Dilan Karacan, ünlü sinema-dizi oyuncusu, tiyatrocu ve yazar Ahmet Mümtaz Taylan ve Moda Sahnesi sanat yönetmeni Kemal Aydoğan ile tiyatroların durumunu, devlet desteğinin işleyişini konuştu...
18 Ağustos 2022 18:57
Geleneksel bakış açısında bir “meslek” olarak dahi görülmeyen tiyatroculuk günümüz Türkiyesi’nde zorlu ekonomik koşullar altında faaliyetini sürdürmek için idealist kimselere, hedeflere ve çabalara mecbur...
Ülkemizde tiyatroya ayrılan maddi ve manevi bütçeler görece absürd seviyelerde seyrederken tiyatro yapmak, topluma sanat sunmak gittikçe zor bir hal alıyor. Hükümetin sanatçı ve gazetecilere olan mesafesi cezaevleri, duruşmalar, gözaltılarla çizilirken, bu alanlara sağlanan devlet desteği oldukça tahmin edilebilir vaziyette. Hal böyleyken tiyatrolar nasıl bir işleyiş biçimi uyguluyor? Tiyatrolarda sosyal güvenlik nasıl işliyor? Faaliyetlerini nasıl sürdürebiliyorlar? Devlet veya yerel yönetimlerden destek alıyorlar mı? Kısacası tiyatrolar nasıl ayakta kalabiliyor? Bu gibi soruları bu alanda tecrübeleri kişilere yönelttik.
Ünlü sinema-dizi oyuncusu, tiyatrocu ve yazar Ahmet Mümtaz Taylan ve Moda Sahnesi sanat yönetmeni Kemal Aydoğan ile tiyatroların durumunu konuştuk.
“Gelirimizin yüzde 30’unu vergi olarak veriyoruz”
Tiyatroların nasıl bir çalışma modeli olduğunu ve nasıl vergilendirildiklerini sorduğumuz Kemal Aydoğan şu sözlerle cevap veriyor: “Bir bakkal dükkânı veya bir kafenin çalışma biçiminden hiçbir farkı yok. Aynı şekilde vergilendirmelere tabi. Tiyatro salonu olanlar kira stopajı veriyor. Yani devlet bizim büyük bir ortağımız gibi. Gelirimizin yüzde 30’u kadar vergi veriyoruz.”
“Hepsi aslında tiyatro yapılmasın diye”
Tiyatroya yapılan devlet desteğine dair konuşan Aydoğan şu ifadeleri kullanıyor:
“Teşvik, destek veya hibe yok denecek kadar az. Kültür Bakanlığı her yıl bir defaya mahsus olacak şekilde tiyatrolardan proje dosyaları topluyor. Özel tiyatrolara o şekilde bir proje desteği sunuluyor devlet tarafından. Geçen yıl 428 tiyatroya toplamda 13,5 milyon lira verildi. Yani tiyatro başı yaklaşık 30 bin TL. Yıllık 30 bin TL ile tiyatro yapılacağını düşünen bir kültür bakanlığımız var. Oranlar, yaklaşımlar, eğilimler hepsi aslında tiyatro yapılmasın diye.
Örneğin, Türk örf ve âdetlerine uymadığımız vurgulanarak bize teşvik verilmedi. Resmî gerekçede ayrıca tiyatro sanatına gerekli katkıyı yapmadığımız da belirtildi.”
Kemal Aydoğan
“Dünyada bizdeki gibi ‘Ne halin varsa gör’ denmiyor”
Uluslararası alanda diğer ülkelerin tiyatroları nasıl fonladığına değinen Aydoğan duruma örneklerle açıklık getiriyor:
“Dünyada birçok farklı fonlanma biçimi ve destek modelleri mevcut. Örneğin kamusal alanda faaliyet gösteren tiyatrolara o alandan sorumlu belediyeler destek sağlıyor. Mesela Moda Sahnesi’nin Kadıköy Belediyesi’nden destek alması gibi. Avrupa ve ABD’deki durumlardan biri bu. İkinci olarak ise bir sanat politikası olarak kültür bakanlıkları tarafından sağlanan destekler. Hem proje bağlamında hem de kurumlar bağlamında destekler söz konusu. Orada tiyatrolar kâr amacı gütmeyen kuruluşlar olarak ele alındığı için verilen destekler tabii ki çok sıkı denetleniyor. Amerika daha liberal ekonomi bakış açısıyla, Avrupa sosyal devlet anlayışıyla, Kuzey Avrupa’da biraz daha sosyalist şekilde ama hepsinde devlet ya da yerel yönetimler tiyatroları destekliyor. Yani dünyada bizdeki gibi ‘Ne halin varsa gör’ denmiyor.”
