Tuz Zamanı ve Zugunruhe

Tuz Zamanı: Arzu, libido, bilinç dışı, kriz, kurban, tanıklık, trajedi ve felaket gibi büyük kavramları küçültüp cebine yerleştirmektense, büyütüp yüzünüze çarpan bir huzursuz estetik anlatı

31 Ekim 2019 09:30

Erdoğan Zümrütoğlu’nun resmini belirleyen iki temel şey var: biçimsel açıdan resimsel yoğunluk / şiddet ve ‘düşünsel’ açıdan modernist / trajik bir bilinç. Resimsel şiddet, işlerin boyutları ve fırça darbelerinin gücünün bir titreşim gibi hissedilmesiyle alakalı. Şiddetli bir zamanın ve ‘büyük’ bir trajedi ya da felaket duygusunun resimsel karşılığı. Trajik bilinç ise, dünyanın bir felaket manzarası olduğunu gören, o yoğun varoluşsal trajediye bakan, dünyayla ‘kanlı bıçaklı’ denebilecek bir karşılaşmaya giren bir gözle alakalı. Bu ikisi birleşince gündelik hayattan değil, varoluşsal durumdan (belki  de en çok ölüm bilincinden) beslenen bir hayattan-büyük resim çıkıyor ortaya. Dünyanın eti, kanı, kemikleri ve bilincin karanlık ve yoğun kanalları.

Zümrütoğlu'yla ilgili yazdığım bir "Tuhaf Açı" yazısında şunu söylemiştim: "Erdoğan Zümrütoğlu’nu Tuhaf Açı’nın yeni konuğu yapan şey şu: dünyaya gösterdiği şiddetli alaka ve resimlerinde ‘fiziksel’ olarak hissedilebilen o trajik affect ya da felaket ve aciliyet hissi. Çağdaş sanata hakim olan o ironik, mesafeli, kavramsal ve (çoğu zaman) steril bakışın aksine Zümrütoğlu bir modernist ciddiyeti sırtlanıyor ve dünyayla trajik olmaktan hiç imtina etmeyen, tabiri caizse “kanlı bıçaklı” bir karşılaşmaya girişiyor. İronik değil trajik, mesafeli değil fazla yakın, apatik değil empatik, narsist değil ‘öteki’ni gören, kavramsal değil düşünsel, steril değil şiddetli bir karşılaşma. Ve böylece kendine bir şiddetli 'tuhaf açı'oluşturuyor."

 

Ülke ve dünya şiddetinin gitgide arttıgı bugünlerde sanat ve diğer şeyler dünyanın şiddetine karşılık vermekte zorlanırken, Zümrütoğlu son sergisi Tuz Zamanı’nda da modernist / varoluşsal bakışını ve huzursuz / şiddetli estetiğini sürdürüyor.  Bu bakış bir felaket manzarası (ya da ‘Çorak Ülke’) manzarası sunarken, huzursuz estetik resmin dengesini grotaya, biçimsiz ve dağınık olana doğru çekiyor. Erdoğan Zümrütoğlu'nun resimlerine hakim olan bu filozofça yüzleşmenin ve ölüm bilincinin ya da ölüme ya da ölümlülüğe bakmanın bu fena halde steril çağda çok önemli oldugunu düşünüyorum. Dünyanın şiddetin görüp o şiddete benzer bir şiddetle karşılık veren ender zamane sanatçılarından biridir kendisi.

Katalog metnini yazan Hans Irrek de benzer bir şey söylüyor: "Burada sanatçının, yeniçağın ölüm kokusuna, varoluşsal ıstırabına tepki verdiği bir tür arttırılmış hassasiyetten söz edilebilir." Ve ekliyor: Zümrütoğlu'nun temel meselelerinden biri "sürekli mücadele edilmesi gereken, hayatın sonluluğu düşüncesidir." Böyle anlatınca bir ressamdan değil bir düşünür ya da yazardan bahsediyoruz gibi oldu ama rastlantı değil, Zümrütoğlu'nun yazı ve düşünceyle çok yakın bagları var. "Kavramsal değil düsünsel" derken de aşağı yukarı bunu kast ediyordum. Zümrütoğlu'nun bir sergisini dolaştığınızda bir Nietzsche ya da Bernhard ya da Artaud metni okumuş gibi de olabilirsiniz. Bu karanlık modernistler  Zümrütoğlu'nu en çok besleyen kaynaklardan olabilir, bilhassa  da Nietzsche.

