"Koçak’ın yaklaşımında bir metnin ya da bir konumun sorduğu sorulara nasıl cevap verdiğine yönelik ilgi kadar, metnin ya da konumun hangi soruları cevapsız bıraktığına, hangi sorulardan huzursuz olduğuna, kendisinden hangi beklenmedik soruların neşet ettiğine dikkat de söz konusu."
11 Mart 2021 16:00
Orhan Koçak, Ekim 1995’te Hürriyet Gösteri’nin 179. sayısında Metin Celal ile yaptığı söyleşide edebiyat zevkinin oluşumunda payı olan eleştirmenler olarak Tanpınar, Cemal Süreya, Sartre, R. P. Blackmur, Valery, Adorno ve Adrian Stokes’dan söz eder. Bu eleştirmenlerin ortak özelliklerini şöyle sıralar:
“Yapıtın açıkça sunduğu iri fikirden çok anlamlı ayrıntıya önem veriyorlar. Bütünlüğün ve uyumun yanı sıra gedikleri ve gerilimleri de arıyorlar. Bir de şu: Kendilerini yapıta teslim edebiliyor, onun buyruğuna girebiliyor, ama anlaşmazlığın payını da tanıyorlar.” (s. 56)
Koçak’ın saydığı isimlerden ikisi birçok kişi için pek tanıdık değildir: Adrian Stokes ve R. P. Blackmur. Sanat eleştirmeni ve ressam Stokes’a Koçak’ın Mithat Şen’in resimleri üzerine yazdığı üç denemeden oluşan İmgenin Halleri kitabında rastlarız. Stokes resimdeki çıplak figürün ressamın ve seyircinin açgözlü bakışından sakınılması için gerekli olan “yabancılık, genellik, bütünsellik, kendine yeterlilik”ten söz eder.
“Tanışıklık arttıkça, anlaşmazlık ve huzursuzluk tehlikesi de artacaktır.” (s. 30)
Edward Said’in de hocalarından ve ustalarından olan R. P. Blackmur ise Koçak’ın “bela [açma] teknikleri”, “huzursuzluk teknikleri” gibi ifadelerinde yararlandığı “techniques of trouble” kavramıyla Koçak metinlerinde dolaşır. Defter’in Şubat-Mart 1989 tarihli 8. sayısında yer alan “Turgut Uyar Şiiri Üzerine Notlar [II]” yazısında Uyar şiirindeki kakışım (disonans), bela tekniği olarak ele alınır. Yalnızca sesle ilgili bir teknik değildir kakışım:
“Kakışım sadece beş duyunun hepsini değil, duyusal olmayan yaşantıyı, zihinsel yaşantıyı da kat eden, genel bir ‘bela arama’ tekniğidir: Şair, bela kendisini habersiz yakalamasın diye kendisi bela aramaya gider, ‘sorun’ çıkarır, sorunu şiirin içine alır. Kendi güvencelerini hep tehlikeye atar, ya da düpedüz atar.” (s. 82)
Victor Hugo’nun güzelliğin yüceleşmesini ancak sanatın çirkin olanı –güzele dönüştürmeden çirkinliğini koruyarak– işlemesiyle mümkün olacağını söylemesi gibi, bela tekniği olarak kakışım da hem kavga hem uzlaşma ifade eden, ikircikli bir imgedir:
“Sanat kendi kökenindeki o sanat-dışı kıvranmayla, bedensel istekle ya da vahşetle, sonsuz gerileme isteğiyle sonunda uzlaşmış gibidir; ama işlenmiş ve korunmuş çirkinlik bazen hırçın bir ton, bazen de anlatılmaz bir keder olarak orada, yapıtın gövdesine indirgenemeyecek olan imgesinde durur. (…) Kakışım en genel anlamıyla sanatın sanat-dışı olanla hesaplaşması, kavgası ve barışmasıdır, ya da barışma olasılığı, barışma programı. Şiir gövdenin mırıltısını da sokağın homurtusunu da işler; ikisine de ancak böyle sadık kalabilir: Araya bir mesafe koyarak, ikisine de benzemeyerek.” (s. 82-83)
Postmodern anlatıyı, özellikle de Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ını eleştirdiği “Aynadaki Kitap / Kitaptaki Ayna” (Defter, sayı 17, 1991) yazısında da “huzursuzluk teknikleri” ifadesine rastlarız. Hegel’in “negatifin emeği” kavramıyla yan yana anılan bu ifade modernist metnin niteliklerindendir. Modernizm parodiyi “bazı önyargıları ve bu arada ‘kişisel üslup’ düşüncesini çelmek, kişiselliğin ötesine geçmek için” (s. 67) kullanırken, post-modernizmde parodi karşıtlık fikrinden kurtulup huzurlu ve keyifli bir düzenlemeye dahil olmaktadır. Dolayısıyla huzursuzluk teknikleri, farkı silmeden, her şeyin aynılığın sonsuz şenliği içinde erimesine izin vermeden uygulanan, indirgenemezliği ifade eden teknikler olarak belirmektedir.
