Manette Salomon, "uzanmış boylu boyunca bir ceset gibi"

"1867’de Goncourt kardeşler tarafından yazılan ve henüz Türkçeye çevrilmeyen Manette Salomon, klasisizm, neo-klasisizm, romantizm, oryantalizm, alegorizm ve realizmin bir geçit töreninin yapıldığı, 1840-1860 yılları arasındaki kısa bir resim sanatı tarihi olarak da anılır."

20 Ocak 2022 11:00

İkinci İmparatorluk döneminde (1852-1870) Fransa, salonu, enstitüsü, güzel sanatları, müzeleri, yani halkın beğenilerini yönetmenin bütün bir bürokratik sistemiyle devlet sanatının etkisindeydi. Resim atölyelerine yeni başlayan öğrenciler değişik hiyerarşilere boyun eğiyor, atölyelerdeki oturma düzenleri bile öğrencilerin bir önceki haftadaki başarı-başarısızlığına göre belirleniyordu. Fırçanın temiz tutulması, boyanın ziyan edilmemesi gibi nasihatler veren iyi giyimli, kıdemli ressamlar “bohemin” tam tersiydiler, hatta gerektiğinde çömezlerin resimlerini düzeltirlerdi. Bu dönemde izlenimcilerin resimleri özellikle de Manet’ninkilerkirli ya da “yapması kolay”, dolayısıyla da “yozlaşmış”, “yozlaştırıcı” ve estetikten yoksun kabul ediliyordu.

Başarısız üç ressam ve bir kadının, sevimsiz, kadın düşmanı ve antisemit ifadelerle tasvir edildiğini teslim edelimsoğuk bir model olan Manette Salomon’un yolları böyle bir atölyede kesişir. 1867’de Goncourt kardeşler tarafından yazılan ve henüz Türkçeye çevrilmeyen Manette Salomon adlı bu roman, klasisizm, neo-klasisizm, romantizm, oryantalizm, alegorizm ve realizmin bir geçit töreninin yapıldığı, 1840-1860 yılları arasındaki kısa bir resim sanatı tarihi olarak da anılır. Yaşlı ressam Langibout’nun atölyesi aracılığıyla Goncourt’lar bize renkli karakterler sunarken, sanatçının idealiyle yeteneklerini ve aslında onun kim olduğunu sorgularlar.

Paris küçük burjuvazisine ait bir terzinin oğlu olan baş kahraman Anatole Bazoche’un da sanata “eğilimi” vardır. İlkokuldaki sıra arkadaşları onun kesinlikle bir ressam olacağını düşünürler. Ancak Anatole’un bu eğilimi biraz hayalîdir, zira onun yeteneği arkadaşlarının hayranlığından ve sağda solda karıştırdığı kitaplardan, sanat ya da sanatçı hakkında bilgi vermekten çok onu aldatan kitaplardan beslenir. Atölyenin heterojen yapısı, varlığının geçici heveslerle ve çelişkili arzularla parçalanmasında olduğu gibi, resimlerinde farklı ressamlardan kopyalanan öğeleri birleştiren Anatole’un resme yaklaşımını belirler. Atölye ortamına alıştıkça resmi unutur; stilini geliştiremez; yeni katılanlara numaralar, şakalar yapar; onlarla dalga geçer. Gözünün önündekini sorgulamaktan çabucak yorulan Anatole, modelini derinlemesine araştırmak yerine, gözlemlediğinden daha fazlasını “tahmin ettiği” bir görüntüyle yetinerek, ezberden resim yapar.

