Sahayı sınırlayamayan çizgiler

"Avrupa’da birçok önemli taraftar platformu, bilcümle yurttaş haklarının kibar tabirle hayli kısıtlı olduğu Katar’daki turnuvanın boykot edilmesi gerektiğini savunuyor; bazı federasyonlar boykota cür’et edemese de mızırdanıyor. Geçtiğimiz aylarda Almanya, Norveç ve Hollanda'nın, Dünya Kupası terfi maçlarına formalarının üzerine 'insan hakları!' sloganlı tişörtlerle çıkmaları, bu mızırdanmanın bir işareti idi."

17 Temmuz 2021 19:15

Geçen hafta sona eren –ve adı Euro 2020 olan– 2021 Avrupa futbol şampiyonası, bu organizasyonun tarihinin en zevkli ve hikâyeli turnuvalarından birisi oldu. Ayrıca, siyasetin futbola ve futbolun siyasete karışması bakımından oyunun gayet atak oynandığı bir turnuvaydı. Belki de, bütün zamanların en siyasîleşmiş turnuvası… Kalem kalem inceleyelim.

İngiltere’de ırkçı infilâk

Kuşkusuz, en büyük kalem, ırkçılık meselesi. Gerek finalden sonra İngiltere’de kopan ırkçı infilâk, gerekse turnuva boyunca süren “Black lives matter” kampanyası, şampiyonanın siyasî gündeminde en geniş yeri tuttu.

Malûm, İngiltere finalde yine penaltılarla yenilerek bize Besim Dellaloğlu’nun “futbolun ulusal alegorilerine” de malzeme olabilecek bir hikࣗâye (bir “bitmeyecek öykü”) hediye etti. Ama kurmacanın zevkleri herkesi doyurmaz. Hiddetli milliyetçi taraftarlar, maç biter bitmez bir nefret saldırısı başlattılar. Penaltı kaçıran üç oyuncu, Marcus Rashford, Jadon Sancho ve Bukayo Saka, sosyal medyada bir hakaret fezeyanına hedef oldu. Sadece Rashford, Sancho ve Saka olarak değil, esasen siyahlar (“zenciler”) olarak kondular hedef tahtasına. Maçın üzerinden bir saat anca geçmişken, Manchester’in yoksul göçmen mahalesi Withington’da, burada büyüyüp okula gitmiş olan Rashford’un resminin çizili olduğu duvarı grafitilerle pislediler. Bereket, ırkçı olmayan taraftarlar da var; onlar duvarın çehresini destek mesajlarıyla onardılar:

Bu ırkçı saldırıları, Başbakan Boris Johnson “bile” kınadı. “Bile” diyorum, zira Johnson bir hafta on gün önce, ırkçılığa karşı diz çökme eylemi yapan İngiltere milli takımını yuhalayan taraftarları destekleyen açıklamalar yapmıştı. Brexit harekâtı etkisini kaybederken, Johnson’un milliyetçi tantana koparmak için yeni malzemesi, “gayrı millî” saydığı her belirtiye ve “öz-İngiliz-olmayan” herkese yan bakmak. Millî maçlar bu halet-i ruhiyeye jeneratörlük yapıyor. Düşünün ki İngiltere teknik direktörü Gareth Southgate finalden önce taraftarları İtalyan millî marşını yuhalamamaları için uyarma gereği duymuştu. Çünkü yarı finalde Danimarka mili marşını yuhalamışlardı. Arjantin, Almanya gibi bir “tarihî hasım” filan da değil, “sadece” Danimarka… (Shakespeare’in Hamlet’indeki “Danimarka krallığında kokuşmuş bir şeyler var” repliğinden motive olmuş değildiler herhalde…)

⚽️

Final günü bu milliyetçi havaya Glasgow dolaylarından üflenen yeli de kaydedelim. İskoçya’nın bağımsızlığını savunan The National gazetesi, kapağında İtalya milli takımı teknik direktörü Roberto Mancini’nin Braveheart kılığında fotoğrafını basıp, “Kurtar bizi Roberto” manşeti attı.

