"Vejetaryen'i yazarken bir ülkeye değil, insanlığa dair bir soru sormak istedim"

Geçen yıl Vejetaryen romanıyla Man Booker Uluslararası Edebiyat Ödülü’nün sahibi olan Han Kang, K24 için Elif Bereketli'nin sorularını yanıtladı

Koreli ev hanımı Yonğhe'nin hayatı, gördüğü rüyalarla değişmeye başlar. Öyle etkilenir ki rüyalarından; sıradan, tekdüze yaşamı bir daha hiçbir zaman aynı olamayacaktır. Vejetaryen olmaya karar verir. Kontrolsüz, dengesiz bir insana dönüşür. "Delirir." Bitkiliği arzular, başka bir form alma özlemi duyar. İşte bu hikâye, geçen yıl tüm dünyada edebiyat çevrelerini kasıp kavurdu. Güney Koreli yazar Han Kang'ın kaleminden çıkan Vejetaryen hemen tüm eleştirmenlerin beğenisini kazandı. Man Booker Uluslararası Edebiyat Ödülü'ne değer görüldü. Şiddet, masumiyet, insan bedeni, aklıselim, delilik, insanmerkezlilik gibi pek çok temaya zarifçe değinen Vejetaryen'in yazarı Han Kang'la romanı konuştuk.

Kitabınız hakkında çok yazıldı. Eleştirileri okumak nasıl bir his?

Vejetaryen, cevap vermekten çok soru soran bir roman. Bu yüzden farklı çevrelerde farklı şekillerde kabul görüp anlaşıldı. Bu da ilginç ve güzel bir durum tabii.

Eleştirilerde farklı açılar vardı, elbette. Ama kitabın “Koreliliği”; Kore edebiyatının bir parçası olduğu hep vurgulandı. Sizce bu "Koreli" bir kitap mı, yoksa evrensel mi?

Romanda birkaç katman var. Ortaya attığı en önemli soru ise, insanoğlunun içinde barındırdığı şiddeti tamamen reddedip reddedemeyeceği. Normallik ve delilik tanımlarımız, etrafımızdaki insanları anlamayı nasıl mümkün kılar? Yahut nasıl imkânsızlaştırır? Bu soru da çeşitli katmanlarla çakışmakta. Bu tür sorular evrensel olduğundan, yalnızca bir ülkenin kültürel unsurlarıyla sınırlandırılabileceğini düşünmüyorum. Vejetaryen'i yazarken bir ülkeye değil, insanlığa dair bir soru sormak istedim.

Kitabın Koreliliğin sık sık vurgulanması sizi rahatsız ediyor olmalı o halde?

Tabii. Şayet bu romanı Kore’nin ataerkil yapısıyla anlamaya çalışırsak, dar ve basit bir çerçeve açmış oluruz. Pek çok katmanı da kaybederiz. Bu romanda kesinlikle kadının sesi var. Sessiz bir çığlık sesi. Ancak bunu birkaç katmanla birlikte okursak daha iyi olur. 

Vejetaryen üç ayrı öykü biçiminde kaleme alınmış bir roman. En baştan beri bu şekilde mi planlandı? 

Başından beri bir roman olarak düşündüm. 

Vejetaryen, Han Kang, Çev: Göksel Türközü, April YayıncılıkO hâlde niçin parça parça bir roman?

Kore’de edebiyat dergileri geleneği çok güçlü ve pek çok edebiyat dergisi aktif bir şekilde yayınlanmakta. Bir yazar olarak bu dergileri değerlendirmek istedim. Bölümleri sırayla değişik edebiyat dergilerinde yayınladım. Çok farklı anlatıcılarla kendi sesi, kendine ait bir havası olan bölümlerle eseri oluşturmak istedim.

Bu Kore'de bir gelenek mi? 

Kore’de de nadir görülen bir durum, yine de olası. Başka ülkelerde, bir romanın yayınlamadan önce benim yaptığım gibi edebiyat dergilerinde bölüm bölüm yayınlama durumunun olmadığını, hatta bunun imkânsız olduğunu duymuştum. 

