Nohut Oda; izlek, anlatım ve dil bakımından diğer iki kitaptan çok farklı olmasa da Kesmez'in bu sefer dil konusunda daha tutarlı olduğunu ve kurgu hatalarını en aza indirdiğini söylemek mümkün...
29 Kasım 2018 13:25
Kısa aralıklarla üç öykü kitabı yayımlayan Melisa Kesmez, kitaplarının baskı sayısıyla belli bir okur kitlesine ulaşabildiğini gösteriyor. Kesmez’in 2013’te Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’le başlayan edebiyat serüveni, 2015 tarihli Bazen Bahar’la devam ederken, son kitabı Nohut Oda da kısa bir süre önce okuruyla buluştu. Her üç kitaba baktığımızda, Kesmez’in öykü dünyasının belli bir bütünlük teşkil ettiği söylenebilir. “Serim-düğüm-çözüm” bölümlerinden oluşan ve olay anlatımına dayalı öyküler yazan Kesmez, farklı anlatım yolları deneme ya da yeni bir dil yaratma kaygısı taşımadan klasik hikâye kalıpları içinde kalıyor. Olay örgülerini insan ilişkileri üzerinden kurgularken aşkları, aile içindeki hesaplaşmaları ve ayrılıkları konu ediyor. Çocukluk günlerinde yaşanmış ve anısı bütün hayatı etkileyecek olan olayları, hüzünlü bir bakış açısıyla işliyor. Aile bireyleri arasındaki gerilimlerin ön planda yer aldığı öykülerinde yaşanmamışlık duygusu üzerinden bir gerilim yaratıyor. Güçlü ve cesur anneler, evini terk eden babalar, boşanmış ebeveynlerin çocukları, erken kaybedilen yakınlar; öykülerin merkezinde bulunuyor. İletişimsizlik, aniden sona eren birlikteliklerin yarattığı mutsuzluk, gitmek ve kalmak arasındaki kararsızlık, yabancılaşma ve yalnızlık; Kesmez’in temel izlekleri olarak beliriyor. Kimi zaman güncel olayları da konu ediyor Kesmez. Örneğin Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’ deki “O Yaz” öyküsünde Gezi sürecinde hayatların nasıl değiştiğini aniden gelişen bir komşuluk ilişkisi etrafında ele alıyor. Metafor ya da imge gibi üst-dil kullanımlarına yer vermeden günlük bir dille yazıyor öykülerini. Turgut Uyar, Cemal Süreya, Barış Bıçakçı, Ahmet Kaya ve Müslüm Gürses gibi isimlere gönderme yaparak şiir ve müzikle öykü karakterinin iç dünyası arasında bağlantı kurmayı seviyor.
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz ve Bazen Bahar’da kısa öyküler yazan Kesmez, Nohut Oda’da daha hacimli öykülere yer vermiş. Nohut Oda’da mekân izleği etrafında kurgulanmış beş uzun öykü bulunuyor. Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’de 25, Bazen Bahar’daysa 10 öykü yer almaktaydı. Kesmez’in gittikçe uzun öyküye yaklaştığı görülüyor. Nohut Oda; izlek, anlatım ve dil bakımından diğer iki kitaptan çok farklı olmasa da Kesmez’in bu sefer dil konusunda daha tutarlı olduğunu ve aşağıda sıralayacağım kurgu hatalarını en aza indirdiğini söylemek mümkün. Kesmez, uzun öyküde daha başarılı bir yol izleyecek gibi duruyor.
Kesmez’in öyküleriyle ilgili kısa bir girizgâhtan sonra bu öykülerin neden aksayan unsurlara sahip olduğunu sırasıyla açıklamaya çalışacağım; bütün öyküleri incelediğimizde yapı, dil ve anlatım gibi temel kurmaca unsurlarının çeşitli yönlerden aksadığını görebiliriz.