İngiltere’nin 1966’daki yegâne uluslararası şampiyonluğunu kastederek, “Bir 55 yıl daha böbürlenmelerini çekemeyiz,” diyorlardı. Epey tepki gördü tabii.

En yürekten diz çöken takım 

Milliyetçi İngilizlerin “sorunu” şu ki, millî takımları onlara yeterince millî görünmüyor. Biraz fazla “solcu” görünüyor. Her maçtan önce diz çökerek “Black-Lives-Matter” ritüelini eda etmelerinin milliyetçi taraftarlarca protesto edildiğini belirtmiştik.

ABD’de siyahlara uygulanan şiddete karşı 2020’de başlayan bu kampanya, Türkçeye “Siyahların Hayatları Değerlidir” diye çevriliyor. “Siyahların Hayatlarını Dert Ediyoruz” da diyebiliriz, veya bence: “Siyahların canı candır.”

Siyah Amerikan futbolu oyuncuları icat ettikleri yere diz çökme ritüeliyle bu kampanyayı spor sahalarına taşımışlardı.

Eylemin sembolik dili de tartışılıyor bu arada: Diz çökmek, kurbanlara saygıyı, barışçı bir tutumu mu temsil ediyor? Millî marş okunurken yapıldığında, Amerikan futbolu oyuncularından birinin açıkladığı üzere siyahları ezen bir ülkeye saygı göstermemenin mi ifadesi? Yoksa mağduriyetin ezikliğini mi çoğaltıyor? Bu, ayrı bahis.

Büyük Britanya’da futbolcular, gerek lig maçlarında gerek ulusal maçlarda, bu ritüelin Avrupa futbol sahalarına ithalinde öncülük ettiler. İngiltere milli takımı çok siyahlı kadrosuyla bazı deplasman maçlarında da ırkçı sataşmalara maruz kaldığından, bu ritüeli hırsla ve can-ı gönülden benimsiyor. Avrupa şampiyonasında Belçika ve Galler’le birlikte, diz çökme eyleminin sistemli uygulayıcıları oldular. Teknik direktör Southgate de bu eylemi hor gören hükümet yetkililerine karşı oyuncularına destek çıkıp “kamuoyu önünde hak eşitliği için ırkçı adaletsizliklere karşı tavır almanın onların görevi” olduğunu söyledi.

Yarı gönüllü diz çökenler

“Siyahların canı candır” kampanyasının başını çeken takımlar, Belçika, Galler, İngiltere, rakiplerine de emsal oldular. İsviçre, Türkiye, Almanya takımları, onların diz çökmesine mukabele ederek eyleme katıldılar. Danimarkalılar Galler ve Belçika maçlarında diz çökmediler ama diz çöken rakiplerini alkışladılar. 

İtalya, “kararsızlığıyla” dikkat çekti, hatta biraz mavra konusu oldu. Belçika karşısında diz çöktüler ama takım kaptanı Chiellini “sadece rakibe saygı duyduğumuz için” diye şerh düştü. Galler maçında Belotti başlama vuruşunu yapacakken, Galler takımının diz çöktüğünü görünce bir an tereddüt etti sonra o da diz çöktü. Dört takım arkadaşı ona katıldı, altısı ayakta kaldı.

Eski içişleri bakanı sağcı-popülist Salvini, futbolcuların “siyasî jestlerle” değil futbol oynamakla ilgilenmeleri gerektiğini, ırkçılıkla mücadelenin sporcuların diz çökmesiyle olmayacağını falan söyledi o ara – sanki ırkçılıkla mücadele derdiymiş gibi…  İtalya’nın, futbol ortamında ırkçılığın en yaygın olduğu Batı Avrupa ülkesi olduğunu ileri sürenler var. 2019 Eylül’ünde İnterli Romelo Lukaku, Cagliari’ye attığı golden sonra rakip taraftarlarca maymun sesleriyle taciz edilince, sosyal medyada kamuoyunun ırkçılığa karşı daha açık tavır almasını istemiş, ortalığı epey çalkalamıştı. Bunun üzerine İnter’in Ultra taraftar grubu, oyuncularına moral destek niyetine, maymun sesi çıkarmanın ırkçılık sayılmaması gerektiğini “açıklamıştı” – yani, “sıkıntı yok, sen rahat ol” diyorlardı! Biraz da bu olayın etkisiyle Serie A’da ırkçılığa karşı bir kampanya başlatıldı gerçi. Fakat kampanyanın başlangıç sunumu biraz “talihsizdi”: Üç değişik renkte maymunu gösteren bir grafik!

