“Gerçek bir erkek” ya da “güçlendirilmiş bir kadın” olmak yerine, iyi bir insan ve iyi bir yurttaş olmayı konuşmalıyız...
Lisa Wade, ilk olarak 26 Ekim 2017'de Public Books'ta yayınlanan "The Big Picture: Confronting Manhood after Trump" başlıklı yazısında, erkeklik kodlarında gizli zehirli biçimleri yazıyor...
Şu yaşadıklarımız eğer bir roman olsaydı, mantık dışı denir, ciddiye dahi alınmazdı. Amerika, dünyanın en güçlü ülkesinin en üst makamına grotesk, ağzından salya akıtan bir ilkel benlik seçti; kendini, hiçbir ironi yapmaksızın, “dünyanın en büyük şahsiyeti” olarak tanımlayan hırçın bir narsisti[1]. Benliğinin merkezinde ise küstah ve kindar bir erkeklik yatıyor; Başkan Yardımcısı’nınki gibi soğuk ve hesapçı değil, açık bir yara misali ateşli ve iltihaplı.
ABD Başkanlık seçimleri kampanyaları daima “iyi” ve “gerçek” erkeklerin nasıl olduklarına dair bir referandumu andırır, ancak Trump o denli arsız bir şekilde cinsiyetçi, aşağılanma duygusundan da öyle yoksun ki, hayatta olan hiç kimse bu kadarına tanık olmamıştır.[2] Seçim kampanyası sırasında güya daha zayıf erkeklere iğdiş edici sözlerle sataşmış, cüretkâr kadınlara cinsiyetçi hakaretler saçmış, reşit olmayan kız çocuklarından cinsel bir obje olarak söz etmiş ve diktatörlerin totaliter gücüne göz dikmişti.[3] Kukular ve penis boyları ve çirkin bir kadına nasıl asla tecavüz etmeyeceği gibi konularda böbürlendi. Seçim kampanyası ise bırakın uçurumun dibine yuvarlanmayı, aksine büyük ivme kazandı.
(Çoğunlukla olduğu gibi) ırkçılıkla, homofobiyle, dinî nefretle ve milliyetçilikle karışık olan bu sefil erkeklik gösterisine hoşgörüyle yaklaşmaya hazır ciddi bir oranda erkek ve hatta kadın var. Ayrıca uzun yıllardır onun gibi birisinin gelmesini bekleyen, hasretini çeken, şehvetle arzulayanlar da var. Breitbart, 4Chan ve /r/The_Donald’dakiler; zehirli sağcı radyoları dinlemekten kafaları kıyak olanlar; yaşadığımız toplumun içinde burnumuzun dibinde saklananlar için Trump, Muhafazakâr Parti’nin başkanlık önseçimlerinden sadece bir aday olarak değil, bir önder olarak belirdi: Amerika’nın refahını kendilerinden değersiz gördükleriyle paylaşma fikri karşısında saçları diken diken olan, çoğunluğu beyaz erkeklerin kahramanı olarak.[4] Trump, “[New York’ta] Beşinci Cadde’nin ortasında durup birisini vursa dahi” oy kaybetmeyeceğine inanmakta belki de haklıydı, vurduğu kişi kadın, siyahî ya da esmer, Müslüman ya da bir göçmen olduğu müddetçe.[5]
Trump Başkan seçildikten sonra son on yılların en erkek-egemen kadrosunu topladı ve bilindik beyaz milliyetçileri de üst düzey makamlara atadı. Trump, Kongre’de (çoğunlukla) erkeklerden oluşan bir grubun yardımıyla ayrımcılık karşıtı yasalara ve eşit ücret yasalarına; sağlık, doğum kontrol ve doğum öncesi bakıma; kadınların gelişimi için yabancı kaynaklı yardımlara; üniversite kampüslerinde cinsel saldırıya karşı ulusal kılavuz ilkelerine; ve en yüksek mahkemenin sivil hakları koruma yönünde hareket etmesi konusunda olabilecek en ufak ihtimale karşı topyekûn saldırıya geçti. Muhafazakâr Parti’nin korkakça suç ortaklığı sayesinde Trump gözümüzün önünde katılımcı ve geniş tabanlı demokrasinin altını oymakla meşgul. Sahiden de Trump’ın kişiliğinde –belki tembelliği dışında– başkanlık dönemi (ya da dönemleri) sona erdiğinde kendi iradesiyle iktidarı bırakacağını düşündüren hiçbir şey yok.