Öncelikle bu öykülerin tamamında bir öykü kurgusuna erişildiği söylenemez. Özelikle ilk kitap Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki bazı öyküler, tamamlanmamış hissi yaratıyor. Burada kastedilen şey, öykünün yoruma açık ve açık uçlu bir sonla bitmesi değil, sona erememesi. Öykü bittiğinde ele alınan “olay” veya “durumun” neden anlatıldığı veya nereye bağlandığı anlaşılamamış oluyor. Örnek vermek gerekirse, Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki “Şubat” öyküsünde birbirini geç bulan iki arkadaşın, Leyla ve Zeynep’in dostluğu işlenmiş. İki kadının vapurdaki konuşmalarıyla başlayan öyküde aralarındaki yakınlığı aşk olarak da yorumlayabileceğimiz bir çizgide gelişen çeşitli diyaloglar bulunuyor. Konuşmanın ertesi günü Zeynep aniden ortadan kayboluyor ve Leyla onu aramaya çıkıyor. Sonunda Zeynep’in intihar ettiğini anlıyoruz. Zeynep’in babası Leyla’ya intihar girişiminin ilk kez yaşanmadığını söylüyor ve olay örgüsü bu şekilde nihayete eriyor. Ancak sona geldiğimizde bu iki kadını birbirine bağlayan neydi sorusu havada kalıyor. Böylece öyküde geçen “Bazen öyle bir insanla kesişiyor ki yolun, ömrünün yarısını onsuz geçirdiğin için öfkeleniyorsun kendine” (s.28) cümlesi bir yere bağlanamıyor. Zeynep’in intiharı da neden anlatıldığı tam olarak belli olmayan bir olay halkası şeklinde kalıyor.
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’de sona ulaşamayan diğer öyküler şunlar: “Bir Dost”, “Kurtuluş Gecesi”, “Yeni Yıl”, “Karton Koliler”, “Anneannemin Takma Dişleri”, “Ceyda’nın Dizleri,” “Girlfriend In A Coma”. Bunlar, Feridun Andaç’ın bir yazısında[1] belirttiği gibi, taslak çalışma olarak kalmış. Elde olan değerli malzeme yeterince derinleştirilmeden işlenmiş. Örneğin adını The Smiths grubunun şarkısı “Girlfriend In A Coma”dan alan öyküde, bir konser çıkışı yıllardır karşılaşmadığı eski sevgilisini gören anlatıcının geçmişe dönerek ilişkisini sorgulamasını okuyoruz. Öykünün sonunda bu iki kişi arasında bir karşılaşma olmuyor ve böylece olay örgüsü, gençlik çağında yaşanan aşklara güzelleme yapılmasıyla bitiyor. İki kişi arasında gerçekleşecek kısa bir sohbet, bu karşılaşma ânının değerini vurgulayan bir unsur olarak düşünülebilirdi. Bu hâliyle karşılaşmanın yarattığı duygu yoğunluğu eksik aktarılmış oluyor. “Anneannemin Takma Dişleri”nde ise hayatının en mutlu anlarını anneannesinin yanında geçiren çocuk anlatıcının onu kaybettikten sonra yaşadığı mutsuzluk duygusu işleniyor. Anneannenin vefatının ardından uzak bir akraba evine bırakılan çocuk, geceleyin diş ağrısıyla uyanıyor. Birkaç gün sonra annesiyle birlikte anneannenin evine dönünce onun takma dişlerini buluyor mutfakta. Burada çocuğun çektiği diş ağrısıyla anneannenin takma dişleri arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılmış; ancak ölümün yarattığı boşluk duygusu, yeterince verilememiş. İsimlerini sıraladığım diğer öykülerde de benzer durumlar söz konusu olduğu için ele alınan olay ya da durumların çatışmayı yaratacak biçimde geliştirilmeden sona erdirildiğini söyleyebiliriz.
Kesmez’in öykü kurgusundaki diğer kusurlu bir özellik de olayları birbirine bağlayan geçiş kısımlarının aniden verilmesi ve böylece nedensellik bağının zayıflaması. Örneğin Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki “Kurtuluş Gecesi” öyküsünde kısa aralıklarla hem babasını kaybeden hem de eşinden boşanan kadın anlatıcının eski bir arkadaşının evine gitmesi konu ediliyor. Canan isimli anlatıcı ne zamandır görüşmediği bir arkadaşını aradığında evinde Ebru diye bir kadının da bulunduğunu öğreniyoruz. Anlatıcı eve girdiğinde bu kadının “sedefli minicik elbisesi, bir erkek bedeninden beklenilmeyecek kadar güzel bacakları, platin sarısı saçları, en mavisinden farları, beyaz topuklu terlikleri ile” (s. 106-107) dikkat çeken bir trans olduğu anlaşılıyor. Ancak bu geçiş o kadar ani oluyor ki Ebru’nun cinsiyet kimliğinin olay örgüsünün bağlamı içindeki yeri konusunda bir kafa karışıklığına yol açıyor. Öykünün devamında Canan’ın Ebru’nun hikâyesini dinlemesi ve kendini onun yanında huzurlu hissetmesiyle sona ulaşılıyor.
