Anadolu Kültür, Arter, Sakıp Sabancı Müzesi ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı, basınla ilişkileri, kültür sanat gazeteciliğinden beklentileri ve mevcut durum üzerine sorularımızı yanıtladı
06 Aralık 2018 14:10
Dünyanın pek çok yerinde sosyal, siyasal ve ekonomik krizler baş gösteriyor. Uzun yıllardır göz göre göre gelmekte olan bu büyük gerileme, bildiğimiz dünyanın temellerini sarsıyor, bilmediğimiz bir dünyanın da kapılarını aralıyor. Peki, bütün bunlar kültür sanat kurumlarını ve kültür sanat haberciliğini nasıl etkiliyor? Patronların kâğıt krizine cevap olarak evvela gözden çıkardıkları kültür sanat yayınları, sayfaları ve habercileri ile bu yayınların başlıca kullanıcısı durumundaki kurumlar yeni dertlere yeni çözümler arıyorlar mı?
Medya üzerindeki finansal ve siyasî baskılar neredeyse önceki dönemleri aratacak denli artmış durumda. İşsiz gazeteci nüfusunun 10 bini geçtiği tahmin ediliyor. Onlarca gazeteci ise cezaevinde. Kültür sanat haberciliği de bütün bu manzaradan payını alıyor.
Reklam almayan sayfalar, ekler kapanıyor, dolayısıyla gazeteciler de işlerini kaybediyor. Bir yandan da gazetelerin neden okunmadığı sorgulanıyor ve bir zamanların Yeni Yüzyıl ve Radikal gibi gazeteleri hasretle yâd ediliyor. Bir de sosyal medya etkisi var elbette. Kültür kurumları da etkinliklerini, ürünlerini ve bizzat kendilerini duyurmak için kültür sanat yayıncılarına ihtiyaç duymuyor, daha doğrusu bu kanal aracılığıyla tanıtım yapmayı masraflı buluyorlar. Fakat kültür sanat haberciliğinin olmadığı bir ortamda, eleştiri ve analiz süreçleri de çalışmadığı için, çoğunlukla tanıtım ve duyurunun ötesine geçmiyor kültürel üretimin yansımaları.
Bu arada başka şeyler de oluyor… Kültürel, sanatsal üretime genel bir düşmanlık hâlinin alışmayı arzu etmediğimiz kimi yansımalarını hatırlayalım: Tophane’de atölyelere ve sergi alanlarına mahalleliler tarafından verilen tepki. Firuzağa’daki plakçı baskını. Heykellerin kırılması, kitapların yasaklanması, bazı oyuncuların herhangi bir yerde görünmesine bile yasak konulması... Bunlar sadece bir nefeste sayılabilenler. Uzunca bir süre patlamalar ve siyasî krizler nedeniyle iptal edilen etkinlikler ya da duyurulmadan yapılmaya çalışılan organizasyonlar ve bütün bu listenin daha da uzamasına ve insanların kültür sanatı iyice görmezden gelmesine neden olan ekonomik kriz. Kitap almanın, tiyatroya, sinemaya, konsere gitmenin pahalı ve lüks olduğu bir dönem…
"Kültür Sanat Gazeteciliği Hâlâ Mümkün Mü?" dosyası kapsamında, Sakıp Sabancı Müzesi, Rahmi Koç Müzesi, Arter, Anadolu Kültür, İş Sanat, Ak Sanat, Salt, İKSV, Borusan Sanat, Diyarbakır Sanat, Pera Müzesi, Cer Modern ve İstanbul Modern ile iletişime geçtim. Dosya için hazırlanmaya Kasım ayının ilk haftası başladım. Kurumların mail adreslerini bulup yazdım, dosyadan bahsettim. Ardından kurumları tek tek aradım, ilgili kişilerle telefonda görüşüp attığım e-postayı alıp almadıklarını sordum. Hatırlamayan ya da e-postanın ulaşmadığını belirten kurumlara tekrar yazdım. Ve Kasım ayı boyunca sadece Sakıp Sabancı Müzesi, Arter ve başlarına gelen onca şeye rağmen Anadolu Kültür’den yanıtlar aldım. Bazı kurumlar sergileri ve yoğunlukları nedeniyle cevap veremeyeceklerini belirttiler. Bazı kurumlar aramamdan rahatsız olup yetkili kişi ile görüşmemi engellediler. Kimisi her defasında yanıt vereceğiz deyip asla geri dönüş yapmadı. Kimisi de beni “anlamadığı”nı söyledi.
