Klişeler kaybetmez! Çünkü klişeler düşünmediği gibi düşünceyi de felç eder
06 Nisan 2017 14:12
Paradokstan azade bir harmoni, içeriğini kaybetmiş bir form, çoğunluğun tiranlığınca yek bir ağızdan tekrar edildiğinde bilgeliğe dönüşen saçmalık, bir şişe ılık bira kadar lezzet ve asla aykırı düşmeyen bir meydan okuma sunmaktan öte gitmeyen klişeler, hakikatin gökkuşağını çamaşır suyuna yatırarak insan ruhunu Oblomovlaştırır. Belki de bu nedenle modern insan en çok klişeleri sever. Çünkü klişeler modern dünyada yaşamayı kolaylaştırır. Aynı anda hem modern olmak hem de klişelerden uzak kalmak mümkün değildir. Modern demokrasilerimiz gibi modern edebiyatımızın da temel unsuru ve medarıiftiharı klişelerdir. Yüz binlerce budalanın içinde kendilerini bulabilecekleri bir vecize olarak yine başka budalalarca yumurtlanmış klişeler...
Klişesiz toplum yoktur. Ama modern zamanlarda konuşma, düşünme, algılama ve eylemlerimizde klişe kullanımının yaygınlaştığı da açıktır. Bilhassa da sahte ve doğası gereği kusurlu olduğu düşünülen, yozlaşmaya, adaletsizliğe, saçmalığa boğazına kadar batmış demokrasilerin, −İngilizcede çok kolay bir kelime oyunuyla− democrazy diye adlandırıldığı günümüzde. Demosun çıldırdığı ve on dokuzuncu yüzyılda kitlelerin afyonu olan dinin yerini alan kitlelerin kokaini medya tarafından her geçen gün daha da azdırıldığı modern toplumlarımızda; Gasset’nin “kütlelerin isyanı” olarak adlandırdığı, niceliğin nitelik üzerindeki tahakkümünün neticesi olarak her sahada klişelere teslim ve esir oluyoruz −teslim ve esir olmak democrazylerde özgür olmanın biricik yoludur.
Kelimelerde, düşüncelerde, duygularda, jestlerde ve eylemlerde dile getirilen klişe, sosyal hayatta sürekli olarak tekrar tekrar kullanıldığından orijinal, hakiki ve kreatif anlamını, yani semantik çekirdeğini kaybeder. İnsanî iletişim ve sosyal etkileşimlere anlam verme gücüne artık sahip değilse de klişeler sosyal bir fonksiyon icra eder. Çünkü klişe, anlam üzerinde her türlü düşünmeyi engellerken eylemi de teşvik eder. Kısacası, düşünmekten çok düşünmemeyi teşvik eden klişeler, kullanım enflasyonunda değer kaybına uğrar. Klişelerin fonksiyonu, kişiyi düşünmek ve anlamak için zihnini çalışmaya zorlamaktan kurtarması, sadece tekrar ederek düşünmemenin konforunda yaşatmasıdır. Klişeler karşılıklı ilişkileri hızlı ve akıcı tutar; gündelik hayatta iletişimin pistonlarını yağlar. Aklı başında hiç kimse, eğer hayat konforunu kaybetmek istemiyorsa, klişelerin sınırsız kullanım hakkından feragat edemez. Modern hayatta başka hiçbir şey, klişeleri kullanmayı reddederek her defasında kreatif biçimde düşünmek, konuşmak, yazmak ve eyleme geçmek kadar öldürücü ve tüketici olamaz.