Bazen Bahar’daki “Telefon Kulübesi” öyküsünde iki farklı zaman diliminde ilerleyen bir öykü anlatılıyor. Kurmaca zamanında anlatıcı, geçmişe ait çok değerli bir anıyı barındıran bir telefon kulübesinin olduğu sokaktan geçiyor. Geriye dönüş tekniğiyle verilen kısımda ise bu kulübenin anlatıcı için neden bu kadar değerli olduğunu öğreniyoruz. Burada savaş sırasındaki çatışmada kaybedilen sevgilinin bıraktığı yokluk ve onunla özdeşleştirilen telefon kulübesi arasında bağlantı kurulmuş. Ancak iki zaman dilimi arasındaki geçiş sırasında net ifadeler kullanılmadığı için tam olarak hangi zamanda olduğumuzu kavrayamıyoruz. Bu geçişlerde daha güçlü nedensellik bağları kurulsaydı, aktarılan olayın karakterin iç dünyasına olan etkisi daha iyi anlaşılabilirdi.
Zaman zaman gösterme tekniğini kullansa da daha çok anlatmaya ağırlık veren Melisa Kesmez, öyküde yeni ifade yolları arama kaygısı gütmeden okurda katharsis uyandırmayı amaçlayan bir anlatımı tercih ediyor. Okurun duygularına hitap etmeyi çoğu zaman başarıyor; ancak kimi öykülerde sadece duygusal bir hikâye anlatmakla yetiniyor. Örneğin Bazen Bahar’daki “Çürümenin Bahçesi” öyküsünde iki arkadaşın hikâyesini okuyoruz. Komşu çocukları olan Kemal ve Engin, birlikte askere gidiyor. On dokuz ay sonra Kemal eve dönüyor; ama Engin’in cenazesi ondan önce gelmiş oluyor. Engin’in ölümü iki komşu ailenin hayatını tümden değiştiriyor. Kurmaca zamanında Engin’in kız kardeşi Nesrin’le, eski sevgilisi olan Kemal’in yıllar sonra karşılaşması anlatılıyor. Geçmişle hesaplaşma, Nesrin ve Kemal’in yıllardır içinde sakladıkları duyguların açığa çıkmasını sağladığı gibi şehit olduğu düşünülen Engin’in asıl ölüm nedeninin anlaşılmasına da yarıyor. Burada öykü kurgusu için malzeme verecek güçlü bir çatışma var; ancak olay sadece “anlatıldığı” için okur üzerindeki etkisi de Nesrin ve Kemal için üzülmek oluyor. Okura farklı bir okuma yapması için alan bırakmıyor yazar. “Engin’le Kemal’i askere uğurladıktan on dokuz ay sonra bir haziran günü, Kemal, bir deri bir kemik, yüzünde gölgeler, başka biri olarak dönmüştü eve. Engin ondan birkaç hafta evvel, tahta bir tabutun içinde. Mayına basmış. Dünya başımıza yıkıldı” (s. 87) örneğinde görüldüğü gibi Engin’in ölümünün yalnızca olay aktarımı yapan cümlelerle verilmesi yerine, bu ölümün yarattığı duygusal eksikliğin öykü karakterlerinin dünyasını nasıl değiştirdiği ele alınabilirdi. Böylece öyküde odak noktası Engin’in ölümünden çok, bu olayın ardından hayatları değişen Nesrin ve Kemal’in iç dünyalarının yansıtılmasına kayardı.
Nohut Oda’daki “Görüşürüz” öyküsünde yıllar önce evini terk eden babasını özleyen bir anlatıcının duygularına tanıklık ediyoruz. Dokuz yıl boyunca babasıyla görüşmeyen anlatıcı, “Bunun kararını da almadık işin tuhafı. Hayatın bin türlü meşgalesiyle boğuşurken, birbirimizi aramadığımız her gün bir öncekinin üzerine devrildi, nasılsa ararım diye önce haftalar, sonra aylar geçti…” (s. 78) gibi cümleler sarf ediyor. Gündelik hayatın keşmekeşi ve her an yapılacak işlerin fazlalığı, bizi asıl özlediklerimizi keşfetmekten alıkoyar çoğu zaman. Burada verilmek istenen hayatın hızına yetişememe ve unutulma hissi, Oğuz Atay’ın “Unutulan” öyküsünü hatırlatıyor. Ancak orada “tavan arası, ceset, böcek” vb. metaforlar üzerinden ilerleyen unutma izleği, burada sıradan bir olay anlatımı çizgisinde kalıyor. Bunu örnek göstererek demek istediğim; öyküde hangi anlatım tekniklerinin kullanılacağı ve nasıl bir dil tutumunun benimseneceği, en az olay veya durum aktarımı kadar önemlidir. “Unutulan”ı örnek göstermekle güçlü bir öykünün ille de metaforlar üzerinden ilerlemesi gerektiği gibi bir kesinliğe işaret etmiyorum; ancak öykü kurgusunu daha vurucu hâle getirmek için çeşitli anlatım olanakları kullanılabilir. Nitekim “Unutulan”da unutma ve unutulma izlekleri, modernite eleştirisini de içine alarak yalnızca kişisel bir hikâye olmaktan çıkmıştı. “Görüşürüz”de ise bu izlekler, geçmişe özlem duygusuyla sınırlı kalıyor. Bu durum, aynı izlekten faydalanan iki öyküyü ifade gücü ve okurda bıraktığı etki bakımından nasıl kıyaslayabileceğimizi gösteriyor.