Burada başka bir soru devreye giriyor: Basının, özellikle kültür sanat basınının hâli vahim. Lakin kurumların basınla ve basın mensuplarıyla olan ilişkileri ne âlemde? Bu ilişkileri nasıl yönetiyor ve bu yönetim biçimi sorulduğunda neden cevapsız kalıyorlar?
Anadolu Kültür’ün Genel Koordinatörü Asena Günal, Arter’in Medya Pazarlama Koordinatörü Üstüngel İnanç ve Sakıp Sabancı Müzesi Direktörü Dr. Nazan Ölçer sorularımıza cevap verdiler. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın Medya İletişim Direktörü Ayşe Bulutgil ise sorularımıza bir metinle yanıt verdi. Günal, İnanç, Özçer ve Bulutgil’in yanıtları için buyrun…
Basınla ilişkilerinizi-iletişiminizi nasıl sağlıyorsunuz? Etkinliklerinizden nasıl haberdar oluyorlar? Sizinle nasıl iletişime geçiyorlar?
Asena Günal: Etkinliklerimizi hem e-postalar hem de sosyal medya hesaplarımız üzerinden duyuruyoruz. Eskiden, tanıdığım gazeteci arkadaşlara doğrudan e-mail gönderiyordum. Şimdi onların çoğu aktif gazeteci değil. Sergilerimiz özellikle Radikal gazetesinde yer buluyordu. Radikal kapandığından beri, basılı medyada
görünürlüğümüz azaldı. İnternet medyasında bazen bazı sergilerimiz konu oluyor. Ama birebir bilgi verdiğimiz, davet ettiğimiz gazeteci pek olmuyor.
Üstüngel İnanç: Arter’in basınla ilişkilerinden sorumlu olarak çalışıyorum. Etkinliklerimizle ilgili olarak hazırladığımız bültenleri basınla paylaşıyoruz. E-posta yoluyla servis ettiğimiz bültenlere basın mensuplarından geri dönüş sağlanıyor ya da özel haber veya röportaj önerileriyle biz direkt kendileriyle iletişime geçiyoruz.
Dr. Nazan Ölçer: Sanat iletişimi, sanatı yaşamının bir parçası olarak gören ve sanatın temel ihtiyaçlar kadar gerekli olduğunu hisseden kişilerin içinde bulunabileceği bir alan. İletişimin temel teknik bilgilerinin yanı sıra, sanatın içinde olmak, onu yaşamak, sanat sevgisini ruhunda taşımak önemli... Biz SSM olarak, basın iletişiminde uzun yıllardır birlikte olduğumuz için müzemizin gerçeğini bilen, ihtiyaçlarımızı en az bizim kadar içselleştirmiş, her işte yeni bir yol arayan ve bize öneren bir iletişim ajansıyla ilerliyoruz. Bunun yanı sıra, çok genç ve dinamik, aynı zamanda heyecanlı bir dijital ajansımız var. Sanatseverlere basında yer alan haberlerle birlikte sosyal medya hesaplarımızdan ulaşıyoruz. Ayrıca geniş bir mailing datamız var. Düzenli olarak da haber bültenleriyle bilgilendirme yapıyoruz. Tabii ki sosyal medya hesaplarımızdan yaptığımız duyurular çift yönlü bir etkileşim sağlıyor.
Bu etkileşimin sonuçları size nasıl yansıyor? Seyirci ya da görünürlük adına nasıl bir geri dönüşü oluyor?
Asena Günal: Basından görüp gelen oluyordur muhakkak, internet gazetelerinden görüp gelen de keza, ama bu şekilde gelen çok değildir.
Üstüngel İnanç: Kültür sanat haberleri, izleyicilerimiz tarafından takip ediliyor. Etkinliklerimizin duyulması açısından büyük önem taşıyor. Sergilerimizle ilgili yazılan eleştiriler serginin ortaya koyduğu soruları tartışmaya açarak bir yorumlama alanı yaratıyor. Sanatçı ve/veya küratörün açtığı yolu genişletiyor, zenginleştiriyor. Ne yazık ki bu tür eleştiriler neredeyse hiçbir zaman ana akım medyada yer bulamıyor.
