Kültür sanat gazeteciliğinin hâlâ mümkün olduğu bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz, bir bakıma buna mecburuz ve belki de “mış” gibi yaparak kendimizi kandırıyoruz ama vazgeçmeye de niyetimiz yok
06 Aralık 2018 14:05
Türkiye'de kültür sanat gazeteciliğinin hâlâ mümkün olup olmadığını tartışıp konuşuyor olmamız bile çok şey anlatmıyor mu aslında? Reel mânâda bu sorunun yanıtı içinde saklı elbette ama olanla olması gereken arasında bir ayrım gözetmek de bizim ezelden beri süren “çaresizliğimiz” galiba. Yani demem o ki, kültür sanat gazeteciliğinin hâlâ mümkün olduğu bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz, bir bakıma buna mecburuz ve belki de “mış” gibi yaparak kendimizi kandırıyoruz ama vazgeçmeye de niyetimiz yok. Tabii, bu benim fikrim.
Kültür sanat alanını bırakın, neredeyse hiçbir alanda gazetecilik bir zamanlar olduğu gibi mümkün değil aslında. Bugün soğan depolarına yapılan sahte baskınlardan haber devşirmeye çalışan bir medyamız, olmayan söyleşilerden politik algı yaratmaya soyunmuş bir basınımız var; durum vahim, anlayacağınız. Bunun evveliyatı da var elbette, verilen tavizler, boyun eğilen baskılar, ses çıkarılmayan sansürler... Yine de her şeye bugünden bakmak gibi de bir zorunluluğumuz olduğunu ve geçmişe rağmen gelecekten bazı beklentilerimiz olması gerektiğini düşünüyorum. Yani doğru haber, cesur habercilik ve bildiğimiz doğrular çerçevesinde gazetecilik... Hâl böyle olunca da, olması gerekeni belirlediğimize göre, kültür sanat haberciliği yapmak hâlâ mümkün deyip, elimizden geldiğince devam etmek zorundayız. Yoksa zaten neden tartışıyoruz ki tüm bunları?
Gazeteciliğin en önemli kavramlarından biri haber değeri elbette. Bunu her gazeteci öncelikle güdüsel bir şekilde hisseder ve bu refleksi korumaya gayret eder, etmelidir. Kültür sanat gazeteciliğinin alanı diğer birçok alandan farklı olduğu için haber değeri kıstası da bazı durumlarda farklılık gösterir diye düşünüyorum. Her şeyden önce, “sıcak haber” dediğimiz ve aciliyet kesbeden haberler kültür sanat söz konusu olduğunda diğer alanlara göre daha az karşımıza çıkar ve belki de bu yüzden daha değerlidir. Ülkemizde özellikle sansür, yasaklama, engelleme, baskı gibi konular sıcak haber olarak değerlendirilmeli ve haber değeri anlamında en öncelikli olarak ele alınmalıdır. Medyanın baskı ve kuşatma altında olduğu dönemlerde (şimdi olduğu gibi), haber değeri kıstası da buna göre şekillenecektir elbette. Medyanın kendisi de bir sansür aygıtı olarak çalıştığından, öncelikle sesi kesilenlerin sesi olmayı hedeflemek, haber değeri kıstasını buna göre güncellemek kaçınılmaz olsa gerek.
Kültür sanat gazeteciliğinin önündeki en önemli sorunlardan biri de bu kanımca. Yani haberle tanıtımın ayırdına varabilmek. Reklam demiyorum, zira reklam olduğu zaman, işin içine reel anlamda para da giriyor ve açıkçası bir gazetecinin bunu yapabileceğine inanmak istemiyorum. Ama gazetemizin kültür sanat sayfalarına koyacağımız bir haberin tanıtımdan öte bir değeri olmasına da dikkat etmek gerekiyor elbette. Ne yazık ki bu iş öyle sanıldığı kadar kolay değil. Biraz açalım...