Melisa Kesmez’in öykülerindeki dille ilgili sorunları birkaç madde altında değerlendirebiliriz. Öncelikle bağlamdan kopuk kelime seçiminden söz edilebilir. Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki “Sakin Göllerin Kuğusuyduk” öyküsündeki “enter’a basmak, pause, server, laptop” vb. İngilizce kelimeler, belirli bir amaç doğrultusunda öyküde yer edinmiş değil. Bu öyküde bir dergide çalışan anlatıcının ani bir kararla işini bırakıp Tayland’a doğru yolculuğa çıkması ele alınıyor. Anlatıcı, plaza çalışanı ve yoğun iş temposundan bunalıp hayatına yeni bir anlam katmaya çalışıyor. Ancak öyküde plaza kültürünün eleştirisi yapılmıyor. Bunun yerine öykü karakterinin yolcuğunu, gittiği ülkede karşılaştığı durum ve kişileri takip ediyoruz. Eğer bu öyküde plaza kültürü ya da modern hayatın getirdiği yaşam biçimi eleştirilseydi İngilizce kelimelere yer vermek doğru bir tercih olurdu. Burada öyle bir amaç söz konusu olmadığı için Türkçesi olan kelimelerin yerine özellikle İngilizcelerinin tercih edilmesi, öykünün genel havası içinde belli bir bağlama oturmamış oluyor.
Yazarın kelime seçimiyle ilgili başka bir örnek de farklı öykülerde karşımıza çıkan “mütevellit, bilakis, biteviye” vb. Osmanlıca kelimelerle ilgili. Bu kelimeler yazar, çok da gereği yokken sırf sevdiği için bu kelimelere yer vermiş gibi. Yalın ve günlük dille yazılan öykülerde bu eski kelimelerin geçmesi karakterlerin dünyasına ve konuşma biçimine uymuyor çoğu zaman.
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’de dikkati çeken başka bir dil sorunu da aynı kelimelerin farklı öykülerde farklı anlatıcıların ağzından karşımıza çıkması. Örneğin “allasen” kelimesi sıkça karşımıza çıkan kelimelerden biri. Bu kelime, gündelik dilde çok yer edinen bir kelime de değil üstelik. Farklı anlatıcıların aynı kelimeyi kullanması bu kullanımın anlatıcı karakterin değil, yazarın tercihi olduğu hissi veriyor. Anlatıcı değişirken dil değişmiyor. Böylece çoğunlukla kahraman anlatıcının ağzından yazılan öykülerde hep aynı kişinin sesiyle karşılaşmış oluyoruz. Bu kişi genellikle yalnız, mutsuz ama kendi ayakları üzerinde durabilen şehirli ve eğitimli bir kadın. Üstelik geçmişe takılı kalmış, şimdiyi yaşayamıyor. Hâl böyle olunca öyküler arasında duygu bakımından bir bütünlük yaratılıyor; ama hepsi aynı anlatıcı-yazarın bakış açısından veriliyor. Bu nedenlerle anı ya da anekdot aktarımına dönüşebiliyor öykü. Geçmiş zamanın tercih edilmesi de bunun bir göstergesi. Yazarın Nohut Oda’da bu problemi aştığını söyleyebiliriz. Bu kitaptaki anlatıcılar kendi seslerini bulabiliyor.