Sanatçı, bütün insanların aynı kökenden geldiğini anlatmak istemiş, söylendiğine göre! Siyahların maymun sesiyle taciz edilmesi alışkanlık haline gelmişken, illâ yine maymun “kartını” oynamak, bilmem doğru bir inat mı? Nitekim Serie A yönetimi sonra özür diledi. 

İtalya futbol ortamının bu kâh açık kâh şuursuz ırkçılığından gına getiren bir İtalyan yazar, Fabio Ghelli, final günü İtalya’nın –Berlusconi’nin murdar ettiği- ananevî sloganını tersine çeviren bir yazı yazdı: “Forza Inghilterra!” – İngiltere ileri.

Ghelli, bu futbol ortamına ve mili takımın “Siyahların canı candır” eylemine katılmaktaki gönülsüzlüğüne duyduğu tepkiyle, ülkesinin takımına karşı İngiltere’yi destekledi. Bir de asıl, iki ulusal takımın göçmenleri içermesindeki (ve dışlamasındaki) bariz farka içerlemişti. İngiltere milli takım tertibi, bizzat, göçmen karşıtlığına atılmış bir tokattı ona göre. İçişleri Bakanı Patel’in göçmenleri ve mültecileri sınırdan çevirmeyi kolaylaştıracak önlem hazırlıklarına karşı, Londra’daki Göç Müzesi (Migration Museum) göçmensiz İngiltere milli takımını gösteren bir tweet atmıştı:  göçmen kökenlileri çıkarırsanız, genelde oynama şansı bulan “ideal” oyunculardan anca beş kişi kalıyor sahada.

İtalya milli takım kadrosundaysa göçmen kökenli üç oyuncu yer aldı: Jorginho, Emerson und Toloi. Üçü de Brezilya doğumlu, Brezilya’da yetişmiş. Profesyonel kariyerlerini İtalya’da sürdürmelerinden sonra vatandaş yapılmışlar. Toloi henüz bu sene… (Mancini, birkaç yıl önce, İtalya’da doğmuş olmayanların milli takımda oynamaması gerektiğini söylemişti!) Fabio Ghelli, bu imtiyazlı devşirme uygulamasının, İtalya’da doğmuş ve hâlâ vatandaşlık bahşedilmemiş 1,5 milyon göçmen çocuğuna atılmış bir tokat olduğu kanısında.

Yine de Ghelli, finalden sonra olanlara bakınca, belki  “Forza Inghilterra!” alkışından vazgeçmiştir. Her halükârda, hem bir başka siyasî bahsi, hem “pek insanca” bir hali hatırlattı bize: İnsan pekâlâ kendi ülkesinin millî takımını tutmayabilir.

“Hakiki” ve “öteki” İsviçreliler

Göçmen karşıtı ırkçılığın ısı merkezlerinden biri de İsviçre. İsviçre millî takımının sadece omurgası değil, kasları, sinirleri, iç organları da, göçmen kökenlilere dayanıyor. 21 kişilik kadronun 14’ü göçmen kökenli.

Eski milli oyuncu Stephan Lichtsteiner, bir maçtan önce demecinde “hakiki İsviçreliler” - “öteki İsviçreliler” ayrımı yapmıştı. İlki kendi gibi yedi göbek yerli, “beyaz” İsviçrelilerdi; “ötekiler” ise göçmen kökenliler. Lichtsteiner bu gidişle takımda “milletin özdeşleşebileceği” kimsenin kalmayacağından endişe ettiğini söylemişti.