“Doğayı sorgulayıp doğrulamaya ihtiyaç duymuyordu Anatole [...] insan anatomisinin yüzeyini, şeylerin olağan ana hatlarını rutin olarak bilen elin o acınası özgüvenine sahipti [...] Ne yazık ki becerikliydi; ilerlemeyi, dönüşümü engelleyen ve bir insanı bir yetenek görünümüne, kabaca alçak bir üsluba bağlayan o sıradan zarafetle donatılmıştı.” (s. 170)

“Okudukça zihni bulanıyordu sanki; karmakarışık sosyalizm bilgisi yarım yamalak bir Fourier’den, coşkuyla kaleme alınmış bildiri parçalarından, halklara, ezilenlere, yoksullara karşı ikinci el bir acımadan ibaretti.” (s. 177)

Anatole, ödül beklediği birkaç resim yarışmasında başarısız olduktan sonra Lafayette Sokağı’nda bir atölye kiralar. Geçimini sağlamak zorundadır, doğuştan gelen resim “becerisini” saptıran ve kıt kanaat yaşamasını sağlayan önemsiz işlere yönelir, mesela mağaza tabelası boyar. Bir süre sonra kendini görmezden gelmeye başlar, resme olan hırsını yitirir ve ressam olma hayali solar. Aslında Anatole’un resme yaklaşımı yüzeyseldir, yüzeyseli aktarır; dahası, edebi kurguyu somut yaşamla karıştırır:

“Anatole sanata, bir sanatçının yaşamına olan ilgiden daha az ilgi duyuyordu [...] Orada gördüğü, uzaktan bakıldığında kendisini büyüleyen bohemin ufkuydu: Sefalet romanı [...] özgürlük [...] macera.” (s. 17)

Aristoteles bütün bir insan biliminin başlangıç ​​noktasının gerçekliğin taklidi olduğunu söylese de, bunun mutlaka onun doruk noktasını oluşturmadığını ima eder. Sanatçı doğayı ya da onun güzelliğini taklit etmez, onu “aktarır”, zihninin eğilimlerine göre onu idealize eder. Ancak Anatole taklidin üzerine çıkamaz, kendi becerilerine dayalı bir tablo oluşturmaya çalıştığında ümitsizce başarısız olur. Bir yandan yalnızca burjuva sanatına bir değer biçer, bir yandan düşüncesi kendi sosyal sınıfının, orta burjuvazinin bilişsel şemasına bağlıdır. Bu durum aşçı Bardoulat ya da bekçi Champion’la şaşırtıcı yakınlaşmalar, daha yeni tanıştıklarıyla aşırı samimiyet gibiilişkilerinde de ortaya çıkar. Anatole sanatın gerektirdiği iradeden tamamen yoksundur. Oysa ihtiyar Langibout’nun tespitinde olduğu gibi:

“İradesi olmayan bir insanın benliği yoktur ve insan ne kadar arzu duyarsa kendinin o kadar farkındadır.” (s. 95)

Romanın ikinci başkişisi, ressam olmak amacıyla Paris’e, Langibout’nun atölyesine gelen Naz de Coriolis’dir. Aristokrat kökeni, doğuştan gelen utangaçlığı ve kibirli estetik anlayışı atölyenin diğer üyeleriyle arasına mesafe koyar. Bununla birlikte renge karşı duygularını ifade edecek denlişaşırtıcı bir duyarlığa sahiptir. 1853 yılında hamamda yıkanan bir kadını resmettiği Türk Hamamı adlı tablosu büyük başarı kazanmış, tanınmasına neden olmuştur. Kendi güzellik anlayışını temsil eden bir model arayışı içinde, Anatole aracılığıyla, çeşitli atölyelerde çıplak modellik yapan genç bir Yahudi kız olan Manette Salomon’la tanışır ve ona sırılsıklam âşık olur. Manette, onu seyreden tek kişi olmak isteyen, kıskanç ve sahiplenici Coriolis’nin yanına taşınmayı kabul eder. Ancak birlikte yaşamaları Coriolis’nin yeteneğinin azalmasına neden olur; çünkü para hırsı ve cehaleti yüzünden Manette, ressamı, hemen kâr elde etmesi muhtemel ticari üretimlere yönlendirir. Coriolis giderek kendi estetik arayışından uzaklaşır. Arka arkaya gelen başarısızlıklar ve Manette’in benzer taktikleri kendine yabancılaşmasına neden olur, dostlarından da uzaklaşan Coriolis sonunda genç kızla evlenir ve resmi kesin olarak terk eder.