“Beklentilerimizden biri SGK vergi muafiyeti”
Hükümet ve yerel yönetimlerden beklentilerini dile getiren Aydoğan sanatın faal hale gelmesi için maddi baskıların azaltılmasını gerektiğini savunuyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Kültür Bakanlığı’ndan beklentilerimizden biri SGK vergi muafiyeti. Faaliyetimizi kolayca sürdürebileceğimiz biçimde bir desteğin gelmesi gerekiyor. Salonu olanlara kira desteğinin gelmesi gerekiyor. Bunlara ek olarak prodüksiyon desteğinin de gelmesi lazım.
Bizi sanat üreten kurum olarak görüp faaliyetimize destek verirlerse, biz tüm gücümüzü burayı nasıl döndürürüz diye ekonomik kaygılara harcamak yerine sanata odaklayabiliriz. Biz şu anda vergilere, maliyetlere, prodüksiyon giderlerine ve birçok başka maddi endişelere odaklıyız. Bu da bizi ortalama, yani averaj oyunlara itmeye başlıyor.”
“Tiyatro aslında küçük bir miting alanı”
Kamusal tiyatroyu teorik ve pratik açıdan değerlendiren Aydoğan tiyatronun toplumsal öneminin altını çiziyor ve günümüz tiyatro dünyasının zorluklarına şu ifadelerle dikkat çekiyor:
“Kamusal tiyatro toplumla ve onun dertleriyle yoğun bir temas kurar. Toplumla hemhaldir. Burada tematik değerlere dikkat çekebiliriz. Günümüzde kadın cinayetleri söz konusuysa tiyatrolar kadın cinayetleriyle ilgilenmek zorunda. Nefret suçlarıyla, cinsiyet ayrımcılığıyla ilgilenmek zorunda. Sınıfsal problemleri, emekçilerin, çocukların, mağdurların problemlerini ele almak zorunda. Tiyatro aslında küçük bir miting alanı diyebiliriz. Salonumuz 230 kişilik. Yani oyun akşamı 230 kişi bir problemin etrafında, onu çözümlemek için toplanmış oluyor. Biz ‘toplumsal refahı tiyatro aracılığıyla nasıl sağlarız’ın peşine düşmeliyiz. Gerçeklere etki edecek nokta bu. Şu sıralar tiyatroya pazar gibi, geçim sağlanacak bir yer gibi bakılıyor. Bunun nedeni tabii ki ekonomi. Destek eksikliği herkesi kendi geçim derdine itiyor ve sanatı biraz unutmaya başlıyoruz. Sanat unutulunca toplum da unutuluyor. Yalnızca bir işyeri gibi ‘Nasıl para kazanırız?’ tarafına odaklanılabiliyor.”
“Sanatı kapsam olarak politikanın üstünde görüyorum”
Tiyatro ve siyaset ilişkisini sorduğumuz Aydoğan şu ifadeleri kullanıyor:
“Siyaseti toplumun daha iyi yaşaması üzerine düşünmek olarak anlıyorum. Aslında siyaset ve sanatı iç içe geçirebiliriz. Sanat siyasetin problemlerini de, toplumun problemlerini de tartışabilir. Ben siyaseti bir partiye üyelik çerçevesinden öte, bir insani problemin anlaşılması çabası olarak anlıyorum. Bu anlamda sanat hem insani dertlerin anlaşılmasını hem de politikanın problemlerinin anlaşılmasını sağlayabilir. Açıkçası sanatı kapsam olarak politikanın üstünde görüyorum.”
Ahmet Mümtaz Taylan
“Ödeneksiz tiyatrolar yalnızca ‘gayret’ ile yürür”
Ülkemizde tiyatrolara ayrılan devlet bütçesine dair görüşlerini sorduğumuz Ahmet Mümtaz Taylan, Türkiye’de tiyatroların ödenekli ve ödeneksiz tiyatrolar olarak ikiye ayrıldığını belirtiyor:
“Ödenekli tiyatrolara ilk olarak şehir tiyatrolarını örnek gösterebiliriz. Belediyelerin kültür-sanat bütçesiyle faaliyet gösterirler. İkinci olarak devlet tiyatroları vardır. Kültür Bakanlığı bütçesiyle faaliyettedirler. Bu ikisinin dışında kalan ödeneksiz tiyatrolar yalnızca ‘gayret’ ile yürür.”
“Devlet desteğinde yerleşmiş bir ilke kültürü yok”
Sağlanan devlet desteğine dair Taylan şu ifadeleri kullanıyor:
“Devletin hatırı sayılır, total bir yardımı yoktur. Hükümete, bakana, bakanlıklara göre değişkenlik gösteren, ödeneksiz tiyatrolar içinden tam olarak bilemediğimiz nitelikler doğrultusunda seçilenlere belli bir maddi bir yardım dağıtılır. Genel olarak ödeneksiz tiyatroların çoğu bu yardımı alamaz. Neden aldı, neden alamadı, bunu tam olarak bilemeyiz. Devlet desteğinde yerleşmiş bir ilke kültürü yok. Bu iyi bir şey değil.”