Karşısında bulunduğumuz durum tarihi bir kırılma noktasıdır, kim olduğumuzu, ne ve neyi neden yaptığımızı yeniden düşünmemizi gerektiren bir gerçeklik kayması yaşıyoruz.[6] Bu doğrultuda, Trump’ın yükselişi, feministler ve müttefiklerinin böyle bir durum karşısında farklı bir şekilde düşünmeyi ve savaşmayı öğrenmelerini gerektiriyor. Ve bunda hızlı olmalıyız.
İlericiler arasında terk edilmesi gereken ilk şey, kaçınılmaz olarak daha iyi bir yere doğru bir yolda olduğumuz inancıdır.[7] Amerika’nın, “tüm insanların eşit olarak yaratıldığına” dair görkemli demokratik vizyonunun tüm erkekleri ya da herhangi bir kadını içermediğini ve vaat edilen eşitliğin bize asla tanınmadığını biliyoruz. Ancak buna rağmen, pek çoğumuz bir bilinç tutarsızlığı yaşayarak ülkeyi mükemmelliğe doğru bir yolda hayal edip, hâlâ Amerika’nın büyük bir ülke olduğu fikrine sıkı sıkı tutunuyoruz. Köleliğin kaldırılmasının savunucularından Theodore Parker’ın dediklerini anımsatan Martin Luther King Jr.’ın o ünlü sözü gibi: “Ahlakî evrenin yayı uzundur, fakat adalete doğru bükülür.”
Feministler arasında bu iyimserliği yansıtan revaçtaki metafor, sosyolog Arlie Hochschild tarafından 1989’da lanse edilen “duran devrim” tabiri.[8] Hochschild’ın amacı hem kaydedilen mesafeye (kadınların daha önce yalnızca erkeklere özgü görülen davranış ve aktiviteleri coşkuyla kucaklaması) hem de daha kaydedilmesi gereken mesafeye (erkeklerin daha önce kadınlara özgü görülen davranış ve aktiviteleri kucaklaması) dikkat çekmekti. Metaforda üstü kapalı olarak, kadın ve erkeklerin kendi doğalarının -erkeklik ve kadınlık- her iki yarısını da kucakladıklarında cinsiyet eşitliğine ulaşabileceğimiz fikri yer alıyor. Hochschild’a göre, yolun yarısındayız. Cinsiyet ilişkilerini kökten değiştirmek için yeniden ilerlemeye başlamamız gerekiyor.
Otuz yıl bir metafor için uzun bir hayat ki herkesin yaşadığı gerçek bir durumu yansıttığı, kullanışlı ve tanımlayıcı olduğu için hâlâ kullanılıyor. Ancak artık Trump’ın Amerika’sında yaşıyoruz. Duran devrim metaforu, bugüne kadar her ne kadar kullanışlı olsa da, doğrusal bir geçmiş ve gelecek varsayıyor. Durmanın, durağanlık ile aynı şey olduğunu varsayıyor: hâlâ sürücü koltuğunda olduğumuzu, yolun orada durduğunu ve hâlâ iyi bir yere doğru ilerlediğimizi. Söz konusu metafor, dünyanın gözümüzün önünde yön değiştirmiş olabileceği ve bizi de artık izlemek istemeyeceğimiz bir yola sürüklediği ihtimaline izin vermiyor. En azından korkunç bir şeye doğru gittiğimiz -gitmekte olduğumuz- olasılığını içermediği kesin.