İradesiz ve yeteneksiz Anatole’un tersine, Coriolis iradeli, hassas, ancak tutarsızdır. Herhangi bir konuda en küçük bir olasılık, talihsizlik, önemsiz bir sıkıntı büyük bir sorun olup çıkar. Coriolis ayrıca, onu çileci resim yapma pratiğinden uzaklaştırıp sanatı zihninde idealleştirmesine engel olsalar da, insanlara Anatole, Manetteihtiyaç duyar. Aşırı hassasiyeti ise tahammülsüzlüğünü beraberinde getirir ve bu durum onu manik-melankolik aşırılıklara sürükler. Nihayet istikrarsız sağlığı tekrarlanan hayal kırıklıklarına dayanamaz. Anatole onu kişiliğinden yoksun bırakan başkalarının kurbanıyken, Coriolis yalnızca kendi zayıflıklarının kurbanı olur. Bu iki ressamın diyaloglarından ve iç konuşmalarından, estetik idealin sanatçının mizacıyla yakından bağlantılı olduğu anlaşılır. Coriolis giderek başkalarının, mesela manzara ressamı dostu Barbizon’un karşısında kendi fikirlerini savunmakta güçlük çeker:

“Coriolis […] bu fikirlerin, bu sözlerin, bu estetiğin karşısında bir tür huzursuzluk hissetti. [...] Ona zeminini kaybettiren teoriler hep tuhaf, aşılmaz bir tiksinti uyandırmıştı kendisinde. Tehlikeli bir yakınlaşma, kafa sağlığını, düşünce dengesini etkilemesine izin vermekten korktuğu, marazi ve bulaşıcı bir şey gibi onlarla temaslarından içgüdüsel olarak korkuyordu.” (s. 72)

Manette Salomon’un üçüncü kahramanı, başarılı olmak için yanıp tutuşan taşralı işçi çocuğu Garnotelle’dir. Ressamlığı öğrenilmesi ve ustalaşılması gereken bir iş olarak görür, Anatole’un alaylarının hedefidir. Özgünlük eksikliğini şaşmaz bir azimle dolduran Garnotelle bir süre sonra Roma’da yapılan bir resim yarışmasında dereceye girer. Böyle ödüller şimdi olduğu gibio zamanlar da yetenekli ve umut vaat eden sanatçılara değil, “çalışkan, iyi ahlaklı, düzenli, dürüst ve dar görüşlü” kimselere verilir. Genç adam hırsının sayesinde Roma’daki sanatçılarla ve Parisli çevrelerle ilişki kurar, yüksek sosyetenin kriterlerini ve icaplarını öğrenir. Sanatın akademik gerekliliklerinin renklerde aşırılığa kaçmamak, ele alınan konunun derinleştirilmesi, ana hatların mükemmelliğifarkında olan Garnotelle, bunları, resimlerini edinme olasılığı en yüksek olan kesime, yani burjuvaziye hitap etmek için benimser; bu yüzden, kendi toplumsal yükselişinden gurur duyan bir sınıfı pohpohlamak amacıyla portreye yönelir; zaten sahte tavrı da sanat alanının “oyunlarını” kavradığını ortaya koymaktadır:

“Oyuna, oyunun değerine ve risklerine olan bu inanç, kendisini her şeyden önce ciddiyette, hatta ağırbaşlılıkta gösteriyordu. Toplumsal olarak ciddiye alınan her şeyi ve herkesi, kendisinden başlayaraksadece onları ciddiye alma eğilimiydi bu.” (s. 125).

Öyle ki, bir sergisinde “eserinin önünde sessizliğe gömülür”, sonra eve gidip hamisine bir mektup yazar. Bu mükemmellik, bu ihtişam, bu saflık karşısında herhangi bir şey yapma umudunun ve çalışma gücünün kalmadığını, artık yaşamak istemediğini söyler, bu durumu etrafındakilere sezdirmekten de geri durmaz; ta ki, hamiden gelen bir mektup cesaretini övgüyle yükseltene, onu yaşamaya ve resim yapmaya teşvik edene kadar.