Dr. Nazan Ölçer: Ne mutlu bize ki iletişim konusunda destek aldığımız ajanslarımız birlikte iyi bir sinerji oluşturuyor. Bunun da faydasını yaptığımız sergilerin ve etkinliklerin kamuoyunda çok fazla konuşulmasıyla doğru orantılı bir şekilde görebiliyoruz.
Sosyal medya mı, basın mı: Hangisi sizin için daha avantajlı bir alan görünürlük açısından?
Asena Günal: Sosyal medya daha avantajlı görünüyor. Özellikle güncel sanat sergilerinde daha avantajlı, hem sanatçılar hem de izleyici kitlesi, sosyal medyayı aktif olarak kullandığı için. Bir de basında çıkan haberin veya yorumun sosyal medyada paylaşımı da önemli.
Üstüngel İnanç: Her iki mecra da bizim için önemli ama birbirinden farklı işlevleri var. Basın uzun soluklu bir iletişim modeli, kurumun ürettiği içeriğin editör, eleştirmen, muhabir tarafından yorumlanmasını içeriyor. Hangi haberimizin ne şekilde yer alacağıyla ilgili özgür ve eleştirel bir tavrı ihtiva ediyor. Kurumun sosyal medya hesapları bir duyuru kanalı olarak daha çok bir ilan ya da reklama yakın duruyor. Kurumla ya da etkinlikleriyle ilgili sosyal medyada yapılan yorum ve tavsiyeler daha değerli.
Dr. Nazan Ölçer: Açıkçası biz her ikisinin de farklı alana hizmet ettiğine inanıyoruz. Bir müze, sadece sergilerin yapıldığı yerler değil, sergiler ve etkinliklerle birlikte bilimsel araştırmaların ve konservasyon çalışmalarının da yapıldığı çok yönlü bir kurumdur. Sosyal medyanın ve basının hedef kitleleri farklı olduğundan, bunları o kişilere anlatacak mecralar da farklı olmalıdır. Sosyal medya ile nispeten çok daha genç bir kitleye ulaşıyoruz. Ancak basın yoluyla yaptığımız işleri, gerçekleştirdiğimiz sergileri, bu sergilerdeki sanatçı ve akımları daha derinlemesine anlatma imkânına sahibiz... Günün sonunda arşivlerde kalacak olan da, özellikle yazılı basında yayımlanan haberler oluyor.
Kültür sanat gazeteciliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye’de hâlâ var mı, mümkün mü?
Asena Günal: Kültür sanat gazeteciliği Türkiye’de epey zayıf. Elbette, işini hakkıyla yapan gazeteciler vardır ama gazetelerin durumu ortada, ciddi bir baskıyla karşı karşıyalar ve kültür sanata ayrılan sayfa sayısı az. İnternet gazetelerinde kültür sanat yazan insan da az. Sanat için özel web siteleri var, oralarda kapsamlı ve iyi eleştiriler çıkıyor. Biz de paylaşmaya çalışıyoruz.
Üstüngel İnanç: Kültür sanat gazeteciliği bir uzmanlık gazeteciliği ve yazılan sanat disiplini üzerine derinlikli bilgi sahibi olmanın ötesinde, sanatçının ele aldığı konuya dair de bilgi sahibi olmayı zorunlu kılıyor. Sadece kültür sanat alanına hâkimiyeti değil, güncel felsefe, politika, ekonomi ve sosyal tartışmaları takip etmeyi gerektiriyor. Türkiye’de bu anlamda bir uzmanlaşmanın gelişebilmesi için yayın organlarında ihtiyaç duyulan ortam sağlanamıyor, kültür sanat gazetecisinden her konu üzerinde yazması bekleniyor. Gazete yönetiminin beklediği bu “tam donanımlı üstün yazar” var olamayacağı için de ortaya çıkan haberlerin kalitesi düşüyor. Konusunda uzmanlaşmış olan yazarlar da başka konular üzerine de yazmak, idari görevler üstlenmek veya yan işler yapmak zorunda kalıyorlar.
Dr. Nazan Ölçer: Türkiye ve dünya sanat gündemini çok iyi takip eden gazeteci dostlarımız var, ancak maalesef iki elin parmakları kadar. Ki eminim onlar da sanatı Ölçerikli bir gündem olarak, sıklıkla tecrübe etme fırsatını bulamayan bir ülkede bu alanda gazeteci olarak varolmanın zorluğunu yaşıyorlar...
