Osmanlıcadan yeni harflere aktarılmayan kitapları düşünürsek Kültür Bakanlığı’na düşen nedir?
Elbette hâlen kütüphanelerimizde günümüz okuyucusuna çevrilerek ulaşması gerekli yazma ve basma eserler vardır. Ama bu iş için toplumsal bir cezbeyle Osmanlıca öğrenmek gerekmez. Aslen bütün bir halka eski kitapları, mezar taşlarını okusunlar diye Osmanlıca öğretmeye çalışmak, devletin yapması gereken çevirim işini yapmayıp yükü vatandaşın üstüne atması demektir. Kültür Bakanlığı ve akademik çevrelerin hazine diye vasıflandırdıkları eserleri yeni harflere aktarmayıp, yani uzmanların yapması gerekenleri yapmayıp vatandaşa gel sen öğren, sen oku demeleri işin kolayına kaçmaktır. Osmanlıcadan yeni harflere çevrilmesi gereken kitapları senelerdir ihmal eden Kültür Bakanlığı bu konuda en ihmalkâr kurumdur.