“Türkiye’de ödenekli tiyatrolar özerk değildir”
“Dünyanın diğer ülkelerine göre bizdeki sistem farklıdır” diyen Taylan durumu ‘Kara Düzen’ olarak adlandırıyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Ülkemizde başta devlet tiyatroları olmak üzere, ödenekli tiyatrolara ciddi bir bütçe aktarılıyor. Ancak bu yardım beraberinde çok da müdahale getiriyor. Tiyatroların işlerine çok karışılabiliyor. Şunu söyleyebiliriz: Türkiye’de ödenekli tiyatrolar özerk değildir. Ülkemizde diyanet özerk, fakat tiyatro özerk değildir.”
Tiyatrolardaki çalışma biçimi ve sosyal güvenlik uygulamasını sorduğumuz Taylan şu sözlerle cevap veriyor:
“Ödenekli tiyatrolarda sanatçılar ve teknik ekip sözleşmelidir. Bürokrasiye bakan kesim de 657’ye bağlı olarak memurdur. Ödeneksiz özel tiyatrolarda genelde sigortalı olarak çalışılıyor. Son yıllarda sigortasız çalışma koşullarının bittiğini zannediyorum, açıkçası buna inanmak istiyorum. İstatistiksel olarak bakmak gerekir. Sonuç olarak bir sosyal güvenlik uygulaması ödeneksiz tiyatrolarda da mevcuttur.”
Moda Sahnesi
“Sanat ve siyasetin arasına uygar bir mesafe koyamadık”
Devlet desteği hususunda tekrar görüşlerini belirten Taylan var olan sisteme “Parayı veren düdüğü çalar” yakıştırmasını yapıyor ve şu ifadeleri kullanıyor:
“Hükümet verdiğimiz vergilerin içinden kültür sanata ayırılan payın bir kısmını ödenekli, bir kısmını da ödeneksiz tiyatrolara aktarıyor, fakat ne yapıp ne edeceklerine de fazlaca karışıyor. Çok medeni olmayan bu model için sanat ve siyasetin arasına uygar bir mesafe koyamadık diyebiliriz.”
“İşine karışılması ve karışılmaması meselesi”
Dünyada tiyatrolara sağlanan devlet desteği uygulamalarını örneklendiren Taylan ülkemizdeki temel farkın altını çizerken şu ifadeleri kullanıyor:
“Dünyada da bu destekler yerel yönetimler ve kültür bakanlıkları aracılığıyla gerçekleşiyor. Fakat orada hem bütçe destekleri yani maddi yardımlar ülkemize göre çok daha yüksek kalırken hem de –en önemlisi– ne devlet ne de yerel yönetimler bu maddi desteği sağladığı için tiyatroların politikasına karışmıyor. İngiltere gibi bazı ülkelerde ‘Art Council’ yani sanat konseyleri mevcuttur. Bütçeler o konseylere aktarılır ve onlar da kendi prensiplerine göre paylaşım yapar. Aramızdaki kahır ve hiçbir zaman kapanmayan fark işine karışılması ve karışılmaması meselesiyle ilgili. Bizde oyunun içeriğinden başlayıp sanat politikasına kadar işine karışılır.”
“Devlet payı çok yetersiz fakat temel mesele özerklik meselesidir”
Tiyatro camiasının bu hususlardaki taleplerini sorduğumuz Taylan şu sözlerle cevap veriyor:
“Bu ülkede vatandaşın ödediği vergilerden kültür sanata bir pay düşmektedir. Devlet, vatandaşın parasını cebinden ödüyor gibi davranıyor ve söz konusu payı işlerimize karışarak dağıtıyor. Beklentimiz sanat kurumlarına desteklerin yapılması, ancak işlerine karışılmamasıdır. Aslında ilk olarak bu payın çok yetersiz olduğunu da belirtmeliyim. Özellikle ödeneksiz tiyatrolar için çok komik rakamlar söz konusu. Desteğin çok daha büyük seviyelere yükseltilmesi lazım. Fakat temel mesele özerklik meselesidir. Türkiye’de ödenekli tiyatroların özerklik problemi vardır. Ödeneksiz tiyatroların da dolaylı müdahalelere maruz kaldığını görüyoruz. Çoğu zaman yardım alamama şeklinde gerçekleşirken, bir sene alıp diğer sene muaf bırakılma gibi durumlar da görüyoruz.”
“Siyasilerimiz sanatı ancak kendi gölgesi altında kabul edebiliyor”
Taylan, tiyatroların özerkliğine karşı devletin bakış açısını da değerlendirdi:
“Türkiye’de bu durum, dozu veya şekli zaman zaman değişse de her zaman bu şekilde olmuştur. Biz özerklikten hoşlanmıyoruz. Özerklik haline güvenemiyoruz. Siyasilerimiz sanatı ancak kendi gölgesi altında kabul edebiliyor. Şu anki hükümetle sanat arasında da hiçbir zaman sempatik bir ilişki olmadığını görüyoruz. Formel bir ilişki de mevcut değil. Daha çok patronaj bir tavırla sansür uygulamalarına şahit oluyoruz.”
•