Kültür sanat gazeteleri ya da gazetecileri hangi içeriklere daha çok yer veriyorlar? Nasıl bir seçicilikleri var?
Asena Günal: Ana akım gazetelerde görsel olarak çarpıcı olana veya popüler olana yer verme eğilimi var ya da büyük isimlere. Güncel sanat sergilerini gazetelerden çok sanat web sitelerinden veya Istanbul Art News gazetesinden takip etmek mümkün.
Üstüngel İnanç: Ana akım medyada kültür sanat sayfası olan gazete sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Kültür sanat servisleri de en az elemanla çalışan bölümler. Bir gazetecinin bir gün içinde farklı alanlardan 500 tane basın bültenini okuyup, üç basın toplantısı, iki açılış, bir gösteri takip ederek derinlikli içerik üretebilmesi mümkün değil.
Dr. Nazan Ölçer: Ölçerikle yeni açılacak bir sergi her zaman en çok ilgi çeken konu oluyor. Hele bir de Picasso, Miró, Monet, Anish Kapoor, Ai Weiwei gibi bir sergi yapıyorsanız, basının gösterdiği ilgi çok daha fazla ve de uzun süreli oluyor. Bu sanatçı ve akımların popüler kültürde genişçe yer alıyor olması, bu noktada da önemli bir faktör olarak devreye giriyor.
Basın bültenini haber metni yapmanın ötesinde bir gazetecilik gözlemliyor musunuz?
Asena Günal: Maalesef bunu gazetelerde gözlemlemiyoruz ama sanat web sitelerinde ve bazı internet gazetelerinde kapsamlı yazılar çıkıyor.
Dr. Nazan Ölçer: Bir önceki soruda da söylediğim gibi, bu işi hakkıyla yapan kısıtlı ancak etkin bir basın grubu olduğunu söyleyebilirim. Geneli maalesef gönderilen basın bülteninin basılmasıyla sınırlı. Çok yeni, sosyal medyada ve dijital mecrada bağımsız kültür sanat oluşumları ortaya çıktı. Oysa ki yurt dışında epey çeşitlilikte, bağımsızlıkta ve bilgelikte sanat yayını, sanat eleştirmeni ve sanat programı mevcut. Ancak her şeyden önemlisi, ülkemizdeki sanatsever sayısı... Yetmiş milyonluk Türkiye’de ulaşılabilen en yüksek ziyaretçi adedi, yanılmıyorsam, 300 küsur bin kişiyle 2013’te ilk kez ücretsiz olan İstanbul Bienali oldu. Müzemizde gerçekleştirilen Picasso sergisi ise 250 bin ziyaretçiyle bir rekor kırdı. Sanat ziyaretçisi sayıları arttıkça, bunun duyurusunu, haberini ve kritiğini üstlenen basın organları da değişme ve gelişme ihtiyacı hissediyor.
İktidarın kültür sanat kurumlarıyla ilişkilerini ya da bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidarın bakış açısı gazetecileri etkiliyor mu?
Asena Günal: İktidarın kültür sanat kurumlarıyla, baskısını hissettirmek dışında pek bir ilişkisi yok bence. Onlar için popüler tarih dizileri, İslamcı şairler etrafından etkinlikler ve Osmanlı mirasına dair sergiler yeterli görünüyor. “Yerli ve millî” bir kültür inşası için gerekli altyapı da olmadığı için vasatı hâkim kılmakla meşguller. İktidarın bakış açısı tekelleşmiş medyayı etkiliyordur ama internet gazeteleri bağımsız davranabilir.
Üstüngel İnanç: Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan 2018 tarihli araştırmaya göre, Türkiye’de kültür sanat yaşamındaki rakamlar oldukça vahim. Türkiye’nin yüzde 75’inin kitapla ilgisi yok. “Tiyatroya hiç gitmem” diyenlerin oranı yüzde 70. Sinemayla ise sadece toplumun yüzde 35’i ilgileniyor. Türkiye’nin kültürel yaşamı basına da aynı şekilde yansıyor. Türkiye, kitap okuma oranının arttırılmasına, kültür sanat etkinliklerine katılımın yaygınlaştırılmasına yönelik köklü bir reforma ihtiyaç duyuyor. Binde bir olan kültür sanat haberlerine duyulan ilginin kökten arttırılması gerekiyor ki gazetelerdeki içerik de çeşitlenmeye başlayabilsin.
