1985 yılında yayınlanan, yakınlarda televizyon dizisi haline getirilen Damızlık Kızın Öyküsü'nün (Handmaid's Tale) bir devamı niteliğindeki Booker ödüllü Ahitler (Testaments) Türkçede... Margaret Atwood'un çizdiği tablo bu kez o kadar karanlık değil.
05 Nisan 2020 01:31
Gençliğimi, bana imkânsız olduğunu söyledikleri şeyleri yaparak geçirdim. Ailemden kimse yüksek öğrenim görmemişti. Benim üniversiteye gitmemi nefretle karşılaşmışlardı. Üniversiteyi burs alarak ve akşamları düşük ücretli, pis işlerde çalışarak okudum. Bu durumlar insanı güçlendirir, katılaştırır. Direngen ve inatçı olursunuz. Gücüm yettiği sürece elenmeyecektim. Ama üniversitede kazandığım değerlerin, inceliklerin hiçbiri burada işime yaramayacaktı. Alt sınıftan gelen, katır gibi inatçı, zeki ve aşırı gayretli o çocuğa geri dönmek zorundaydım. Toplumda elde ettiğim ve şimdi elimden alınan mevkie erişmek için merdivenleri çıkarken kullandığım stratejik aklı kullanmalıydım. Açık noktalarını, zayıflıklarını kullanmak zorundaydım ama önce bunların neler olduğunu keşfetmem gerekti.” (s. 147)
Margaret Atwood 80 yaşında. Türkçe çevirileri Doğan Kitap tarafından yayınlanan eserlerinde biyografisi "Kanadalı şair, yazar, eleştirmen, denemeci, feminist ve çevre aktivisti” diye başlıyor. Fakat aslında yazdığı her şeyden, onun dünyanın yükünü sırtında taşıyanlardan olduğunu anlıyoruz. Bize dünyaya gelmekle içine düştüğümüz imtihanları hatırlatıyor.
K24 editörlerinin daha önce hazırladığı Atwood dosyasında yer alan kısa bir çeviri röportaj yazar hakkında daha fazla bilgi edinmenizi sağlayabilir... Ormanda büyüyen, altı yaşından bu yana okuyan, yedi yaşında yazdığı ilk roman karıncalar hakkında olan bir kız çocuğu o. 1950’lerin 1960’ların Kanada’sında içinde yazı yazarak geçinebileceği bir meslek edinmeye çalışıyor. Gazeteci olmayı düşünüyor ama o dönem kadınlara ölüm ilanları ya da moda sayfasında yazabileceğini söylüyorlar. Evlenip çocuk yapmasını öneriyor danışmanlarından biri. Ama o Paris’te bir çatı katında sigara ve absent içip yazmak istiyor, kendini bir köprüden atmak zorunda olacağını düşündüğü belirsiz bir geleceğe kadar. Öğretmenlik yapabileceğini düşünüyor, İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyor. Sonrasındaysa pek çok ödül ve elliyi aşkın kitapla hayatımızın içinde Atwood.
Kadın mücadelesinin simgesi haline gelen eserlerden biri olan Damızlık Kızın Öyküsü (The Handmaid’s Tale, 1985) romanı yakın zamanda dizi olarak uyarlandı. Ben romanı okuyup diziyi seyredemeyenlerdenim. Şiddeti okumak ile seyretmek arasındaki mesafeyi nedense bir türlü aşamıyorum.
Ütopya ve distopya tarzlarını birleştirerek adına “üstopya” dediği kendine has üslubuyla bilimkurgu romanları yazan Atwood’un yüzümüze çarptığı ise kadınlık, özgürlük ve iktidar rejimleri. 2019 yılında Booker Ödülü’nü alan ve Damızlık Kızın Öyküsü’nün 15 yıl sonrasını anlattığı devam romanı olan Ahitler, Canan Sılay çevirisiyle Türkçe olarak yayınlandı. Karantina günlerinden hemen önce yayınlanan roman meraklılarını bekliyor. Bir devam romanı olmakla birlikte, Damızlık Kızın Öyküsü’nü okumayanların da yakalayabileceği bağımsız bir anlatı diye de görülebilir.
Erkek egemen düzenin kadınlar üzerinde kurduğu tahakküme bir başkaldırı eseri olan Damızlık Kızın Öyküsü romanını yazmaya, 1984’te Batı Berlin’de yazmaya başlamış Atwood. Duvar henüz orada. Soğuk Savaş devam ediyor. Roman 1985 yılında yayınlanmış. İncil’den esinlenerek kurguladığı Gilead totaliter bir Kuzey Amerika ülkesi.
Kadınlara haysiyetle yaşama hakkı tanımayan bir yer o ülke. Çalışma hakları yok. Okumaları yazmaları yasak. Yüksek rütbeli erkeklerle evlenip çocuk doğurmak ve ev işlerini yapmaktan başka gelecek hayal etme hakları yok. Gilead’ın, onu önceleyen gerçek dünya ile bağı var, bir geçiş dönemi anlatılıyor. Sadece kadınların değil alt sınıfa mensup erkeklerin hayatları da alt üst. Kurgunun gerçeklikle bağı ise romanın diziye uyarlandığı dönemde en çok ABD’de konuşuldu ve Damızlık Kızın Öyküsü, o sıralar gündeme gelen kürtaj yasası için bir sembole dönüştü.