R. P. Blackmur, “bela teknikleri” kavramını 1956’da Kongre Kütüphanesi’nde verdiği konferanslarda geliştirir. Bu konferansları bir araya getiren Anni Mirabiles 1921-1925: Reason in the Madness of Letters kitabının ikinci bölümü “The Techniques of Trouble” başlığıyla bu kavrama ayrılmıştır. Blackmur insani deneyimin temel niteliği olarak gördüğü başına bela açmanın modernist anlatının da tekniklerinden biri olduğundan örnekleriyle söz eder (s. 14). Sorun çıkarmak, bela açmak, dert edinmek bir tür oyunbozanlık etkinliği olarak görülür bu yaklaşımda. Evrensel aklın asli bir öğesidir sorun çıkarmak. Düzenin olduğu her yerden türbülanslar doğar, insanlar yeni ihlaller geliştirir. Blackmur’a göre insanın bir belayla baş etmesi demek, o bela sonrası oluşan yeni durumdan yeni belalar devşirmesi anlamına da gelir. O halde her bağlamda bela açmanın, huzursuzluk çıkarmanın o bağlama özgü teknikleri olacaktır.
Koçak’ın Stokes ve Blackmur dolayımıyla sözünü ettiği noktalarda aşinalıkla yabancılık, benle öteki, içle dış, sanatla sanat olmayan arasındaki gerilimli ilişkinin merkezi olduğu görülüyor. Kavramlar, haller, katmanlar, söylemler, varlıklar arasındaki mesafeye özen göstermek, ilişkinin taraflarını birbirine indirgemeden ama aynı zamanda ilişkiyi dondurmadan, koparmadan analiz edebilmek Koçak eleştirisinin başından beri amaçlarından biri. Bu bakımdan bela teknikleri her şeyin birbirine kavuştuğu, sorunların çözüldüğü bir huzur ânına inanmamakla, eleştirel emeği, kolaycı huzurlara, alelacele barışlara direnme biçimlerine, her indirgeme çabasından sızan indirgenemez artıklara kulak kesilmeye vermekle bağlantılı. Metinler, meseleler tüm teorileştirme, hatta araçsallaştırma girişimlerine karşı başımıza belalar açmaya, derdimiz olmaya devam ediyorlar.
Koçak’ın yaklaşımında bir metnin ya da bir konumun sorduğu sorulara nasıl cevap verdiğine yönelik ilgi kadar, metnin ya da konumun hangi soruları cevapsız bıraktığına, hangi sorulardan huzursuz olduğuna, kendisinden hangi beklenmedik soruların neşet ettiğine dikkat de söz konusu. Polemikler kitabında yer alan “Polemik Derken” yazısında eski bir polemiğinden alıntılayarak şöyle der:
“Hayatımda çok Tanpınar yazısı okudum. Nurdan Gürbilek’inki kadar dişe dokunur, şu halde huzursuzedici bir başkasına rastlamadım.” (s. 130)
Burada eleştirinin metin karşısındaki kavrayış genişliğinden çok, okurları, diğer eleştirmenleri, belki de yazarın kendisini ya da metne dair yerleşik kanaatleri huzursuz eden bir okuma tercih edilmektedir.