Şimdilerde ne yazıyorsunuz? Yine bir üçleme mi olacak?

Evet, yine bir üçleme yazıyorum. Gerçi bu Vejetaryen’den tamamen farklı bir roman olacak. Aslında henüz tamamlanmamış bir romanla ilgili konuşmak çok dikkat gerektiriyor. Yazdığım bu kitabı bir dörtleme olarak da değiştirebilir, ilk başta yazdıklarımı tamamen silip yeniden başka şeyler yazabilirim. Her neyse, şu anda üçlemenin ikinci bölümünü yazmak için çabalıyorum.

Bir gün otobüs durağında beklerken bir ağaca yaslandığınızı, sonrasında bu kitabı yazma kararı aldığınızı söylüyorsunuz. Bu durumda biz kişisel bir hikâyeyi mi okuyoruz? Yazmak eylemi burada kişisel bir edim mi? 

Şiir, öykü ve roman... üç türde de yazıyorum. Bana göre şiir, dille daha derinden ilgili olduğundan daha kişiseldir. Öyküler de kişisel, ama şiir kadar değil. Öyküler küçüklüğümden bu yana içimde sakladığım soruları sanki bir koridor gibi önümde açıyorlar. Ancak roman yazarken kişisel boyuttan çok insanoğluyla ilgili temel sorulara yoğunlaşıyorum. 

Sizin bir ağaca temas ettikten sonra bu kitabı yazmanız, bitkiye dönüşme arzusunun ana karakter Yonğhe kadar size de ait olabileceğini düşündürüyor. Sanki bu roman Han Kang'dan da çok ipucu taşıyormuş gibi...

Hayır, benim bitki olmak gibi bir arzum yok. Hepimizin bitki olması gerektiğine dair bir iddiam da yok. İnsan olarak hayatımızı devam ettirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yine de bu roman, hem bir soru hem de bir alegori içeriyor. Yani insan olmayı bu denli istemeyen bir kadın var ve o kadının tercihi o kadar kati ki ölümden bile korkmuyor. Onu anlayabilecek kimse de yok. O yüzden tuhaf ve aşırı bir alegori kullanıyor ve okuru insanoğluna dair birlikte düşünmeye davet ediyor. 

Yonğhe karakteri kitabın merkezinde. Ama hep başkalarının dilinden anlatılan bir karakter. Bir sesi yok. Hep bir dil, bir ses arayışında. Neden?

Yonğhe’ye kasıtlı olarak ses vermedim. O, üç farklı anlatıcı tarafından gözlemlendiğinden dolayı, okurlar birbirine zıt ifadeler ile tasvirler arasında onun gerçeğini bütünleştirip hayal etmek durumundalar. Onun sesiyle onu tanımlamaktan çok hayal edilen gerçeğin gücü aracılığıyla okurlarla buluşmak istedim. 

Yonğhe artık insan ırkına ait olmak istemiyor. Yavaş yavaş bir bitki halini alıyor ve ölüme yaklaştıkça kendini "bedeninden kurtardığı" düşüncesi hâkim oluyor. İnsanlıktan çok, insan bedenine dair bir kurmaca mı bu? 

Bu romanda Yonğhe için durum öyle. Ancak bu roman bir cevap değil, bir soru. Ben soruyu tamamlamak ve cevabı okurların kafasında canlandırmak istedim.

Bu romanın çeşitli katmanlarında kadının sesi var. Yonğhe’nin arzusunu cinsiyete dair bir arzu olarak görebilir miyiz? Yonğhe’nin çektiği acı, maruz kaldığı şiddet ya da o masumiyeti, kadınlığa özgü mü?

İnsanlığın tüm şiddetini reddetmek için et yemeyi bırakması, kendini kurtarmak için bir bitki olacağına inanması ve bu yüzden ölüme yaklaşarak ironiyi hakikaten yaşaması... Böyle bir karakteri hayal ettiğimde buna en uygun olan bir kadındı. Şahsen evrensellikle kadının kimliğini birbirinden ayırma çabasına karşıyım. Evrensel olmak ve aynı zamanda kadın sesine sahip olmak elbette mümkün. Örneğin ben yazar kimliğim ve kadın kimliğimle hiçbir çelişki taşımıyorum. 