Nietzsche Ecce Homo'da grandeur'e ve neredeyse kendini düşüncenin yeni tanrısı ilan etmeye cok yaklaştığı anlardan birinde, düşünce tarihine "suikastler" düzenlediğinden bahsediyor. Erdoğan Zümrütoğlu'nun da resim ve düşünce dünyasına böyle bir suikastte bulunmaya meyilli olduğunu söyleyebilirim. Felaketi gösterip, kurtuluşu daha da karanlık düşünmekte ya da bir düşünce orjisinde bulmak gibi bir formüle dayanan bir suikat girişimi.    

Hans Irrek şöyle tuhaf bir tanım yapmış bu sergi için: "Bu sinemaskop formatta, melez varlıklar ve karanlık ruhlar yabani uzuvları ve iskelet parçalarıyla beraber çok katmanlı günbatımlarının gerçeküstü kulisi önünde vahşice devinir." Goya, Bosch ve W. S. Burroughs bir araya gelmiş gibi duran bu manzara, şiddeti ve tuhaflığıyla başlı başına bir suikat girişimi sayılabilir. 

Sergiye biraz daha yakından bakalım: Tuz Zamanı ismi kurban edilen hayvanlara tuz yalatılmasından geliyor. Tuz zamanında bir felaket ya da kaçınılmaz an gelip çatmıştır. Bu ana bakan göz de bütün yoğunluğu ve şiddetiyle (devasa boyuttaki resimlerin ve şiddetli fırça darbelerinin şiddeti) bunu kayda geçirir. Tarih Meleği adlı resimden yansıyan felaket hissi buna bir örnek. Benjamin, malumunuz, bu meleği tarihin felaketler dizisi karşısında afallamış bir bakışla özdeşleştirmisti. Afallamış, dehşete düşmüş bakış, ne hikmettir ki bu cagda 'anakronik' duruyor. Zumrutoglu  tam da bu cagın gereği olan bu bakısa iade-i itibarda bulunuyor desem yeridir.   

Bu serginin bir diğer kilit kavramı da ‘Zugunruhe.’ Almanca’da ‘göç ya da hareket öncesi huzursuzluk ya da kaygı’ anlamına gelen bu kelime, tam da durmak ve harekete geçmek, olağan ile olağanüstü arasındaki ikili durumu gösteriyor. Göçmen kuşların göçten hemen önce bir huzursuz hareketliliğe savrulması. Bir bakıma titreşmesi. Ya da hareket etmeyen kanatların uçuşu. Tam da bu hal Zümrütoğlu’nun bu sergideki resimlerinin hissini ve maddi konfigürasyonuna karşılık düşüyor. Ortaya da ‘nabız-resim’ denebilecek, iç basınç sahibi resimler çıkıyor. 

"Büyükbaslar," "Yüzsüzler"  ve "Holzwege Opus" gibi serilerde bu iç basıncın yüzeyi ve formu nasıl dagıttığını görebilirsiniz. "İctima" serisindeki resimlerinde ise iç basınç yerini bir iç karanlığa bırakıyor. Vanitas'a, ölüm temsillerine yaklaşan bu resimler, karanlığa daha uzunca bir süre bakma cagrisi olarak da okunabilir.

 

Bu sergi Zümrütoğlu’nun diğer sergilerinden şöyle bir farklılık gösteriyor. Daha önce duvarlarda (tuvallerin üstünde) titreşen şiddet ve basınç bu sefer bir enstalasyon olarak mekana ya da dışarı taşıyor. Zugunruhe adlı enstalasyon bu taşma, sıçrama ya da yayılma halinin bir ifadesi.  Seyirciyi bakmakla yetinmeyip adeta (kelime oyununu mazur görün) "batmaya" davet eden bir enstalasyon.

Tuz Zamanı’nın yaslandığı bir şey daha var: negativitenin gücü. Ama bu güç Tuz Zamanı’na gelmiş kurbana empatiyi engellemeyen, dünyaya açık bir negativite. Kendi içine kapanıp kendi karikatürüne dönüşen bir negativite değil.

Bu sergiyi dev bir tuz zamanı anlatısı olarak da düşünebilirsiniz: arzu, libido, bilinçdışı, kriz, kurban, tanıklık, trajedi ve felaket gibi büyük kavramları küçültüp cebine yerleştirmektense, büyütüp yüzünüze çarpan bir huzursuz estetik anlatısı.