Dr. Nazan Ölçer: Kültür sanat çok daha farklı bir uzmanlık gerektirdiği için diğer kurumlara göre nispeten daha şanlıyız. Ancak doğal olarak hükümetin Ölçerikleri nelerse, medyada da ayrılan yerler bu Ölçeriklere göre oluyor. Sanat, kişilerin gündelik yaşamına temel ihtiyaç olarak girmediği; elitist bir duruş, statü göstergesi ya da bir heves olarak algılandığı sürece bu böyle olmaya mahkûm. Sanatı çocukların yaşamına bir beslenme kaynağı, sorgulama vesilesi, mutluluk olarak sokabilmeyi mutlaka sağlamalıyız. Düşünsenize, resim dersi, ilkokuldan itibaren okullarda daha fazla test çözdürmek için boş ders olarak kullanılıyor. Sanat eğitiminin müfredattaki bu durumuna, çok kısa bir zaman önce Rus Avangardı sergisini gezmek üzere müzemize geldiği sırada Kültür ve Turizm Bakanımız da değinmişti.
Sosyal, politik ve ekonomik olarak insanların baskı altında olduğu bu ağır dönemde, kültür sanat sektörü nasıl etkileniyor? İnsanlar daha çok hangi etkinliklere yöneliyorlar?
Asena Günal: Kültür sanat sektörü içinde yer alan insanlar elbette bu baskıyı yakından hissediyor ve eskiden rahatlıkla yaptıkları etkinlikleri bugün epey bir düşünerek ve hatta bazen avukatlara danışarak yapıyor. İnsanlar yine kültür sanat etkinliklerine gidiyor, seyircide belirgin bir azalma yok ama yapılan işlerin doğrudan eleştirel politik işler olması durumu zorlaşıyor.
Üstüngel İnanç: Tüm dünyada kutuplaşmanın arttığı, insanların yalnızlaştığı depresif bir dönemden geçtiğimiz aşikâr; ama bir yandan da sanat tarihine baktığımızda benzer dönemlerin her alanda olduğu gibi sanatta da yaratıcı, itici, dönüştürücü bir güç yarattığını görüyoruz. Türkiye’de sanat üretimi de her alanda daha canlı, daha çok, daha cüretkâr... On yıl öncesinin büyük festivalleri, konserleri, gösterileri hayatımızda değil artık, ama kendilerine sadık bir izleyici kitlesi oluşturmuş genç sanatçıların sayısı artışta. Kültür sanat sektöründe de gözlemlenen geri çekilme aslında daha demokratik ve organik bir sanat ortamının filizlenmesine de olanak sağlıyor.
Dr. Nazan Ölçer: Pek tabii sosyal, politik ve ekonomik durumlar kültür sanat sektörünü etkiliyor. Örneğin, bu son sergimiz olan Rus Avangardı’nda yurt dışından gelen eserlerin sigorta ve ulaşım maliyetleri üç dört katına çıktı. Geçen yıllarda uzun zamandır üzerinde çalıştığımız bir sergide yer alacak eserler, patlayan bir bomba nedeniyle güvenlik hassasiyetinden dolayı Türkiye’ye gelemedi. Oysa ki sanattaki her akım bir yokluk, yoksunluk, özlem duyma vesilesiyle doğmuştur. Dolayısıyla insanlarımıza iyi gelecek olan şey, sanatın verdiği yenilenme ve mutluluktur.
Büyük bütçeli kültür sanat kurumlarının kültür sanat haberciliğinin reklam ve tanıtım metinlerinden ibaret kalmasında bir rolü oldu mu? Nasıl?
Asena Günal: Büyük bütçeli bir kurumda çalışmadım, oradaki işleyişi çok bilmiyorum.
Üstüngel İnanç: Herhangi bir kültür sanat kurumunun kültür sanat haberciliğinin reklam ve tanıtım metinlerinden ibaret kalmasından mutlu olduğunu sanmıyorum.