Garnotelle’in yaratıcı iddiaları, özünde materyalist olan bir ruhun idealleştirme sürecinin içler acısı tezahürleridir aslında:

“Yüzünde ‘inancının nesnesi’nden uzaklaşmış bir adamın soylu ve derin acısı okunuyordu. Artık pişmanlık ya da aşk duymadığından yarım ağız da olsa yakınıyordu.” (s. 122)

Kişisel algı sanatsal yaratım için bir önkoşuldur, Garnotelle’de bulunmayan da işte budur. İdealleştirme, yaşamı soylulaştırma ve güzelleştirmenin tek yolu, sonuç olarak da sanatsal yaratımın gerçek amacıdır. Garnotelle, inatçılığına rağmen seçkin değil, konformist bir ruhtur ve bir düzine tanınmış tablodan ödünç alınan, ikinci el bir hayal gücüne sahiptir.

Léon Herbo (1850–1907), Manette Salomon, 1900.

Manette Salomon, gerçek iradeden yararlanmak için bir sanatçının her şeyden önce kendisine hâkim olması gerektiğini ortaya koyar. Bu gereklilik sadece entelektüel ya da ahlaki melekeleri değil, sanatçının ruhsal durumunu da ilgilendirir. Sanatçı kendi doğasında, yani özünde değişmez olan gerçekliğinin öznel yarısı olan kişiliğinde “değişiklik yapamaz”. Sanatçının ideali, onun mizacı ve yetenekleri simbiyoz halindedir. Sanatçı yaratırken, sanatının ilkelerini ve temellerini kendi zenginliğinden aldığı, kendi mahrem doğasını ifade eder. İradesiz taklitçi Anatole, hassas yetenekli Coriolis, azimli üçkâğıtçı Garnotelle ve Yahudi, yoksul bir kadın olarak durumu, eğitim ve kültür eksikliği sürekli vurgulanan Manette Salomon. Roman boyunca genç kadın alaya alınıp damgalandıkça, asıl çöküşü yaşayan bu ressam kahramanlar olacaktır. Salonlar, yarışmalar, bohem mekânları bistro ve tavernalar, ressamların kendi kimliklerini kaybetme pahasına kopyaladıkları Louvre’daki resimler, sokaktan daha soğuk tavan araları… Goncourt kardeşlerin kaleminden zehirlenmiş bir 19. yüzyıl, gizemli aurasından hiçbir şey kaybetmez.

 

Salonlar, yarışmalar, bohem mekânları bistro ve tavernalar, ressamların kendi kimliklerine kaybetme pahasına kopyaladıkları Louvre’daki resimler, sokaktan daha soğuk tavan araları… Goncourt kardeşlerin kaleminden, zehirlenmiş bir 19. yüzyıl gizemli aurasından hiçbir şey kaybetmez. Kitabın girişindeki Baudelaire dizeleri, kirli bir bedeni zarafetle örten bir döneme işaret eder:

Bir gece, uzanmış boylu boyunca bir ceset gibi,
Korkunç bir Yahudi kadınla beraberdim,
Ve düşünmeye koyuldum bu satılık bedenin yanında
Arzumun mahrum olduğu hüzünlü güzelliği.

Onun benzersiz ihtişamını getiriyordum gözlerimin önüne,
Güçle ve zarafetle silahlanmış bakışlarını,
Ve aşkı anımsattıkça beni canlandıran
Mis kokan bir miğfer misali saçlarını.

Ve üşümüş ayaklarından kuzguni örüklerine,
Derin okşamaların hazinesini açıp
Öptüm soylu bedenini hararetle.

Ey zalimlerin kraliçesi!
Bir akşam zahmetsiz bir hıçkırıkla
Söndürebileydin keşke soğuk göz bebeklerinin alevini.

  

GİRİŞ RESMİ:


Gustave Courbet,
L'Atelier du peintre (Ressamın Atölyesi), 1855.

 

EDİTÖRÜN NOTU:

(Metinde geçen tüm çeviriler –şiir çevirisi dahil– yazara aittir.)