Korona günlerinden kısa bir süre önce yayınlanan Ahitler, Gilead’ın 15 yıl sonrasını anlatıyor. Roman, rejimi yıkmaya çalışan Lydia Teyze’nin, rejimden kaçışın simgesi haline gelen Nicole bebeğin ve onun kız kardeşi Agnes’in günlüklerinden oluşuyor. İlk romanın kahramanlarından olan damızlık kız Fren’in kaçışının üzerinden 15 yıl geçmiş, Gilead rejimi çürümeye devam ediyor. Düzenin içinde ve kadınların üstünde etkisi olan Lydia Teyze, Duvar’ın iki tarafında iki genç kadının yollarının kesişmesini sağlıyor. Sistemin tam ortasında duran Lydia Teyze erkek devletinin rezilliğini, pespayeliğini, suçlarını kayıt altına alıyor.
İlk romanda kurduğu Gilead dünyasını anlatan Atwood, ikinci romanla o dünyayı yönetenlerin beyin kıvrımlarına götürüyor bizi. Dünyadan daha çok zihin anlatımı yer alıyor.
Devam kitabının neden yazıldığına dair ipuçları içeren ilginç bir yazı K24’te, Testaments piyasaya sunulduktan sonra yayınlanmıştı. Ne Damızlık Kızın Öyküsü ne Ahitler bugün bizim yaşadığımız dünyanın çok uzağında değil. Kız çocuklarının evlendirilmesi, bekâretin kutsal, kürtajın yasak/günah olması, erkeklerle aynı işi yapan kadınların daha az ücretle çalıştırılması ya da çalıştırılmak istenmesi, çocuk doğurmayı tercih etmeyen kadınlara garip bakılması, arkalarından konuşulması, devletin mahremiyet tanımadan yatak odasına kadar girmesi… Ha bir de şunu eklemek lazım: Her hastalık, doğal afet ya da herhangi bir badire sonrasında kendisine din adamı diyen insanların televizyon ekranlarından, gazetelerden yine sorunu cinselliğe bağlamaları. Hepsini peş peşe sıralayıp bir solukta okuyunca insan öfkelenmeden duramıyor. İki haftadır yapılan “evde kal”, “hayat eve sığar” kampanyalarının sonucunda sadece 11 Mart-31 Mart tarihleri arasında 20 kadın öldürüldü. Hayat eve sığmıyor, kadın yürüyüşleri bile engelleniyor, lakin biliyoruz ki özgürlük sokakta.
Sakladığı gazete kupürlerini göstererek, Damızlık Kızın Öyküsü’nün, romanda anlatılan bütün ürkütücü olayların… aslında hayal gücü kadar dünya tarihinin karanlık bölümlerinden çıktığını söylemişti Atwood. Damızlık Kızın Öyküsü gerçekten de okura karanlık bir dünya sunuyordu, Ahitler ise ilk romanın yazılmasının üstünden 15 yıl geçtikten sonra başka bir hayatın mümkün olabileceğine dair küçük bir kapı aralıyor. Daha önce de köşeye sıkışan ve her defasında üstesinden gelmeyi başaran kadınlar, bunun yolunun birbirlerine anlattıkları hikâyelerden geçtiğini biliyorlar. Atwood kurguladığı dünyanın hayal edilmesini değil düşünülmesini istiyor. Toplumsal ahlâki değerlerin iktidarlar tarafından nasıl yerle bir edildiğini ve bunun nasıl sistematik bir şekilde yapıldığını anlatıyor. Lydia Teyze bir şekilde ikili oynayarak kendince bir iktidarı sembolize ediyor; insanların güçleri ya da zayıflıkları, onların düşüşleri ve yükselişleriyle yakından ilgileniyor ve bütün bunları kendi kurduğu tiyatronun içine yerleştiriyor.
Atwood bize bildiğimiz dünyanın nasıl döndüğünü bir kez daha hatırlatıyor: Yeryüzünün her yerinde devletler, iktidarlar ve otoriteler var; kurulabilir, sistem haline gelebilir ve elbette yıkılabilirler. Koca dünyayı bir ev, iktidarları baba olarak yorumlarsak kız ya da erkek fark etmeksizin bütün çocuklara tek önerim günün birinde mutlaka evden kaçmaları ve kaçtıkları yere asla geri dönmemeleri, kendi dünyalarını kurmaları olacaktır. Toplumlar dini inançları ve aileyi ne kadar yüceltirse dinin ve ailenin içindeki çürüme bir o kadar büyüyor. Bedenlerini tanıyamadan yetişkin olan ve kendilerini yine tanımadıkları düşünce sistemlerinin içinde bulan çocuklar bir gün mutlaka evin ve evrenin yıkılabileceğini bir yerde öğreniyorlar. Umutsuzluğa kapılırsanız bir gün evden kaçabileceğinizi hayal edin.
•