Şampiyonanın ilk maçında İsviçre İtalya’ya yenilince, medyada “öteki-İsviçrelilere” yönelik bir hınç ifrazatı başladı.  “Performansını eleştirme” kisvesi altında, ırkçı karalamalar gırla gitti. “Bunların” milli marşı söylememelerinden başlayarak (oysa ulusal takım tarihinde “yedi göbek” İsviçreliler arasında da marşa katılmayanlar olmuştu), özellikle takım kaptanı Granit Xhaka’ya yüklendiler. Lüks arabalarından, gösterişli kılık kıyafetinden gayrı, bardağı taşıran son damla misali, saçını sarıya boyatması, “kendi halinde, alçakgönüllü” İsviçre ethos’una aykırı bir “görgüsüzlüğün” simgesi olarak dillere dolandı. “İsviçre’ye yakışmıyor” idi. Xhaka’nın “görgüsüzlüğü,” İsviçre’ye kapağı atıp sosyal refah devletinin imkânlarını sömüren tembel ve parazit göçmen figürünün üstünde tepinmeye bir defa daha vesile oldu.

İsviçre Fransa’yı elerken Granit Xhaka “maçın adamı” seçilince, aynı İsviçre medyası onu yere göğe koyamadı. Bu defa, üç “öteki-İsviçreli”li anarak, Xhaka, Rodriguez ve Seferoviç’li Altın Nesil’e methiyeler düzdüler.

İsviçreli sosyalist siyasetçi-yazar Jean Ziegler’in, ülkesinin rejiminin yapısal riyakârlığı teşhir eden kitabının adı neydi? İsviçre daha beyaz yıkar!

Siyah ve gökkuşağı

Budapeşte ve St. Petersburg statlarında tribün çoğunluğu, diz çöken Belçika takımı oyuncularını yuhaladı. Polonya Futbol Federasyonu başkanı da maydanoz olup, diz çökme eylemi yapan futbolcuları “popülizmle” suçladı.

Budapeşte’de, dahası oldu. Macaristan-Fransa maçında Mpappe ve Benzema tribünlerden ırkçı hakaretlere uğradılar. Macaristan takımı Fransa ve Almanya maçlarındaki direnciyle sempati kazanırken, Macar tribünleri ve “siyaseti,” turnuvada ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığının sıklet merkezi oldu.

Macaristan maçlarında siyah tişörtleriyle tribünde bir “siyah blok” oluşturan faşist taraftar grupları, “Yeşil Canavarlar” ve “Karpat Tugayı,” zaten Roman, Yahudi ve siyahlara sistematik düşmanlıklarıyla biliniyorlar. Macaristan milli takımında yer alan Fransa doğumlu siyah oyuncu Loïc Négo, lig maçlarında da ırkçı tacize uğruyor. “Karpat Tugayı,” Fransa maçından önce diz çökme eylemine karşı hususi protesto yürüyüşü yaptı.

Macaristan başbakanı Orbán, onları tebrik etti.

Turnuvanın bitiminden sonra UEFA, Macar taraftarların üç maçta da icra ettiği ırkçı tavırlardan ötürü Macaristan Futbol Federasyonu’nu üç maç seyircisiz oynama ve 100.000 Euro cezaya çarptırdı.

Macaristan Başbakanı Orbán, turnuvanın yeni başladığı günlerde, “Çocukları Koruma Kanunu” adı altında, eşcinselliğin müfredat ve televizyonda temsil ve tasvirini 18 yaş altındakilere yasaklayan bir kanun çıkarttırdı. Bu karara karşı yapılan protestolara, Almanya-Macaristan maçının oynanacağı Münih şehrinin belediyesi de katıldı; belediye meclisi stadı gökkuşağı renkleriyle aydınlatma kararı aldı – muhafazakâr partiler de imza attılar bu karara. Lakin UEFA kararı “siyasî” bularak –ve tabii ki güçlü sponsor Rusya’dan çekinerek–  izin vermedi. Bu da tartışma kopardı: UEFA’nın sözüm ona “daha adil, daha eşitlikçi, daha hoşgörülü” olmayı öngören resmî “felsefesinin” nerede kaldığını sordu birçokları.

