Orwell’in 1984 distopyasının gerçek olabileceğini kanıtladığımız için bize bravo. ”Düşmanın bu,” diye göstermeleri yetiyor, onlara düşman gözüyle bakmamız için...
24 Aralık 2015 15:20
Boston’da seyrettim.
Biletler iki ay öncesinden satışa çıktı.
Medyada baş köşeyi kaptı. Suriye, Irak, Afganistan gibi, Amerika’nın açtığı savaş haberlerini gölgede bıraktı.
Buradaki gösteriminden önce filmi başka ülkelerde farklı günlerde piyasaya sürerek tarihte görülmemiş dalga dalga yayılan küresel bir reklam kampanyası yaptılar.
Savaşlarla taraflaşmışken,
Kimlik aidiyetlerimizin abartısında bölünmüşken,
Göçmen, göçmen olmayan diye ayrışmışken,
Zengin yoksul uçurumunda birbirimizi ırgalamazken,
Kadınla erkeği, yaşlıyla genci, kara deriliyle beyazı kalıplara dökmüşken,
Ahret gününde bir tek kendi dinlerimizin tanrı nezdinde kabul göreceğine inandırılmışken…
Yıldız Savaşları gezegenimizde herkesi birleştirdi.
Edward Said’in Oryantalizm kitabından yola çıkıp Batı’nın kültür emperyalizminden dem vuran bizlerin filme ilgisi, gönüllü kurbanlığımızın ifadesi değil mi?
Yıldız Savaşları bunun çarpıcı bir örneği.
Dünya gazeteleri haftalardır bu haberle tiraj peşinde.
Filme, İstanbul’da Yedikule Bostanları’nın iktidar tarafından yağmalanmasını dünya gündemine taşıyıp önlem alınması için çabalayan Makedonyalı tarihçi Aleksandar Sopov’la gittim.
Biletleri olmasına rağmen seyirciler saatler öncesinden gelmişler. Upuzun kuyrukta, Boston’a dünyanın her tarafından gelen öğrenciler. Heyecan doruk noktada. Kimilerin üstünde film karekterlerinden “Darth Vader” kıyafeti. Kızlarda Prenses Lea’nın saç modeli.
“Burada ne işimiz var,” diye sordum, günleri kütüphanede geçen Aleksandar’a.
Merakımız aynı.
Bu sinema kuyruğunda hepimizi birleştiren ne?
Gezegenimizin küresel ısınma felaketine doğru gitmesini laftan öte ırgalamamızın aymazlığında, nasıl birleşebileceğimize ışık tutabilecek, bir ipucu verecek mi film?
Gitmemizin bir başka nedeni on milyonlarla birlikte reklam kampanyasına tav olmamız.
Yıldız Savaşları tarihin en çok seyredilen filmi olacak.
Filmi seyrettikçe ürktüm.
Kendimden ve türümüzden.
Ne kadar kolay bizi taraflaştırmak!
İyiler ve kötüler savaşıyor.
Kim niçin iyi, kim kötü bilmiyoruz.
Bize tek hissettirilen, kahramanlarımızın iyiden yana olduğu..
Onlar kaybederken sinemada seyirciler sessiz.
Kazanırken alkışlar, ıslıklar.
Bu kadar kolay, sorgulamadan özdeşleşmemiz!
Bunca tarihe, bilgi birikimine, felakate rağmen, 21. yüzyıl insanı duygularının gaza getirilmesiyle anında taraflaşabiliyor.
Farkındasınızdır hep bizim tarafın kazandığı filmlerin gişe yaptığının,
Tarih kitaplarımızın hep zaferlerimize yer verdiğinin.
Yıldız Savaşları, bize haklı ve haksız savaş kavramını bile dile getirmeyen, savaş kışkırtıcısı bir film.
Nedenlerini bile sorgulamadan her savaşta biz haklıyız, onlar haksız mesajını veriyor.
Bana, öncesini bilmen lazım, bu seride kaçıncı film diyebilirsiniz.
Sanki bizim hiç dahlimiz yok, bugün çıkardığımız her savaş bir öncesiyle ilintili.
Filmle ilgili söyleyeceğim iyi bir şey yok mu?
Milyonlarca dolar harcanan teknik özellikleri beni ilgilendirmiyor.
Yapılan sanata değil gişeye yatırım.
Olumlu olan, artık Hollywood filmlerinde çoğulcu bir dünyanın kabulü olması.
60’lı yılların sonunda Sidney Poitier’nin başrolde oynadığı film (Guess Who’s Coming to Dinner) dönüşümün ilk habercisiydi. Poitier’nin, siyahi olmasına rağmen başrolde, hem de beyaz bir kızla aşk yaşaması ekran devrimiydi.
Yıldız Savaşları’nda aynı olay, iki kişi arasında sorgulanmaya mahal bırakmayan doğal bir ilişki.
Çocukluğumun Hollywood korku filmlerinde garip yaratıklar bize kâbus gibi gelir, korkudan bakamadığımız olurdu. Yıldız Savaşları’nda onlar arka planda dost kahramanlar.
Yurt dışı seyahatlar, göçler, kültürlerarası evliliklerle bireysel ilişkilerimizde “öteki” kavramımız değişti. Garipsenmez oldu. Ailemizde, arkadaşlıklarımızda, üniversitelerimizde, şehirlerimizde yabancıyla beraberliğe alıştık. Toplum olarak günlük yaşamımızda çoğulcu olma yolundayız. Yıldız Savaşları’nda da çocukluğumun ötekileri, hilkat garibeleri de bizim tarafta.
Kahramanlarmızla birlikte savaşıyorlar.
Karşı tarafın karakterleri, aynı tezgâhtan çıkma robotlar gibi.
Onlar düşmanlarımız.
Orwell’in 1984 distopyasının gerçek olabileceğini kanıtladığımız için bize bravo.
”Düşmanın bu,” diye göstermeleri yetiyor, onlara düşman gözüyle bakmamız için.