Aslında Trump’ın erkekliği, zehirli erkeklik diye adlandırdığımız şeye tekabül ediyor. Bu niteleyici tabir, Trump öncesi dönemde kötü ve iyi erkeklik ideallerini ayırt etmekte kullanılırdı. Bazılarına göre, cinsel saldırı, kitlesel silahlı saldırılar ve erkeklerin güneş kremi sürmeyi reddetmesi tuhaflığının arkasında zehirli erkeklikler vardı, ancak bunlar erkekliği genel olarak yansıtmıyordu, dolayısıyla bu tabiri kendi hâline bırakmak gerekirdi. Ancak asıl sorunun erkekliğin kendisi olduğu ihtimaliyle yüzleşmek zorunda kalana kadar daha bir süre boyunca erkeklik için belirtebileceğimiz niteleyicilerin de bir haddi var.
Sheryl Sandberg’in imzasını taşıyan Lean In (Yaslan, 2013) gibi projelerin feminist eleştirileri, mesela -kadınları erkek egemenliğindeki çalışma alanlarında erkeklerle rekabet etmeye teşvik eden projeler - kadınların erkekliği kucaklamasının kadınlar için bireysel açıdan iyi olabileceğini ancak toplum için bir hayli zararlı olacağını belirtiyor.[9] İş birliği yerine rekabetten haz duymak, rakiplerini yenmekten zevk almak ve zenginlik istifleyip, gücü kendi çıkarı için kullanmak erkeksi bir “egemenlik siyaseti”nin özellikleridir.[10] Bu oyunun kazananlarının yarısının kadın olması dünyanın gerçekten de daha iyi olacağı anlamına mı gelir?
Aynı zamanda sosyologlar erkeklerin, erkek egemenliğinin varlığını korumasını sağlayacak şekilde toplumsal cinsiyet performanslarına kadınsılık karıştırmaya gayet muktedir olduğunu savunuyor.[11] Örneğin, “Gücüm Zarar Vermek İçin Değil” (“My Strength Is Not for Hurting”) gibi tecavüz karşıtı kampanyalarda ve “Söz Tutanlar” gibi “aile yanlısı” kampanyalarda, kadınsı bir sevgi etiği çağrısında bulunan erkeklere yer verilmesiyle beraber, onların kadınlar ve diğer erkekler üzerindeki kontrolü iyi ve doğru olarak tanımlanıyor.[12] Bu düşmanca bir cinsiyetçiliğin aksine insaniyetli bir cinsiyetçilik, ama ne olursa olsun yine de cinsiyetçilik.[13]
Sosyolog Raewyn Connell’ın da belirtmiş olduğu üzere, erkeklerin daha feminen, kadınların da daha maskülen olması cinsiyet eşitliğini sağlayabilir belki, ama bunun “tam tersine de yol açabilir.”[14] Öyle ki, böyle bir sonuç çoğu erkek için bile iyi olmayabilir. Erkekliği kazanmakla eşitleyen bir ideoloji yalnızca bir avuç erkeğin üstün geldiği bir ideolojidir.[15] Yoksul ve işçi sınıfına mensup erkekler, yaşlı erkekler, queer erkekler, trans erkekler, beyaz olmayan erkekler, göçmen erkekler ve engelli erkekler orantısız bir şekilde kaybeder. Egemenlik kurmaktan hiç zevk almayan erkekler de öyle. İronik bir şekilde, bu maço rekabette başarısız olan erkeklerin -ekonomik olarak zor koşullarda olanların, erkeksi olmayan “ineklerin” ve hatta kimi gay erkeklerin- çoğu zaman en belirgin şekilde cinsiyetçi erkekler arasında olmalarının nedeni bu. Erkek hiyerarşisinin en altında olabilirler, diye düşünüyorlar, ama en azından kadın değiller.
