2000’ler Şiiri Antolojisi, toplumsal hayatta olan bitenin şiire, şiirin hayata sızdığı 2000’lerde olan biten değişimi, kırılmayı, sancıyı hiçbir eğilimi, yönelimi atlamadan ortaya koyuyor...
02 Mayıs 2017 15:27
2000’lerde sanatta ve hayatta olanlar uzun süredir tartışma konusu. Soğuk Savaş bitmişti ve yeni yüzyıl savaş çanlarını artık Ortadoğu için çalıyordu. Irak’ın işgali, Ortadoğu’da haritaların değişmesi, durmadan akan kan, iktidarın tavrı, savaş ortamı, mültecilerin yurtsuzluğu, kapitalizmin bitmeyen krizleri vs. tüm bunlar 2000’lerde oldu. Şiirdeki gidişat da bundan etkilendi. 2000’lerde sular hareketliliğini hiç kaybetmedi: tartışmalar, soruşturmalar, itirazlar, bildiriler, dergiler, internet ortamı, eski yeni, lirik antilirik, deneysel geleneksel, görsel somut, klasik aklasik, modernist postmodernist...
Cenk Gündoğdu, Kırmızı Kedi Yayınları’nca okura sunulan 2000’ler Şiiri Antolojisi’nde toplumsal hayatta olan bitenin şiire, şiirin hayata sızdığı 2000’lerde olan biten değişimi, kırılmayı, sancıyı hiçbir eğilimi, yönelimi atlamadan, temsil esası üzerinden, çok yönlü bir bakış ve ortak akılla, farklı kuşaktan pek çok imzanın katılımı ve değerlendirmeleri eşliğinde cesur bir tavırla ortaya koyuyor.
Cesur çünkü içinde olduğu dönem üzerine bir çalışma, ilk kez böylesi bir toplam, inceleme, değerlendirme eşliğinde bir arada sunuluyor. Geçmiş dönem şiiri üzerine yapılan antolojiler çok fazla risk ve aynı doğrultuda heyecan taşımamıştır. Çünkü kanon tarafından zaman içinde yeri belirlenmiş, tarif edilmiş bir dönem içinden yapılacak seçim, değerlendirme, bilinenin yeniden sunumudur. Ancak serüveni devam ederken bir iddia ile bir işe girişmek çok ciddidir ve bazı riskler taşır. Hem dergi editörlüğü hem yıllık hazırlayıcılığı ve hem de şair kimliği ile bu ciddiyeti kavramış biri Gündoğdu. Bu özelliklerin bir şairde olması, hiç kuşkusuz ona, kuşağına nesnel ölçülerle bakma ve değerlendirme yapma imkânı sunmuştur.
İnternetin hayatımıza girmesi ile teknolojik imkânlar çerçevesinde odanın bir köşesinden bir dergi çıkaracak, yayın yapacak hâle geldik. Bu durum, ister istemez hem sanal hem de matbu alandaki edebiyatta bir kirlenmeye, karışıklığa ve bir karmaşaya sebep oldu. Ortalık toz duman içindeydi ve nitelikliyi niteliksizden ayırt etmek neredeyse imkânsız bir hâldeydi. Çünkü kötü şiir iyi şiiri kovuyordu. İnternet ortamında şiir adı altında yayımlanan metinler ve milyonlara ulaşan şair sayısı, durup ciddi olarak düşünmemizi gerektiriyordu. Çünkü bu durum sadece sanal ortamla da sınırlı kalmayıp ortalık şiir yazanı müşteri gibi gören, para karşılığı şiir kitabı yayımlayan yayıncılarla dolup taştı. Bu bombardımanda asıl zarar gören nitelikli şiirdi. Kitabevleri şiir kitaplarını raflarında tutmadıkları gibi bu hengâmede ister istemez nitelikli şiiri ve şairleri de göz ardı ediyorlardı.
Diğer yandan da şiire kafa yoran, onun sorunlarıyla ilgilenen şiir erbabı; şiirde bir değişimin olduğunu, verili şiire itirazların kaydının tutulduğunu, bu dönemdeki yayınlardan rahatlıkla gözlemleyebiliyordu. Şiirde köklü bir değişim yoktu belki, ancak bir başka yöne doğru evrildiği rahatlıkla gözlemlenebiliyordu. Farklı çevre ve anlayıştan isimler enerjisini ortaya koydukları kitaplarla ayrı biçim ve üsluplarda yenilik isteklerini dile getirmişlerdi. Ama bu değişim tek bir adresten, tek bir evden değildi. Bu talepler, yeni arzusu taşıyan, eskiye itiraz eden, güncel, kişisel ve cesur söylemlerdi.