Aynı yazıda bir polemiği paralel monologdan ayırt eden nitelikler üzerinden düşünürken de ana eksende, polemiğin tarafları arasındaki mesafenin nasıl kat edileceği vardır:
“Bir düşünceyi, bir önermeyi olabildiğince ‘karşı tarafın’ önermesinin, eleştirisinin içinden geçirerek geri almak, oradan sınamadan bir daha el sürmemek.” (s. 129)
Taraflar arası aceleci uzlaşmaya gönül indirmeden ama aynı zamanda kendini sonsuz bir haklılık konumuna hapsetmeden mesafeleri, farkları kat ederek, konumu ve önermeyi yeni bağlamda sürekli sınayarak, dolayımların kıymetini bilerek polemiğin hakkını vermek esastır burada. Polemiğin zemininde müzakere alanı vardır, bir tür meclis/parlamento fikrini silerek polemik yapılmaz ama bu meclis ancak başlangıç noktası olabilir; aslolan her ne koşulda olursa telafi edilemeyecek kayıplar, durulmayacak fark üretimleri, yok edilemeyecek artıklar ve cüruflar, “anlaşmazlığın payı”dır. (s. 157) Metinle dünyanın, eleştirmenin, teorinin karşılaşmasında olduğu gibi iki eleştirmenin polemiğinde de belanın baştan savılmaması esastır.
Metin, dünya, eleştirmen, yazar, teori ya da disiplinin birbiriyle karşılaşmasının nihayete erdirilemez dinamiğini düşünmek için Koçak’ın devreye soktuğu kavramlardan biri de ara-yüz’dür. Bu kavramla ilk karşılaştığımız İmgenin Halleri’nde ara-yüz psikanalitik bir metnin dolayımıyla Koçak’ın söylemine girer. Didier Anzieu’nün A Skin for Thought (1990) başlıklı söyleşi kitabında yer alan egonun zihinsel bir deri olduğu düşüncesinin ardında belirli bir ara-yüz fikri vardır: Ego, “ruhsal alanla nesnel gerçekliği hem ayıran hem de temasa geçiren ara-yüzey” (s. 152) olarak tasavvur edilir. Yalnızca bu değiniyle ve “ara-yüzey” olarak ithal edilen bu kavramın asıl icrası, Toplum ve Bilim’in Güz 1996 tarihli 70. sayısında yer alan “Kaptırılmış İdeal: Mai ve Siyah Üzerine Eleştirel Bir Deneme” makalesinde gerçekleşecektir. Bir edebiyat metnini psikanalitik teoriyle okumanın getirebileceği açmazları, indirgeme risklerini, mekanik hareketleri aşabilmek için teori ile edebiyat arasında kurulması gereken ara-yüzden söz etmektedir Koçak:
“Psikanaliz ile ihraç edildiği alanın özgül dili arasında bir dolayım sağlayan, bilgisayar teknolojisindeki ara-yüz’ün (interface) işlevini üstlenen bazı kavramlar bulunmalıdır: İki dilsel alanın birbirine temas etmesini, birbiriyle konuşmasını sağlayan ama birbirine karışmasını ve birinin ötekini ihlal etmesini de önleyen kavramlar. Bunu yapabilmek için malzemenin de konuştuğunu, bir şeyler söylediğini, demek kavramsallık üzerinde hak iddia ettiğini kabul etmek gerekir. Teori nesneye yönelirken, nesnenin de –her zaman çapraz kalan bir yoldan bile olsa– teoriye doğru çoktan yönelmiş olduğunu görebilmelidir.” (s. 96)