Han Kang ve romanın İngilizce çevirmeni Deborah Smith.

Öte yandan Yonğhe’in babası Vietnam Savaşı’na katılmış bir gazi. O da şiddete maruz kalmış bir karakter.

Evet, Yonğhe'nin babası evrensel şiddet unsurunu başlı başına içselleştirmiş bir karakter. Elbette tüm Koreli babaları simgeleyen bir örnek değil. Romandaki aile sahneleri kasıtlı olarak çarpıtıldı ve abartıldı. Yani, romanın Kore toplumuyla ilgili sosyal bir portre olmadığını burada belirtmek isterim.

Bir bitkiye dönüşmeyi tasavvur ettiğimizde; hâlihazırda içimizde var olan bir şeyi açığa çıkarmaktan mı bahsediyoruz, yoksa kendimize yeni bir şekil vermekten mi? Bir diğer deyişle; hepimizin içinde bir bitki yaşıyor mu?

Bu romandaki bitki, diğer varlıklara zarar vermeden hayatta kalabilen yegâne canlı olması anlamında kendine yer buluyor. Bizler taş ya da cam yahut toprak yiyerek bile hayatta kalabiliriz. Bizim yaşıyor olduğumuz gerçeği, bir şeylere zarar verdiğimizin kanıtı. Şiddet her yerde olan bir şey. Yonğhe bu gerçeğe dayanamayıp kendi yaşamı aracılığıyla masumiyeti gerçekleştirmeye, saflığa ulaşmaya çalışıyor. İster büyük ister küçük olsun içimizde böyle bir masumiyetin olduğunu düşünüyorum. Buna içimizdeki bitki de diyebiliriz.

Sizce Yonğhe tamamen masum ve saf bir varlık mı? Şiddet de barındırmıyor mu?

Yonğhe tamamen masum ve saf bir varlık değil. Şiddet barındıran bir varlık değil. Şiddeti tamamen reddetmeye hayatını adamış bir insan. İnsanlığa özgü şiddetten kutsallığa, alçaklıktan yüceliğe kadar olan spektrumu gözlemleyerek, insanlığın bir üyesi olduğu gerçeğiyle yüzleşip bundan ötürü acı çeken biri. 

Vejetaryen, insanlığı dünyanın merkezinde görenlere bir "uyanın" çağrısı olarak da görülebilir mi?

Doğu felsefesinde insanoğlu doğaya hâkim olan ya da doğanın merkezinde olan bir varlık değil. 20’li yaşlarıma kadar felsefî olarak Budizm’e derinlemesine yoğunlaştığım için bu düşünce tarzı bende kök saldı. İnsanoğlunun bu dünyanın merkezi olmadığı gerçeği benim için son derece doğal bir şey. Bu düşüncenin bu kitapta da doğal bir şekilde yansıdığını düşünmekteyim.

Kitabı niçin Yonğhe'nin ambulanstan kızgın bir bakış fırlattığı sahneyle bitirdiniz? Bu sahne kitabın barındırdığı tüm tabakaların billurlaştığı bir sahne olarak görülebilir mi? Şiddet, masumiyet, aklıselim, delilik ve insan bedeni...

Son sahnede İnhe, Yonğhe’nin ablası, bir cevap bekliyormuşçasına, bir şeylere karşı çıkıyormuşçasına pencereden dışarıdaki ağaçlara bakıyor. Bu bakış şöyle bir soru taşıyor: Güzelliğin şiddet ile bu denli iç içe geçtiği bir dünyayı böylesi kucaklarken, insanlık ne kadar ileri gidebilir ki?

 

Yasemin Çongar'ın  Vejetaryen ve Human Acts'ı değerlendirdiği yazısı.
Yankı Enki'nin değerlendirmesi.
Cansu Canseven'in Vejetaryen romanını Korece aslından çeviren Göksel Türközü'yle yaptığı söyleşi. 
Romandan tadımlık bir bölüm.
Han Kang fotoğrafı: Gorm Kallestad