Dr. Nazan Ölçer: Diğer kültür sanat kurumlarının politikalarını bilmediğim için bu konuda bir şey demek istemem. Biz Sakıp Sabancı Müzesi olarak, basınla yan yana geldiğimiz her ortamı karşılıklı “fikrî beslenme” olarak görüyoruz. Ai Weiwei sergisi yapıyorsak, Ölçerikle sanatçıyı anlatıyoruz. Nasıl bir çocukluk-gençlik geçirdi, hayatının dönüm noktaları neydi, hâlihazırda nasıl bir sanat ortamından besleniyor, nasıl bir stüdyoda çalışıyor? Örneğin, biz bunları göstermek ve anlatmak amacıyla bir gazeteci grubuyla Ai Weiwei’in Berlin’deki stüdyosuna gittik. Bunları da Berlin’in şu anda neden kültür sanatta Avrupa’nın başkenti sayıldığından başlayarak anlatmaya çalıştık. Yine Monet sergisi zamanı, sanatçının Fransa Giverny’deki evine gittik. Paris’teki bütün müzelerde Monet’lerin izini sürdük. Çağdaşlarının hayatlarını öğrendik. Zero sergisi yaptık... Tüm dünyada eşzamanlı Zero sergileri açılıyordu ama bu Zero akımı neydi, nasıl doğmuştu? Kalktık Amsterdam’a gittik. Stedelijk Müzesi’nde Zero sergisini gezdik. Zero felsefesini öğrendik. Neyi neden yaptığımızı anlatmayı önemsiyoruz. Bir üniversite müzesi olduğumuz için gazeteci dostlarımıza ve günün sonunda okurlara karşı kendimizde “öğretme” ve “birlikte öğrenme” sorumluluğu görüyoruz...
Kültür sanat gazeteciliğinin bu şekli almasında genel olarak gazete yönetimlerinin nasıl bir etkisi var? Ayırdıkları yer, bu alana bakışları, medyanın kültür sanat alanıyla ilişkisi, kültür sanat gazeteciliğinin bugün aldığı şekilde nasıl bir etkiye sahip oldu?
Asena Günal: Elbette, medyanın bugün geldiği nokta, kültür sanat haberciliğinin zayıflığına etki etmiştir. Popüler olana, satış sağlayana yönelme ve otosansür, medyada hâkim maalesef.
Üstüngel İnanç: Eleştirilerden, araştırmaya dayalı haberlerden çok, tanıtım metinlerinin kültür sanat sayfalarında yer almaya başlamış olmasını sadece yazarların kolaya kaçmasıyla açıklamak bu alanda çalışanlara haksızlık yapmak olur; gazete yönetimlerince kültür sanat sayfalarına yeterli önemin verilmemesi, yatırım yapılmaması bugün gelinen noktayı hazırladı. Medya da kültür sanat alanına yaklaşırken magazinsel içeriğe prim verdi, popülist manşetler peşinde koştu. Bu yaklaşım kısa dönemde haberlerin daha çok okunmasını sağlamış gözükse de uzun vadede kültür sanat haberciliğine ilginin yok olmasının önünü açtı.
Dr. Nazan Ölçer: Günümüzde özellikle basılı yayınlar oldukça zor şartlar altında varolma gayreti gösteriyor. Bir dönem kültür sanat gazeteciliğin parladığı yıllardı. Her gün onlarca gazetede neredeyse ikişer sayfa kültür sanata ayrılırdı. Radikal gazetesinin kültür sanata yaptığı katkıyı her zaman minnetle anacağız... Şimdi Türkiye’nin en büyük gazetesi dediğiniz gazetede bile çeyrek sayfa ayrılıyor, reklam geldiğinde gazeteci arkadaşlarımız o çeyrek sayfayı da kaybedebiliyor. Sergi gezmeden benimle sergi hakkında yazılı röportaj yapmak isteyen gazetecilerden tutun da, Abidin Dino sergisinde “sanatçıyı görebilecek miyiz” diyen arkadaşa kadar pek çok akıl almaz taleple karşılaşabiliyoruz. Temennim, her alanda olduğu gibi, kültür sanatta da uzmanlaşmış, dünyayı takip eden gazetecilerin hızla yetişmesi. Bu konuda da gazete yönetimi kadar kültür sanat kurumlarına da büyük sorumluluk düşüyor. Biz SSM olarak bu konuda kendimizi sorumlu hissediyoruz. Yaptığımız iletişim çalışmalarını da göz önüne alınca, kim bilir, belki de basın ilişkilerimizin temelini bu sorumluluk oluşturuyor.
