"Belki diyorum, akademi ödüllerinde kadın oyuncuda olmasa bile erkek oyuncu kategorisinde bu yıl bir sürpriz yaşarız. Riz Ahmed Sound of Metal ile En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını alır... Peki, kim bu Riz Ahmed?"
07 Şubat 2021 19:59
Akademi ödülleri ertelendi ama ödüllerle ilgilenen insanlar –belki de alışkanlıktan– zaten Kasım ayında tahminlere başlamıştı. Bütün kategorileri takip etmek zor ama gelin biz En İyi Erkek Oyuncu kategorisini seçip oradaki durumu inceleyelim. Eleştirmen derneklerinin seçimleri coşkuyla sürse de festivaller ve Altın Küre gibi büyük organizasyonlar biraz daha yavaş ilerleyerek yeni takvime ayak uydurmaya çalışıyor. Bu gelişmeleri adım adım ilerleyip derecelendirme yapanlar da var. Variety’nin Ödül Tahminleri gibi. Örneğin Pazartesi akşamı itibariyle En İyi Erkek Oyuncu dalında başı, daha çok eleştirmen gruplarının oylarıyla Pakistan asıllı İngiliz aktör Riz Ahmed çekiyordu.
Aslında her yıl ödüllerden önce kimi bağımsız filmlerin ve o filmlere emek vermiş sinemacı tayfasının adının şöyle bir geçtiğini duyarız. Ancak bu yıl Ahmed ve 30’uncu Gotham Bağımsız Ödülü’nü En İyi Kadın Oyuncu dalında alarak büyük bir sürpriz yapmış Nicole Beharie’in (“Miss Juneteenth”) şansları hemen silinip gitmeyecek gibi görünüyor. Ben gerçi yıllardır hayranı olduğum Frances McDormand’ın Nomadland ile En İyi Kadın Oyuncu’da rakipsiz kalacağına inanıyorum ama, hem bu işler önceden yüzde bin belli olmuyor hem de aslında işin zevki, sonuçların sürprize açık olmasında…
Bu yüzden de, belki diyorum, kadın oyuncuda olmasa da erkek oyuncu kategorisinde bu yıl bir sürpriz yaşarız. Riz Ahmed Sound of Metal ile En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını alır. Aslında adaylıkta kalsa bile, çok başarılı bir yılı Akademi ödülüyle taçlandırdığını düşüneceğiz.
Peki, kim bu Riz Ahmed?
Ben kendi payıma onu ilk kez mini dizi The Night Of’la tanıdım. Richard Pierce ve Steven Zaillian’ın yarattıkları dokuz bölümlük bu mini dizide Londra’da yaşayan Pakistan kökenli muhafazakâr bir ailenin kendi halinde oğlu Nasir 'Naz' Khan’ı oynuyordu. Kendi arabası olmadığı için babasının taksisini alarak Manhattan’a bir partiye gitmek için yola çıkmış, ama araca ihtiyacı olan genç bir kadın karşısına çıkınca partiyi unutmuştu. Onun esrarı ve güzelliğinin cazibesine kapılan Naz, uyuşturucu dolu ve tutkulu bir gecenin ardından sabah uyandığında kızı ölmüş buldu. Bir cinayet soruşturmasının eşiğindeydi ve en kötüsü, masum olup olmadığı hakkında küçük bir şüphesi de vardı.
Nasir 'Naz' Khan rolünde...
Hatırlamışsınızdır belki. O dönem tanıdığım bir sürü insan televizyonda The Night Of (2016) izliyordu. İlgi merkezi ise, hiç değilse başlangıçta, tanımadığımız Riz Ahmed’den ziyade, onu mahkemede savunan avukatlardan biri olan John Turturro’ydu. Turturro işini bildiği halde ciddiye alınmayan, üstü başı dökülen, sanki Naz’ın durumu kötüye gittikçe ayaklarındaki nasırları kötüleşen John Stone’da harikuladeydi. Ama Riz Ahmed yavaş yavaş diziye ağırlığını koydu. Mütevazı bir göçmen evladıyken hapishanede geçerli usulleri öğrenen, onlara göre davranan, istemediği ama onlarsız da yapamadığı yardımlar alan ve bambaşka biri haline gelen Naz’da ben şahsen ona hayran kaldım
Sonra YouTube marifetiyle Shakespeare’den tiradlar okuyan İngiliz aktörlerle karşılaştım. Keyifle izlerken, aralarında Riz Ahmed’in de olduğunu gördüm. Kral Lear’den (Perde 1, Sahne 2), Gloucester’in piç oğlu Edmund’un meşhur tiradını okuyordu:
“Meşru Edgar, benim olmalı toprakların.
Babamızın sevgisi piç oğlu Edmund’un,
Meşru oğlunun olduğu gibi. Esaslı sözcük ha! ‘Meşru’”!