Buna karşılık Almanya takımının kaptanı kaleci Neuer, turnuva başından beri koluna taktığı gökkuşağı renkli kaptanlık bandıyla zaten tavrını koyuyordu.

Leon Goretzka da maçın son anlarında attığı golden sonra Macar taraftarlara doğru kalp işareti yaptı, maçtan sonra da bu kareyi sosyal medya hesabından gökkuşağı ve “Spread Love” (Aşkı yayın) sloganıyla paylaştı. Goretzka, Mayıs sonunda bir söyleşide, daha fazla gay futbolcunun cinsel kimliğini açıklamasını ve bunu anlayışla karşılayacak bir ortamın oluşmasını dilediğini söylemişti.

Millî simge savaşları

Şampiyonanın siyasî repertuarından, millî hükümranlık dalaşmaları da eksik kalmadı. Rusya ve Yunanistan, takımlarının katılamadığı turnuvaya diplomatik çıkışlarla müdahil oldular. Rusya Dışişleri sözcüsü, Ukrayna’nın formasındaki amblemde “Ukrayna’ya şan olsun” ve “Kahramanlar onuruna” yazısı eşliğinde Kırım’ı içeren bir haritanın yer almasına itiraz etti. Kırım’ı 2014’te Rusya işgal ve ilhak etmişti, malûm. Sloganlarınsa, zamanında Nazi işbirlikçilerince kullanıldığını hatırlattı sözcü. UEFA, Birleşmiş Milletler’in geçerli kararlarına bakarak haritanın kalmasına fakat “siyasî mahiyet” taşıyan sloganların kaldırılmasına karar verdi. Yunanistan, Kuzey Makedonya takımı formasındaki “Makedonya Futbol Federasyonu” ibaresinde “Kuzey” adının geçmemesine karşı şikâyette bulundu. Malûm, komşusuyla ilişkilerini “normalleşmesine,” ancak “Kuzey” ön adını kullanması koşuluyla rıza göstermişlerdi. UEFA, Federasyon’un bütün işlemlerinde Kuzey Makedonya terminolojisini kullanmaya özen gösterdiğine dikkat çekerek itirazı geri çevirdi;

Su!

Ekoloji eksik kalmasın. Turnuva öncesi basın toplantısında Cristiano Ronaldo’nun, önüne konan iki Coca-Cola şişesini ittirip, su içmenin daha sağlıklı olduğunu söylemesi çok konuşuldu.

Sosyal medyada 300 milyon takipçisi olan Ronaldo’nun bu jestinin, Coca Cola hisselerinde 4 ilâ 5 milyar dolar düşüşe sebebiyet verdiğine dair haberler yayımlandı. Zamanında Coca Cola için reklama da çıkmış olan golcünün, Pepsi’yle anlaşmak üzere olduğuna dair tezvirat yapıldı; Ikea bu “su için!” videosunu kendi “yeniden değerlendirilebilir şişe” reklamı için kullandı: “Su iç, ama sürdürülebilir olsun, Cristiano!” Neticede hem reklam ve sponsorların futbolu istilâsı üzerine tartışmalara vesile oldu Ronaldo’nun “su!” çıkışı; hem de “şişiren,” kalbe-damara tazyik eden ve bağımlılık yapan içeceklere karşı, varsın bir anlık olsun, “farkındalık” yarattı.

Katar’da ne olacak?

Biliyorsunuz önümüzdeki sene Dünya Kupası finalleri Katar’da oynanacak. Katar’ın büyük paralar dökerek bu turnuvayı “satın aldığı” biliniyor. Avrupa’da birçok önemli taraftar platformu, bilcümle yurttaş haklarının kibar tabirle hayli kısıtlı olduğu Katar’daki turnuvanın boykot edilmesi gerektiğini savunuyor; bazı federasyonlar boykota cür’et edemese de mızırdanıyor. Geçtiğimiz aylarda Almanya, Norveç ve Hollanda'nın, Dünya Kupası terfi maçlarına formalarının üzerine “insan hakları!” sloganlı tişörtlerle çıkmaları, bu mızırdanmanın bir işareti idi.