Bu fikirleri alıp Trump’ın başkanlığına uyarladığınızda, ne bir Kellyanne Conway [ABD Başkanı’nın danışmanı] ile bir Sarah Huckabee Sanders’ın [Beyaz Saray Basın Sekreteri] bu denli yüksek profilli, yüksek statülü ve yüksek ücretli pozisyonlarının, hatta ne de kızı Ivanka’nın [Trump] Beyaz Saray’daki varlığının ABD’de cinsiyet eşitliğini azaltmak adına herhangi bir etkisi var. Tam aksine. Tüm bunlar olurken Trump’ın, -Ortadoğu’ya ilişkin akıllara durgunluk verici “Sadece ben çözebilirim” yorumunda su yüzüne çıkan- Amerika’yı kurtarabilecek tek kişi olduğu iddiası, onu mutlak kudrete sahip kabile reisi olarak konumlandırıyor.[16] ABD’deki Müslümanlara yasak getirirken Amerikalıları koruduğunu söylüyor, Meksika sınırına duvar örülmesi çağrısında bulunuyor ve Kuzey Kore’yi nükleer savaşla tehdit ediyor, tüm bunları yaparken de sıklıkla özellikle kadınların cinsel hassasiyetine yakarıyor.[17] Eğer Trump kendi bildiğini okursa, çoğu erkek de mağdur olacak. Politikaları -vergi planından tutun da sanayinin deregülasyonuna kadar- en üsttekiler dışında herkese zarar veriyor.
Duran devrimin gittiği yer şimdi burası mı?
Metaforun vaat ettiği erkeklik ve kadınlık arasındaki o eskimiş denge artık arzu edilir bir şey değil, eğer bugüne kadar hiç arzu edilir olduysa. Kadınların erkeklerle maskülen şartlarda rekabet etmesini ve erkeklerin kendilerini erkekliğin en zehirli biçimlerinden uzaklaştırmak adına yeterli miktarda feminenlik katmalarını savunmak yerine, erkek olmanın artık ne anlama geldiği konusunda dürüst davranmaya başlamalıyız. Trump’ın yükselişi, onda vücut bulan erkekliğin zehirli biçiminin 21. yüzyılın modern erkekliğinin hiç de dış kenarına düşmediğini ürkütücü bir şekilde ortaya koydu. Zehirli erkeklik erkekliğin tam merkezinde. Otoriter. Ve öldürücü.
Hem Başkan Trump’tan hem de cesaret verdiği türdeki insanlardan sağ kurtulacaksak eğer, doğrudan erkekliğe saldırmalıyız. Erkekliği geri kazanmayı kastetmiyorum -yani erkeklerin daha nazik, daha uysal bir erkekliği benimsemesinden- demek istiyorum ki erkeklerin, kendileri ile ilgili iyi hissedebilmeleri için kendilerini kadınlardan farklı konumlandırmaya ruhen gereksinim duydukları fikrini reddetmeliyiz. Bu fikir düpedüz cinsiyetçi olmanın yanı sıra, o kadar rahatsızlık verici ki nadiren bu şekilde düşünüyoruz.
Aslında kendilerini son derece erkek olarak tanımlayan erkeklere, kendilerini son derece beyaz bir şekilde tanımlayan beyazlar kadar şüpheyle bakmalıyız. Geriye dönüp baktığımızda, kadınların erkekliği kucaklamasının başlıca nedenlerinden birinin de üstünlük duygusunun iyi hissettirmesi olduğunu anlamalıyız. Aynı zamanda, erkeklerinin hiddetinin, kendilerinden nefret etmelerinin ve ıstıraplarının arkasında da kadınlara ve diğer erkeklere üstün olmaları gerektiği inancı olduğunu da kabul etmeliyiz.
Şu anda biz burada Trump’ın Amerika’sında isek eğer, bu kısmen de tehlikeli fikirleri ele almakta fazla hassas davranmış olmamızdan. Sorun zehirli erkeklik değil; sorun erkekliğin zehirli olması. Cazibesi ise itaat edersek, hepimizin birilerine üstünlük sağlama duygusunun tadını çıkaracağına dair göz boyayıcı vaadinde yatıyor. Bu vaat tek kelimeyle herkes için özgürlük ve adalet düşüncesi ile bağdaşmıyor.
Cinsiyet devrimini tamamlayacaksak eğer, maskülenliği tehlikeli bir ideoloji olarak teşhir etmemiz ve bununla kendini tanımlamayı seçen herkesi ele vermemiz gerekiyor. “Gerçek bir erkek” ya da “güçlendirilmiş bir kadının” ne anlama geldiğini konuşmayı bırakıp, bunun yerine iyi bir insan ve iyi bir yurttaş olmanın ne anlama geldiğini konuşmamız gerekiyor. Ülkemizin geleceği buna bağlı.