Ve şöyle bitiriyordu: “Haydi tanrılar, koruyun piçleri!” Sahiden çok iyiydi. Sayıyla kendime geldim. Riz(wan) Ahmed’in, kendisi gibi bir ‘Paki’yi başarıyla oynamanın ötesine geçtiğini gördüm. Hatta aktörü değerlendirenlerden biri, “Bir teklifim var,” demişti. “Bundan sonra Shakespeare’in bütün erkek kahramanlarını Riz Ahmed oynasın.” Bu arada, Londra’nın onu modern bir Hamlet’te görmeye hazırlandığını da söyleyelim.
Michael Winterbottom ona ilk filmi The Road to Guantanamo’da (Guantanamo Yolu, 2006) Şefik rolünü verdiğinden bu yana iyi filmler yaptı, saygın bır karakterler galerisi yarattı. Örneğin, Eran Creevepy’nin yönettiği Shifty (2008), Chris Morris’in cihatçı hicvi Four Lions (Dört Aslan, 2010) ve Bassam Tariq’ın yönettiği, senaryosunu birlikte yazdıkları ve Zed adında Britanyalı/Pakistanlı bir rapçiyi oynadığı Mogul Mowgli (2020) gibi. Aynı yılda iki filmde bir müzisyeni oynaması tesadüf sayılmaz, çünkü zaten müzisyen. Yani önce asıl adı Rizwin Ahmed var, sonra perde, sahne ve ekranda Riz Ahmed, bir de rapçi olarak sahnede ve kayıtlarda Riz MC: “Trump çıkıp gideyim istiyor ama kırmızı düğmeye basarsa / Netflix’i izlemek için, hey birader, ekrandayım işte.” “Hamilton” müzikalinin bir şarkısı olan Immigrants (We Get the Job Done)’ı da unutmayalım. Kulağa sanki “Ne iş olsa yaparız ağbi” gibi geliyor ama, herhalde biraz da öyledir zaten.
Kendisine biçilmiş rolleri böyle ekran/perde görüntüleri, dergi kapakları gibi oyuncu silahlarıyla aşabiliyor. Winterbottom’ın filmi Berlin Film Festivali’nde ödül almıştı. Yarı dram, yarı belgesel olan film, suçlama yapılmadan serbest bırakılana kadar Guantanamo Körfezi Kampı’nda iki yıl tutulan bir Britanyalı Müslüman üçlüsünü anlatıyordu. Genç oyuncuları da Riz Ahmed, Farhad Harun ve Waqar Siddiqui’ydi. Sevinçten ağızlar kulakta İngiltere’ye döndüler. Ödül aldık, hey! Uçaktan iner inmez İngiliz kolluk kuvvetleri onları bir odaya tıktı ve sorguya başladı: “Niye bu filmde oynadınız ha? Müslüman gayesine hizmet için mi?” Sonra Riz, bir gazeteciye hikâyeyi haber olarak yazıp vermis. Sebepsiz yere Guantanamo’da tutulan İngilizleri oynayan İngiliz oyuncular İngiltere’de sebepsiz yere sorguya çekildi, darptan kurtulamadı, falan filan. Faydasını görmüşler.
Oxford’da Felsefe, Tarih ve Ekonomi bölümlerini 2004’te bitiren Riz Ahmed, sonra da Londra’da hitabet ve tiyatro okudu. Aralıksız sahne, sinema ve TV’de çalıştı. Basmakalıp rollerden uzak durmak için elinden geleni yaptı. Ama Yıldız Savaşları’na hayır demedi. Rogue One’da Bodhi Rook’u oynadı.
Azınlık aktörün meslek kademelerini şöyle tanımlamıştı kendisi:
“Birinci kademe iki boyutlu klişe karakter – taksi şoförü/terrorist/köşe başındaki dükkânın sahibi.
İkinci kademede klişeye karşı çıkarsın. Üçüncüsü ise “vadedilmiş topraklar, hikâyesi ille de ırka bağlanmayan karakteri oynarsın. Terör zanlısı değilim, zoraki evlilik kurbanı da değilim. Hatta adım Dave bile olabilir.”
Bu yılki ödülleri, Darius Marder’in yönettiği Sound of Metal’de (Metalin Sesi) aniden sağır olan heavy metal davulcusu Rubin rolüyle aldı. Gotham ödülünü aldıktan sonra en aklı başında konuşmayı yaptı:
“Hepimiz için çılgın bir yıldı, pek çok kaybımız oldu, düşünmek için de vaktimiz. Hepimizin öğrendiği şey, tek başımıza bir şey yapamadığımız. İyi olmamız birbirimize bağlı. Aktörlük için de aynı şeyi düşünüyorum. Bir grup sporu…”
•