2000’ler Şiiri Antolojisi; uçlarını farklı biçimlerde gösteren 2000’lerin atak hâlini temsiliyet, ısrar, istikrar bağlamında farklı anlayıştan gelen şair ve editörlerin (Tuğrul Tanyol, Haydar Ergülen, küçük İskender, Hami Çağdaş) rehberliğinde, ayrı kuşaktan isimlerin (Mehmet Yalçın, İsmail Mert Başat, Nihat Bayat, Baki Asiltürk) inceleme, değerlendirme ve soruşturma (Hilmi Yavuz, Güven Turan, Tahir Abacı, Ahmet Güntan, Abdülkadir Budak, Tarık Günersel, Lâle Müldür, Osman Çakmakçı, Erhan Altan, Utku Özmakas) yanıtları ile yaşadığımız dönemin şiirini ve üzerine düşünceleri bizlere sunuyor.
Cenk Gündoğdu, şiirlerin seçici kurul rehberliğinde hangi yöntemle seçildiğini, kimlerin neyi niçin yazdığını önsözde paylaşıyor ve “Yakın Dönem Türk Şiirine Bakış” adlı oldukça kapsamlı yazısında ise 1980’lerden bugüne sosyal hayat ve şiire odaklı bir kamera eşliğinde, ağır çekimle, âdeta bir belgesel sunuyor bizlere.
Her çalışmada olduğu gibi burada da kitaba getirilebilecek eleştirileri not almanın, 2000’ler şiiri ve dönemini iyi anlamamıza bir katkı sunacağı düşüncesindeyim. Bu katkı gerek bu çalışma gerekse yine 2000’ler şiirine dair farklı çalışmalar için yapıcı olacaktır. Bu bağlamda Gündoğdu’nun önsözde, “Büyük, başarılı, önemli şiirleri sunma gibi bir derdi olmayan”, “nesnelliğe yaklaşma iddiasına karşın bu tür çalışmaların öznelliği”ne dair yaptığı vurgu ve kitabın, “zaman içinde tekrar basımlarında yeni şairlerimizin şiirleriyle zenginleşerek geleceğe taşınacağı” düşüncesi, yazarın eleştiriye, farklı bakış açılarına, değişime açık bıraktığı bir kapı olarak görülebilir. Ancak şimdiye kadar kitaba yapılan eleştirilerin, yazınsallıktan uzak, daha çok Facebook ve diğer sosyal medya mecraları üzerinden olması; itirazın metin değil de isimler üzerinden yapılarak hakaret düzeyinde olması son derece üzüntü verici. Kitabın, önsözünün dahi okunmadan, “Hangi şair var, hangisi yok” denilerek konu edilmesinin, bizlere sunmuş olduğu dönemi kapsamlı olarak görüp anlama fırsatını yok etmeye yönelik bir girişim olduğunu düşünüyorum. Tartışmaya katılanlara bakıldığında “Ben yoksam kopsun kıyamet” anlayışından hareket ettikleri görülüyor. Bir gün önce dostken, sonraki gün antolojide yer almadığı için düşman olabilen isimler. Cenk Gündoğdu’nun TÜYAP’taki söyleşisi sırasında antolojiye alınmayan iki genç şair ile bir yazar ağabeyleri arasında ilginç bir konuşma geçiyor. Ağabeylerinin söylemiş olduğu şu sözler oldukça önemli: “Antolojide yer alan bazı isimler Cenk Gündoğdu ile siyasî görüş olarak birbirlerini boğazlayacak türden kimseler. Eğer husumet nedeniyle birilerini almayacak olsaydı, inanın, onları almaz, dostları olduğunuz için ilkin sizleri alırdı antolojiye.”
Kitabın önsözünü, yön ve yöntemini ayrıntılı olarak okumamışken, benim yaptığım eleştirilerde de elbette bazı isimlerin olup bazılarının olmaması söz konusuydu. Örneğin, antolojiyi ben hazırlamış olsaydım Şeref Bilsel, Gökçenur Ç., Deniz Durukan vs. isimlere mutlaka yer verirdim ve deneysel, görsel diyebileceğimiz şaire/ şiire de mesafeli olduğum için buradaki isimlerde bir kısıtlamaya giderdim diye düşünmüştüm. Farklı bir çalışmada seçilen şair sayısı 50 değil, 100 olurdu belki ama bunun da dönem ruhunun ayrıntısını kaçıracağı düşüncesindeyim. Gündoğdu gerek kitapta gerekse TÜYAP’taki söyleşisinde altını çizdiği 2000’lerde bir çıkış, bir patlama yapanların yanı sıra farklı şiir anlayışıyla bu dönemde adından söz etmiş isimlere, dönemin ruhunu yansıtması açısından özellikle yer verildiğini belirtmiştir. Bu da antolojide yer alan şairlerin- şiirlerin dört dörtlük bir düzeyde olduğu anlamının çıkarılamayacağı, bu dönemde yazılan şiiri daha net görmemizi sağlayacağı sonucuna götürüyor bizleri. Bu anlamda 90’lar ve 2000’ler birbirinden net çizgilerle ayrılmıştır. Bu biraz da geçen yüzyılda şiirimizdeki rakamlı adlandırmalara 40’lar, 70’ler, 80’ler, 90’lar vs. benziyor. Elbette burada asıl ayrım noktası sayılar değil, dönemin poetik ve estetik farklılığıdır. Yoksa Dağlarca da 2000’lerde yazmıştır ama 2000’ler şiiri değildir bu.