Klişeler kalabalıklar ağzında sürekli tekrarlanarak hızla toplumun büyük bir çoğunluğunun fikirleri haline gelir. Çoğunluk dillendirdikçe saçmalıklar hakikat statüsüne yükselir. Mesela orta zekalı ve köylü bir profesör en saçmaladığı anda, “düşünmek, farklı düşünmektir,” diye bir klişenin arkasına saklanarak hiç utanmadan cinsel problemlerini yansıtan pornografik benzetmelerini, düşünceye iman etmiş çılgın demos kalabalıklarına düşünce diye yutturur. Trajik olansa aslında çoğunluğun saçmaları olan klişelerin karşında durmanın veya aksini düşünmenin imkânsız olmasıdır. Herkesin “demokrasi”den, “hukuk”tan, “özgürlük”ten bahsettiği bir democrazyde kimse “demokrasi”nin, “hukuk”un ve “özgürlük”ün aslında içinde yaşanılan saçmalıktan çok daha anlamlı başka bir değer olduğunu düşünmez, düşünemez. Klişeler bu anlamda dilde, politikada, sanatta, edebiyatta zihni iğdiş eden kurumlara dönüşmüştür. Bu anlamda klişeler yukarıdan aşağı işleyen bir propaganda aracı olmaktan ziyade, aşağıdan yukarıya da işleyen toplumsal görme/düşünme/duyma/hissetme/eyleme tarzımızı belirleyen linguistik yapılardır. Democrazy toplumlarında klişelere başvurmadan iktidar ve muhalefetler siyaset, sosyal bilimler genel bir teori, görsel sanatlar resim üretemezken, kurum olarak edebiyat da içinde klişeler olmayan bir roman veya edebiyat dergisi ortaya koyamaz ki burada sadece popüler veya çok satan edebiyatı kastetmiyorum.
Bu noktada iyi edebiyatın iyi yazarı ile muazzam edebiyatın muazzam yazarı arasında bir ayırım yapmamız gerekir. İyi edebiyatla, çağdaşı pek çok başka iyi yazar gibi daha önce yürünmüş yoldaki ayak izlerinden yürümeyi tercih eden iyi yazarın vücut verdiği edebiyatı kastediyorum. İyi yazarın yazdığı iyi metinler o kadar iyidir ki bütün çağdaşlarınca “iyi edebiyat” statüsüne bir daha asla oradan indirilmemek üzere çıkarılır. Oysa insan ruhunun asla uzlaştırılamaz derin çelişkilerini yok sayan veya tartışırmış gibi yapan, ontolojik problemlerden bihaber bu iyi edebiyat, kendi klişe kullanımlarını/tercihlerini, popüler edebiyatın aşk, yalnızlık, özlem, hüzün, hasret vb klişe kullanımlarını küçümseyerek gizler. Bu nedenle çok satan bazı yazar ve kitapların klişelerine saldırmak – ama hücum ederken kendi derin(!) klişelerini görmemek – her büyük edebiyat eleştirmenimizin gündelik zihin jimnastiğini oluşturur. Oysa iyi edebiyat, apaçık olmaklıklarında kendini gizleyen klişelerle doludur. Bir doktora tez öğrencisi yazsa vıcık vıcık ve ucuz bir Doğu-Batı dikotomisi içine sıkışmış bulacağımız temalar, Nobelli bir yazarın elinde iyi romana dönüşebilir ve biz iyi okurlar iyi edebiyatla beslenmeye devam ederizki bu kadar klişeyle sadece obez okurlar oluruz. İyi ile kötü arasındaki insan ruhunun derinliklerini kendine arena bellemiş kadim çatışmayı en önemli yarısını budayarak sakatlamayı göze alacak kadar klişelerle yazılmış iyi roman İnce Memed’i ne yapacağız mesela?