Öncelikle, hemen her alanda olduğu gibi, kültür sanat gazeteciliği, uzmanlık gerektiren bir alan. Ele alacağınız her konuda ayrı ayrı yetişmiş uzman gazetecilere ihtiyacınız var. Bir haberin (ya da yazının, makalenin vb.) tanıtımdan öte bir değeri olabilmesi için analiz, yorum ve eleştiri gibi unsurlardan en az birini de içermesi gerekir. Uzmanlık bunun için gereklidir işte. Üstelik sadece uzmanlık yetmez, bir de cesaret gerekir. Karşısındakini kırmak pahasına eleştiri yapabilme cesareti... Bizde ne yazık ki iyiye iyi demek kolay da, nedense kötüye kötü demek öyle değil. Çoğu kez alanında en uzman kişiler bile bir sanatçıyı kırıp üzmemek için kötü bir işi görmezden gelmeyi tercih edebiliyor. Öyle olunca da yapılan iş gazetecilik ya da eleştirmenlik olmuyor.
İş bu kadarla da kalmıyor. Uzmanlık denilen şey de öyle ha deyince olan bir şey değil. Neresinden baksan, yıllarla ölçülecek bir deneyim gerektiriyor. Oysa hepimizin bildiği gibi, basınımızda kültür sanat en son ilgilenilen alan. Çoğu gazetenin kültür sanat birimi yok. Olanlar da künyelerinde en sona koyuyorlar genellikle. Magazin çoğu zaman kültür sanatı da içeriyor zannediliyor. Hâl böyle olunca, kültür sanat çalışanlarına ödenen para da ona göre oluyor ve sizin bu paraya deneyimli bir gazeteciyle çalışmanız pek mümkün olmuyor. Olmayınca da uzmanlık unutuluyor, unutulunca da analiz, yorum, eleştiri yapılamıyor ve çoğu zaman tanıtımdan hallice haberler çıkıyor sayfalarda. Bu durumun değişmesi de kısa vadede pek mümkün görünmüyor doğrusu.
Kültürel iktidar meselesi bir hayli kapsamlı ve derin bir konu. Ama bugünkü erk sahiplerinin kültürel anlamda bir varlık gösteremediklerini ve bundan bir hayli rahatsız olduklarını biliyoruz. O yüzden de kendi meşreplerine uyan sanatçıları etraflarına toplamaya, kendi ideolojilerine göre işleri desteklemeye özel bir gayret gösteriyorlar. Geçen yıl açılan Yeditepe Bienali gibi etkinlikleri destekliyorlar örneğin ya da kendi adamlarının yönettiği festivalleri, vb. Tabii ki çok dar bir çerçevede, kaba ideolojik düzlemde giden bir mücadele yürütüyorlar ve bu şekilde bu mücadeleyi kazanmaları da mümkün olmadığı için baskı, sansür gibi mekanizmaları devreye sokuyorlar.
Gazetecilerin bu kültürel iktidar mücadelesinde yeri olup olmadığı meselesine gelince... Hem evet hem de hayır demek mümkün diye düşünüyorum.
Evet; çünkü özellikle erk sahipleri belli kanalları kullanarak bu alanda ideolojik bir üstünlük, hatta bir hegemonya kurma gayretindeler. Böyle olunca da gazeteciler bu mücadelenin doğrudan tarafı olmuş oluyorlar, her ne saikle bu işe kalkışırlarsa kalkışsınlar. Bundan meramım, kimisi gerçekten bu ideolojiye inanmış olduğu için kimisi ise başka çıkarlar peşinde koştuğu için (hiç inanmasa da) bu topa giriyor. Öte yandan, muhalif dediğimiz basındakiler de baskı, sansür gibi uygulamalara karşı çıktıklarında bir şekilde bu mücadeleye taraf oluyorlar ki, bu galiba günümüzde kaçınılmaz bir durum.
Hayır; çünkü gazeteci sadece gazetecilik kıstaslarına göre yaklaşabilirse konuya, zaten bu mücadelede bir taraf olmayacak aslında. İdeolojik bir değerlendirmede bulunmayacak ve önüne gelen işe bakarak davranacak. Zor mu, evet zor, ama maalesef yapılması gereken bu. Tabii, bugünkü şartlar altında, hele Türkiye'de imkânsız gibi bir şey.