Kültür sanat alanındaki etkinlik ve diğer tüm faaliyetlerin topluma ulaştırılmasında hayatî önem taşıyan basın yayın organları, sadece İKSV’nin değil, bu alanda çalışan tüm kurumların en önemli iş birlikçisi. Bir anlamda neredeyse omuz omuza çalıştığımız kültür sanat basını, birbirimizi en çok desteklediğimiz, beslediğimiz ve birlikte faaliyet gösterdiğimiz ortaklarımızdan bir tanesi.
Yıla yayılan ve çok çeşitli etkinlikler düzenleyen bir kültür sanat kurumu olarak, her daim farklı ilgi alanlarına sahip kültür sanat yazarlarıyla birlikte çalışma imkânı buluyoruz. Düzenlediğimiz festival ve bienaller, diğer etkinlikler, hazırladığımız kültür politikaları raporları ve sunduğumuz ödüllerle ilgili özel içerikler oluşturuyor, yazı dizileri hazırlıyor, bu alanın sürdürülebilirliğini ve kalıcılığını teşvik eden tüm fikirleri değerlendirmeye ve projelendirmeye çalışıyoruz. Gelirinin tamamını kültür sanatı desteklemek için kullanan bir vakıf olarak, basında ilan ve tanıtım filmlerimizle yer almak için bütçe ayıramadığımızı da eklemem gerekiyor. Dolayısıyla basını da sağladıkları tanıtım desteğiyle İKSV destekçileri arasında yer almaya çağırıyoruz.
Etkinliklerimizle ilgili duyurular, tanıtımlar, yazılar ve eleştiriler farklı mecralarda yer alsa da, özellikle de ana akım medyada kültür sanata yeterince ağırlık verilmediğini düşünüyorum. Bu alandaki haberler, çoğu zaman gündemin ağırlığı altında geri plana itiliyor. Bugün ulusal yayın yapan çok az sayıda gazetenin sadece kültür sanata ayırdığı bir sayfası var. Türkiye’deki zengin kültür sanat üretiminin medyadaki yansıması aynı zenginlikte değil. Son dönemde, yayın hayatına son vermek zorunda kalan gazete ve dergilerin de elbette kültür sanat gazeteciliğine olumsuz etkileri var.
Öte yandan, gazetecilik adına yeni bir mecra niteliği taşıyan dijital dünyanın gelişimi söz konusu. İnternette birbiri ardına kurulan bloglar, internet siteleri ve dijital yayınlar kültür sanat gazeteciliği açısından yeni ve çok heyecan verici mecralar. İKSV’nin yalnızca Twitter’da 2.59 milyon takipçisi bulunuyor ve bu takipçiler İKSV’nin etkinliklerinden haberdar olmakla kalmıyor, İKSV ile ve öteki kullanıcılarla bu vesileyle etkileşime geçiyor, beğenilerini veya itirazlarını dile getiriyor. Bu temastan çekinmekten ziyade, eleştirel ortamı zenginleştirebilmekten ötürü heyecan duyuyoruz.
İKSV olarak fırsat buldukça kültür sanat yazarlığı alanın gelişimine de katkıda bulunmaya çalışıyoruz. İstanbul Bienali’nde zaman zaman eleştirel sanat yazarlığı, İstanbul Tiyatro Festivali’nde ise tiyatro eleştirmenliği atölyeleri düzenleniyor. Bunların en son örneği, 4 Aralık’ta sona eren 22. İstanbul Tiyatro Festivali’nde, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin iş birliği ile düzenlenen Eleştiri Atölyesi oldu. Atölye kapsamında altı “eleştirmen adayı”, beş gün boyunca, gazeteci ve eleştirmen Christine Wahl’la birlikte çalışma fırsatı buldu. Ayrıca, Belçika merkezli Platform 0090 ile festivalin uzun yıllara dayanan iş birliği neticesinde, festivalde Belçika’dan beş yapıt sergilenmekle kalmadı, aynı zamanda Belçika’dan eleştirmenler Türkiye’den eleştirmenlerle beş gün süresince festivali takip etti ve atölyelerde bir araya gelerek eleştiri yazıları kaleme aldı. Flemenkçe ve Türkçe yazılan eleştiriler önümüzdeki günlerde T24’te yayınlanacak. Bu çalışmalar, basınla kurduğumuz organik bağın kültürel üretime sağladığı katkılara iyi birer örnek de oluşturuyor.
Bu vesileyle tüm medya organları ve yazarlarla bu tür iş birliklerine açık olduğumuzu, kültür-sanatı gündeme taşımak için beraber çalışmaya can attığımızı belirtmek isterim.