Norveç milli takımı, Cebelitarık ile oynadıkları maçta, 2022 dünya kupası sahibi Katar'ı protesto ederken: "Saha içinde ve dışında insan hakları".

Muhtemelen, 2022 Dünya Kupası etrafında da çok siyasî münakaşa yapılacak.

“Devlet büyükleri böyle istiyor”

“Spora-futbola siyaset karıştırmayalım”ın lâf-ü güzaf olduğunu izah etmeye hacet var mı? Son Avrupa Şampiyonası kalem kalem teyit etti bunu. Futbolun, yani futbolun aktörlerinin siyasete müdahil olmasının örneklerini de gördük. Şimdiye kadar gördüğümüzden daha fazla gördük. Abartmamalı ve küçümsememeli.

Türkiye’de, bu yavan söz, hâlâ resmî geçerliliğini koruyor. Memlekette futbolun gûya siyaset-dışılığına dair iki yüzlülüğün özeti şudur: Bir taraftan, resmî siyaset dışı veya sadece “standart dışı” olan hiçbir sözü, imajı, pankartı stadyum manzarasına sokmayan ultra steril bir istibdat hüküm sürer. Diğer yandan, maçlar ve stadyumlar resmî siyasetin kamu spotu mecrasıdır ve bu asla siyasetten sayılmaz. Tabii ki siyasîdirler. Milliyetçilik de, “doğal, normal” değil, siyasîdir. 2019’da, Fransa maçından sonra mili takım futbolcularının tribünlere asker selâmı vermesi üzerine –o sırada Türkiye Suriye topraklarında bir harekât sürdürmekteydi– UEFA Federasyon’a 50.000 Euro ceza vermişti. Azerbaycan’la dayanışma faslından haftalarca tribünlere serilen “tek millet iki devlet” pankartlarına daha önce değinmiştim. Evvela, bunların siyaset-dışı “tezahürler” olmadığını konuşabilmek lazım.

Bu ortamda, futbolun aktörlerinden siyasî-toplumsal konularda renk vermelerini, jest yapmalarını beklemek zor. Zaten keskin tavır alışlardan, propagandadan değil, jestlerden, renk vermekten söz ediyoruz. Bir takımın, bir futbolcunun bir kamusal meselede renk verebilmesinin normalleşmesinden söz ediyoruz. Futbolcu Taylan Antalyalı’nın sosyal medyada gökkuşaklı bir tişörtle Onur Haftası’na selam vermesi, saygıdeğer, o bakımdan.

Bunun üzerine millî takımdan tart edilmesi çağrıları yapılırken Galatasaray kulübünün futbolcusuna sahip çıkması da saygıdeğer. Fenerbahçe kulübünün İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkması da öyle…

Hatta, iktisaden sıkışan kulüplerin, Futbol Federasyonu’nun “devlet büyükleri böyle istiyor” dayatmalarına usuldan bozuk atmaya başlaması da öyle.

Metin Kurt, kapitalizme ve “sisteme” bayrak açmaktan önce, gayet yalın ve basit, futbolcuların kendi aklı fikri ve tercihi olan reşit insanlar olarak tanınmasını talep etmişti. Futbol-siyaset ilişkisinin araçsallaştırıcı olmayan “rahat” bir ilişkiye açılması, futbolun aktörlerinin rüşdünü kazanmasıyla doğrudan alâkalı.

 

GİRİŞ RESMİ:

Alman milli takımı, 2021 Mart ayında, Norveç’i takip ederek 2022 dünya kupasına ev sahipliği yapacak olan Katar’ı protesto etmişti. İzlanda maçı öncesi her biri bir harf içeren tişörtleri giyen oyuncular yan yana gelerek insan hakları yazısını oluşturdular. Protestonun hedefi, Katar’da stadyum inşaatlarında hayatını kaybeden göçmen işçilere dikkat çekmekti.