Devrik cümle kullanmayı seven Kesmez, anlatıma şiirsellik katma veya başka bir amacı olmaksızın da devrik cümleyi tercih edebiliyor. Örneğin Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki “Kıpırtısız” öyküsünde geçen “Ölsem de yorgunluktan, geceyi beklerim uyumak için” (s. 37) cümlesinin “Yorgunluktan ölsem de uyumak için geceyi beklerim” şeklinde kurulmaması için bir neden gösterilemez sanıyorum. Burada söz konusu olan yazarın öznel tercihini sorgulamak değil; ancak öyküde neden kurallı cümlenin değil de devrik cümlenin tercih edildiği sorusunun yanıtı verilemiyor bu örnekleri okuyunca. Devrik cümleler uzadıkça anlatım bozuklukları ya da ifade hataları içeren yapıların ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor. Bu konuda birkaç örnek vermek yeterli olacaktır:
“Büküp boynunu, topa vurmaktan mütevellit patlak, toz içindeki ayakkabılarını sürüyerek apartmanın kapısına doğru yürüdü bir çocuk keyifsizce.” (Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz “Karpuz Dilimleri”, s. 45)
“Adanın şarapları son zamanlarda artan boşlukları doldururdu konuşmalarımızdaki.” (Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz, “Ada”, s. 87).
“Babam bilirdim o sırada çıt çıkarmadan televizyona bakar oldurdu.” (Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz “Kurtuluş Gecesi”, s. 105).
“Annemle babam aynı odada uyumalarının dışında, geceleri babamın yüklükten ebeveyn yatağının kenarına indirilen yün döşekte uyuduğunu bir tek ben bilirdim, pek baş başa kalmazlardı.” (Bazen Bahar, “Beyaz Kelebekler”, s. 40)
“Annemi en son böyle gururlu babamın fabrikadaki 25. yılı onuruna verilen yemekte görmüştüm.” (Bazen Bahar, “Yılbaşı Ağacı”, s. 102)
Dille ilgili diğer sorunlar da şöyle özetlenebilir: “Direk, anfi, adam akıllı” gibi basit yazım yanlışlarının yapılması, “aynen, gibi, sanki” kelimelerinin aynı paragraf içinde sıkça bir arada kullanılması ve “yani” kelimesine gereksiz bir açıklama ifadesi olarak yer verilmesi.
Bu kadar olumsuz eleştiri yanında Kesmez’in öykülerinin iyi ve güçlü yanları yok mu? Var elbet, ama bunlar, dil ve anlatım özensizliğinin ya da editör müdahalesi eksikliğinin kurbanı olmuş durumda. Üç kitap için de konuşursak bence Kesmez’in kendi sesini en iyi duyurabildiği öyküler; Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki “Şiirsiz”, “Halam” ve “Sarı Elmalar”; Bazen Bahar’daki “Domates Tohumları” ve “Kurtarma Gemisi” ile Nohut Oda’daki “Kız kardeşim Handan”. “Şiirsiz”de kalabalık bir arkadaş grubuyla meyhaneye giden anlatıcımızın hayatındaki “şiirsiz erkek” üzerine derin düşüncelere dalmasını okuyoruz. Bu sırada rakı masasına sevdiği bir kitabın kahramanı olan Cemil (Barış Bıçakçı, Sinek Isırıklarının Müellifi) konuk oluyor. Anlatıcı kendisini özdeşleştirdiği bir roman kahramanı sayesinde iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıkıyor. Özgün bir buluş ve yaratıcı bir kurgu söz konusu burada. Kesmez’in en hacimli öyküsü olan ve kadın duyarlılığı konusunda en başarılı ve etkileyici kurguyu içeren “Kız kardeşim Handan”da ise annelerini genç yaşta kaybeden ve hayata tutunmaya çalışan iki kız kardeşle tanışıyoruz. Abla Handan, kendisini eve kapatarak ve anne rolünü benimseyerek yaşarken; kardeş Aliye, bu marazi ruh hâlinden kurtulmanın çaresini mekânı terk etmekte buluyor. Handan’ın iç dünyası ve kayıp anneye benzeme çabası güzel bir şekilde verilmiş. Kesmez, bu tarz öykülerde öyküde yaratmaya çalıştığı “sahicilik ve samimiyet” hislerine daha çok yaklaşıyor. Üstelik burada metnin yalnızca yazılan bir şey olmadığı fikrini de kavramış görünüyor. Çünkü günümüzde metin, yazıldığı kadar kurulan bir şey de. Böyle metinler, anlatının yüzeyde kalmasını engelleyeceği gibi okura derin anlamı bulma konusunda alan da bırakmış olacaktır.