Akşam sabah sadece politik klişeleri, çok satan edebiyatın klişelerini, düşmanımızın klişelerini eleştiri bombardımanına tutarken, democrazylerde klişelerin her yerde, içimizde ve en çok da kendi zihnimizde ve eylemlerimizde olduğunu görmek çok zordur. Klişeler dünya ile varlığımız, sanat eseri ile zihnimiz arasına girer. Bu hem iyi hem kötüdür. İyidir, çünkü hayatı kolaylaştırır. Gündelik iletişimimizi sürdürmemiz için sürekli birbirimizi anlamamızı sağlayan metaforları allayıp pullar. Her durumda ve her tartışmada klişeler can kurtarır. Bir vejetaryene “bitkilerin de canı var,” dediğinizde klişelerin democrazydeki otoritesine güvenirsiniz. Bu, tıpkı sıkıntılı bir ev gezmesinde durumu kurtarmak için edilen “havalar da bir türlü ısınmadı” cümlesi kadar anlamsız fakat bir o kadar da can simidi olabilecek bir cümledir. Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve daha nice iyi edebiyatçı hakkında doktora tezlerinde, sempozyumlarda, derlemelerde, incelemelerde söylenen çoğu klişe aslında “havalar da bir türlü ısınmadı”dan öte değildir. Ama bunu aynı anda o kadar çok yazar, profesör, eleştirmen, düşünür, entelektüel tekrar etmektedir ki bu klişeler hakikat mertebesine çıkar. “Havalar da bir türlü ısınmadı”ysa “yoo havalar çok güzel,” demenin yahut da “bitkilerin de canı var”a karşılık “yok şimdi ikisi aynı değil,” diye cevap vermenin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Klişeler kaybetmez! Çünkü klişeler düşünmediği gibi düşünceyi de felç eder.
Muazzam edebiyatsa, ancak muazzam bir yazarın global edebiyat otobanında değil, kendi açtığı patikada bir başına yürümeyi tercih etmesiyle ortaya çıkabilir. Böyle bir haricînin yazdığı metnin muazzam olduğunu her saygın okur ilk sayfada, ilk paragrafta anlar ve takdir eder. Okurun duyduğu o gür ses, çağdaşlarının ötesinde bütün insanlığa seslenir. Muazzam edebiyat, muazzam yazarın kendi varoluş mücadelesinde hepimize ilham verir. İyi edebiyat çağdaşlarının gözlerini kamaştıracak klişelerle icra edilirken, bu muazzam ve hakiki edebiyat, insanlıkla onun duymazdan gelemeyeceği yepyeni metaforlarla konuşmanın bir yolunu bulur. Bunu da o çok iş gören klişelerle değil, artı anlamı yaratarak, mevcut dil oyununun sınırlarını, kurallarını zorlayıp yeni bir dil oyunu ortaya koyarak başarır.
Kreatif metaforları, yeni dil oyunu ve artı anlamıyla muazzam edebiyat başka bir yazının konusu olsun. Ama şimdilik şunu söyleyelim: “Klişe sadece kitsche mahsustur”un kendisi büyük bir klişedir. Muazzam edebiyat hariç, modern democrazy toplumlarında siyaset, akademi ve sanatta her köşeye, hatta iyi edebiyata dahi sirayet etmiştir. Bizi bilhassa mevcut siyaset karşısında özgürleştireceğini zannettiğimiz için gözü kapalı kendimizi kollarına attığımız akademi ve edebiyat dünyası, bugün sadece hepimizi büyüleyecek klişeleri tekrar tekrar kullanarak meşrulaştırmaktan başka bir şey üretmiyor. Klişeden daha kötü bir şey varsa o da bu entelektüel meşruiyeti olan klişelerdir. Eğer bir yerlerde düşünce kalmış olsaydı, önce buna savaş açardı. Flaubert bugün yaşasaydı kat be kat kalın bir Yerleşik Düşünceler Sözlüğü yazardı −ki bitirmeye yine ömrü vefa etmezdi.
Flaubert değilim ve evet, havalar da bir türlü ısınmadı ama klişelerle dolu bir klişe yazısı yazarak, klişelerin otoritesini daha da pekiştirmeyi reddediyorum. Yalnız kalmayı göze alıyor ve Samuel Johnson’ın tavsiyesine kulak vererek meydana çıkıyorum −ve havlıyorum!