Nitekim Mai ve Siyah’ı okurken hem Servet-i Fünuncuların hem de psikanalistlerin kullandıkları ortak kavram olan “ideal”i böyle bir ara-yüz olarak seçer. İki şeyin arasındaki ilişkileri ya da bu ilişkilerin gerçekleştiği, karşılaştığı, çatallandığı aralıkları değişik şekillerde kavramsallaştırmaya devam eder. “Ara bölgeler” ifadesi bu bağlamda kullanılırken, Tanpınar’dan devralınan “gedik” de bu alanda ortaya çıkar. Ara-yüzeyler hiçbir zaman pürüzsüz değildir Koçak’ta ama bazı durumlarda pürüzlerin ötesinde gedikler açılmıştır. Yazının başında alıntıladığımız sözlerinde de belirttiği gibi, edebiyat anlayışında payı olan eleştirmenlerin hepsi gediklere de dikkat kesilen kişilerdir. Yine “Kaptırılmış İdeal”de Tanpınar’ın “Karlofça ve Pasarofça’nın milli şuurda açtığı hazin gedikten” bahsetmesinden ilham alarak milli bilinçle bu bilincin yarasının, gediğinin aynı anda başladığından, yani milli bilincin bir yara, bir gedik olarak başlamasından söz eder. Tanpınar’da bilinç önce, yara ve gedik sonra gelirken, Koçak bu bilincin bizzat yara ve gedik oluşuna vurgu yapar. (s. 100) Bu gedik saf, homojen, pürüzsüz bir millilik anlayışının başına açılmış bir beladır bir bakıma. Ama aslında bu bela da bu bilince içkindir. Milli bilinç bir tamlıktan, doluluktan değil, bir aralıktan neşet etmiştir: “Başka bir deyişle, olanla olması istenen arasında, koşulla hedef arasında, kapanmasının imkânsızlığıyla tanımlanan bir gedik açılmıştı.” (s. 105) Bağlamlar değişse bile, gediğin devreye sokuluşuna Haydar Ergülen şiirine dair yazarken de rastlarız (“Ergülen’in şiirinde de, […] hem öznenin, şiirsel benliğin içinde, hem de bu öznenin yöneldiği şiirsel malzemenin içinde bir gedik belirir.” Kopuk Zincir, s. 224), Necatigil eleştirisinde de (“Arzu kaybetmek üzere başlamıştı, istediği şeyi kendi gediklerinin, caesura’larının, iki çizgilerinin arasından kaçırmak için. Ama biz buradaki telafisizliği kaçırmayalım: Sonunda dengelenen bir şey yoktur, bu hata ve kayıpların karşılığında kazanılan veya kurtarılan bir şey bir tür nihai ‘erinç’ yoktur.” (s. 138), Turgut Uyar hakkında yazarken de: “Yazılmakta olanı yazılmışın topyekûn işgalinden korumak adına, yazılabilecek olan hep erteleniyordur. Potansiyelle hemen özdeşleşmeyi reddederken bir aralık da açılmış olur; potansiyel bu gedikte, bu boşlukta korunacaktır.” (Bahisleri Yükseltmek, s. 249).
Koçak’ın bela tekniklerine ve onunla akraba olan ara-yüzlere, aralıklara, gediklere, yarıklara, gerilimlere bakışı yalnızca metinlere bakışında belirmez. Türkçede eleştiri, 1920-1970 arası kültür politikaları ya da Nurullah Ataç ve Cemil Meriç’e odaklanarak şarkiyatçılık üzerinden düşünürken de ana hatlar kadar firar hatlarını, hatlar arası gerilimleri, bu hatların başına bela olan pürüzleri, hatları kısa devreye uğratan şeyleriözenle gösteren bir tavır dolaşımdadır. Kültürel incelemelerin mevcut araştırma-eleştiri ortamının başına açtığı belalardan söz ederken kullandığı şu ifadeler hem Koçak’ın bela tekniklerinin etraflıca bir tanımını verir hem de Koçak’ın Türkçe eleştiriye yaptığı müdahaleyi tarif etmek için de kullanılabilir:
“[K]ültür incelemelerinin yeni kapılar açtığını ve bu kapılardan sadece edebiyat araştırmalarına değil, hukuktan antropolojiye kadar bir dizi disipline de yeni yeni enerjilerin aktığını görmek gerekir. Yeni ihtiraslar, yeni dağılmalar, yeni çözme teknikleri – eski tümelci romantik tasavvur için üstesinden gelinmesi gereken yeni görevler.” (“Türkçede Eleştiri: Bir Tarihselleştirme Denemesi”, Defter, sayı 31, 1997, s. 103)
•