Şebnem İşigüzel: “Tarihe bugünden bakmadım, bugünü tarih üzerinden yazdım.”

“Şule Çet’in arkadaşları olmasaydı katiller ceza almayacaktı. Şule Çet unutulmasın, bu kitapla yaşasın istedim. Arkadaşlarına da teşekkür etmekti amacım. Çok kıymetli bir mücadele verdiler çünkü. Adalet olmadığı sürece İstanbullu Amazonlar 1809’la aramızdaki iki yüz yıllık mesafe yok oluyor aslında."

06 Mayıs 2021 00:39

Esma Sultan hakkında ne biliyorsunuz? Eğer çok bilgim yok diyorsanız merak etmeyin, kendisi hakkında diğer Osmanlı üyeleri kadar yazılmış tarihî kaynak yok zaten. Peki neden? Erkek egemenliğindeki imparatorluğun güçlü kadınlarından biri aslında. I. Abdülhamit ile Ayşe Sineperver Sultan’ın kızı. Yeniçeri ayaklanmasında tahta geçecek erkek bulunamayınca onun adı geçiyor ama tabii ki olmuyor, olamıyor. Çünkü kadınlara taht reva görülmüyor. Peki Esma Sultan tahta çıksaydı ne olurdu? İşte Şebnem İşigüzel yeni kitabı İstanbullu Amazonlar 1809’da bu sorunun cevabını arıyor: Romanda Esma Sultan tahta geçmekle kalmıyor, kadınlara kol kanat germeye çalışıyor. Kitabını ‘Öldürülen kadınlara, geride kalan kız kardeşlere, Şule Çet ve arkadaşlarına’ ithaf eden Şebnem İşigüzel’le İstanbullu Amazonlar 1809’u konuştuk.

 

Kitapla Esma Sultan’ın yanı sıra Hatice ve Beyhan Sultan’ın da yaşamlarına ortak oluyoruz. Bu kitabın fikri nasıl ortaya çıktı? 

Fikir cezbetti beni. Sarayın etrafını saran kızgın yeniçerilerin vârissiz kalan tahta hakikaten bir kadın sultanı çıkarmak istediklerini, bunu dile getirdiklerini biliyordum ama yazmayı düşünmemiştim. Pop bir hikâye olma olasılığı yüksekti ve asla öyle bir şey yapmayacağım için anlatması, dönüştürmesi zordu. Zorluğu, korkuttuğu kadar büyüledi de. Bunun üzerinden sarsılmaz bir gerçeği eğirip bükmek istedim. Öncesinde Osmanlı’yı sarayın içinden anlatacağımı söyleseler inanmazdım.

Bütün romanlar sadece bir his olarak gelir esasında. Sanırım ilkin haremde Fransız sefiresini ağırlayan ve makaron yiyen kadın topluluğunu gördüm. Romanın rüyasını gördüm sanki ilkin. Dünya aynı yüzyılda ve öncesinde kadınların tahtını yaparken, bu coğrafyada sırf kadın olduğu için tahta çıkılamaması büyük eşitsizlik. Aşılsaydı her şeyin devamı başka türlü gelebilirdi miydi, emin değilim ama yazması ve anlatması güzel bir hayaldi.

“Hakkı olduğunu düşünmüyordu”

Esma Sultan yeniçeriler aracılığıyla ayaklanma çıkarıyor ama kendisi tahta çıkmıyor. Ama siz onu tahta oturtuyorsunuz. Bu bir kadından diğerine itibar iadesi olarak görülebilir mi?

İtibar iadesinden öte, onu çok iyi anladığım bir nokta var: Hakkı olduğunu düşünmüyordu. İsyanları yönetecek gücü ve becerisi vardı ama taht onun hakkı değil, kavuğunu başında zor taşıyan, kaftanının eteğine basıp düşen aptal kardeşinindi. Çünkü Esma kadındı. Bugün de pek çok kadın yeteneklerine ve zekâsına rağmen geride durmayı tercih ediyor. Bir tür öğrenilmiş çaresizlik. Daha çok bunu anlatmak istedim. Gücünün farkında olmamak değil bu üstelik. Daha iyi, daha güçlü, daha akıllı olduğunu bile bile kabullenmek zorunda bırakılmak. Bir tür boyun eğmeye mecburiyet. Bunun kanıksanması daha acı.

Bu kitapta adı geçen sultanları korumakla görevli Cengâver Karılar Birliği’yle Osmanlı’daki feminist harekete selam durduğunuzu düşündüm. Bu kadınlar sadece kaba kuvvetle değil, kalem gücüyle de öne çıkıyorlar üstelik…

Fikirle direnmeyi bilmek için karşınızdakinin de fikri olmalı. Benim Esma Sultan’ım devrin İngiliz elçisiyle Platon’dan söz ediyor. Hoş, o bölümde Platon’un Devlet diyalogunda söz ettiği, ‘feminist’ denebilecek, ‘ideal devleti yönetecek filozoflar erkek olabilecekleri gibi kadın da olabilirler’ tezini mesele etmediğime yanıyorum. Esma’ya, karşısındaki sefireye, elçiye, Frenk’e, Platon’un bile ‘feminist’ başlayan düşüncesinin cinsiyetçiliğe nasıl yenik düştüğünü söyletip tartıştırmayı düşündüm aslında. Şuraya geleceğim: Biz kadınlar ne yapacağımızı biliyoruz da toplum, sistem, bizi aşağı çeken şeylerin bildiği tek şey eşitsiz davranmak, üzerimizde baskı kurmak. Kahramanlarım kaba kuvvetle yola çıkıyorlar, evet ama koşullar böyle. Zekâ barındıran şeyler yapıyorlar, kanundaki açıktan yararlanıp kocalarını zehirlemek ve cezasız kalmak gibi. Aslında direniyorlar ve dediğiniz gibi bunun fikre evrilmesi bu toprakların feminist kadın atalarına selam durmak anlamı taşıdı benim için. Ayrıca bugün dayanışma içinde olabiliriz.

“Tarihe yeni bir yerden bakmaya çalıştım.”

Kitapta tarihten ve araştırmalarınızdan notlar var. Ancak okuyucu olarak ben onları bile araştırma ihtiyacı duydum. (Bu arada, Hasanpaşa Fırını’nda Amazon kurabiyesi var mı diye bakanlardanım.) Amacınız okuyucunun da bu kitaba emek vermesi ve ilgisini canlı tutması mı? 

Okuruma oyun oynama arzusu. Ancak bunu benim yerime anlatıcılarım yapsınlar istedim. Bunu yaparken okura tuzak kursunlar, yanıltsınlar, hatta kafa bulandırsınlar, kafa bulsunlar istedim. Ben değil de anlatıcılarım yazıyor, anlatıyormuşçasına baktım kahramanlarıma. Dolayısıyla burada hem kahramanlar üzerinden anlatılan bir şey var ki, dediğim gibi bunun günahı da, sevabı da anlatıcıların. Bir de iddialar, ispatlar, kanıtlar, şüphelerin dillendirildiği bir katmanı daha var romanın. Okurumu içine iteceğim derin bir kuyu, bir harikalar tüneli kazmaya çalıştım. Coşkulu ve lezzetli bir anlatı olsun ama bilmediğimiz bir meyve gibi dilim dilim yiyelim bunu. Bildik ama çok başka olsun istedim. Tarihe yeni bir yerden baktım. Modern ve yenilikçi diyebilirim. 

Esma Sultan’la ilgili yaptığınız araştırmalarda sizi en çok şaşırtan ne oldu?

İyi bildiğim bir dönemdi zaten. Gerisi benim kurmacam ve hayalim. Esma’ya dair fazla kaynak yok. Kimin var ki? Bana gereken onlar değildi zaten. Bana yazdıran hakikat değil, hayal. Dönemi ve yaşantıyı bilmek yeterliydi. Sadece Marie Antoinette ile aynı dönem yaşamış olmaları güzeldi. Faust’un birinci cildinin yazılmış olması güzeldi. İngiltere’de feminist fikirleri ilk dillendiren Mary Wollstonecraft’ın yaşamış olması denk düştü. İstanbul ve Osmanlı’dan çok döneme ve dünyaya baktım aslında. Düşünce tarihinde, şiirde o dönem neler olmuş, neler yazılmış… Bunlar kahramanlarınızın yerine geçebilmek için daha önemli. Tabii o dönemin gündelik hayatını, ne bileyim, kanunlarını bilmesem, kocalarını zehirleyen kadınları, İstanbul’un kedilerini, seyyahları ve hatta karda çatıları çöken evleri, Frenk elçileri gibi ayrıntıları çıkaramazdım. Bilmek en kolayı. Okur, öğrenirsiniz. Bilmek kadar önemli olan şey, hissetmek. O olabilmek, onun gibi düşünebilmek, eşyayla ilişkiyi bile yeniden kurmak gerekiyor. Tarihî romanlarda bu bilhassa gerekiyor.

Annesi kızı için ‘erkek gibi’ diyor ama “Esma bir kadının da pekâlâ düşünebildiğini biliyor” ifadesine takıldım ben. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Cinsiyet üzerine epeyce düşünüyor. Varlık üzerine de öyle… Roman boyunca çok temel ve hassas soruları var. Beni en çok heyecanlandıran onun için içsel bir hayat icat etmek oldu. Hepimizin iç dünyası görünenden daha ilginç. Saklı çünkü. Bir de mektupların ve günlüklerin kaynaklık ettiği bu zamana ait şeyleri bulmak heyecan verdi. Erkekler arasında güçlü ve akıllı bir kadının varlığı zordu elbette. Kadınlığının kıymetini bildi ve bunu eksiklik olarak görme tuzağına düşmedi. İnsanın hak etmediği şeyleri yaşaması, ezilmesi, horlanması kadar büyük bir felaket yoktur. Bu coğrafyada kadınlar, gençler, çocuklar bu felaketle yaşıyor.

"Şule Çet unutulmasın istedim."

Kitabı ‘öldürülen kadınlara, geride kalan kız kardeşlere, Şule Çet ve arkadaşlarına’ ithaf ediyorsunuz. Hem bir kadın hem de bir yazar olarak bu konuya çok duyarlı olduğunuzu biliyorum. Özellikle Şule Çet davasında sizi etkileyen özel bir şeyler olduğunu hissettim. Yanılıyor muyum?

Çok üzüldüm o güzel çocuk için. Çocuk, çünkü kızım kadardı. Genç bir kadına tecavüz edip pencereden attılar ve bunu yapanlar serbest kaldı. Kahredici bir şeydi bu! Şule Çet’in arkadaşları olmasaydı katiller ceza almayacaktı. Şule Çet unutulmasın istedim. Bu kitapla yaşasın. Daha güzel yerlere verelim adını ve unutulmasın. Arkadaşlarına da teşekkür etmek istedim. Çok kıymetli bir mücadele verdiler çünkü. Adalet olmadığı sürece İstanbullu Amazonlar 1809’la aramızdaki iki yüz yıllık mesafe yok oluyor aslında. Tarihe bugünden bakmadım dolayısıyla. Bugünü tarih üzerinden yazdım. Romanın konu ettiği kadın, siyaset, özgürlükler değişmedi, aksine hortladı. İki yüz yıl öncesinin olmayan adaleti de Şule Çet’in katilleri gibilerini görmüyordu zaten.