Siyasetin sıcaklığı ve taraf olma daveti sokaktaki insan kadar şairi de bir yerde durmaya zorluyor bir süredir. Bir yerden bakan şair de diğer yerden bakan, duran, konuşan şaire mesafesini koyuyor, koruyor. 1980’de politikaya karşı poetika tavrıyla eritilen yollar önce Sivas 93’le, ardından da 2000’lerde, belki de kapanmayacak kadar çok açıldı. Şairler birbirini okumaz, takip etmez, dergilerinde neler olduğunu görmek istemez noktaya geldiler. Ama onları tüm uzaklıklarına karşın bir arada tutan yaşadığımız topraklar kadar dildi de. Ve bu dilde aynı dönemde şiir yazarken benzer duyarlıkların içinde olduklarını, benzer hamlelere giriştiklerini 2000’ler Şiiri Antolojisi’ne bakınca rahatlıkla görebiliyoruz. Bu tavır çalışmanın zenginliğidir ve tek boyutlu, tek kutuplu bir bakışla hazırlanmamış olmasıdır. Bu anlamda 2000’lerde ortaya çıkan tek bir yönelim, eğilim kutsanmamıştır.
Çerçevesini 1980’lerden başlatarak günümüze, şiirde ve toplumsal hayattaki kırılma noktalarına varıncaya kadar kapsamlı bir biçimde ortaya koyan Gündoğdu’nun iddiasının salt sıradan bir antoloji olmadığını seçim, yaklaşım ve değerlendirmesinden anlıyoruz. 2000’lerde yaşanan toplumsal değişimlerle birlikte, yeni bir hareketliliğin ortaya konulduğunu, bunun önceki şiirden kopma anlamına geldiğini ve yeni bir şiirin gelişini işaret etmekte olduğunu görüyoruz. Gündoğdu’nun dediği gibi, “Yeni şiiri; sadece şiir ortamı, kuşaklar, dil kavgaları değil, sosyolojik değişimler, büyük kırılmalar da zorunlu kılar.” Evet, bir toplumsal kırılmanın içindeyiz.
Bugün elbette uzlaşılacak bir saha değil 2000’ler. Bu parçalı modernliğin içinde hem homojen bir şiir yazılmıyor hem de 1940 Kuşağı gibi üzerinde anlaşılan ve oradan yürünülen bir şey yok ortada. Ancak taşlar yerinden oynadı ve bu kuşağın önde duranları, belirleyicileri, değiştiricileri, dönüştürücüleri, yol açıcıları ve yolcuları kısa süre içinde görülecek. İşte antoloji bu açıdan Baki Asiltürk’ün dediği gibi kuşağın yararına ciddi bir bıçak çekilmesidir. Modern şiirin yararına çekilen bu bıçağı, şiir adına yapılmış bir hamle, bir toparlanma çağrısı olarak görebiliriz.
İktidar, kendi kanonu için peşinden gelen kuşağın da aynı şiiri yazmasını ister. Çünkü o onu yazdıkça yeri sağlam, güçlü ve kalıcı olacağı duygusundadır. İşte bu antoloji bu anlamda kanona ve aynı zamanda bu aygıtı kucaklayan verili şiire yapışan temaşaya da bir bıçak çekmiştir. Aslında geçmişte de 80 şiirini ve İkinci Yeni’yi hareketlendiren, kötü şiire karşı çekilen ve iyi şiiri kucaklayan yine bu bıçaktır ki bu da kuşağın, dolayısıyla şiirin yararınadır. Bugün olmasa da yarın şiir merkezli bakanlar bunun ayrımına varacaktır.
Verili dile, şiire, kalıplara, söyleme karşı yeniden yana ve ortaya sadece şiir değil seçim, tavır ve değerlendirme ile iddia da koyan bir kuşağın gelişini vurgulayan, bu yönüyle de cesur ve başarılı bir çalışma: 2000’ler Şiiri Antolojisi.
Amaç sadece belli bir yıldaki şiirleri, şairleri bir araya getirmek olsaydı cesaret gerektirmeden hesaplı bir biçimde 150 şairden birer şiirle kotarılan taktiksel bir antoloji de yapılabilirdi. Ama bu, şiire, şaire, 2000’lere ve de dile zarar vermiş bir çalışma olurdu. Özellikle elimizdeki bu antolojiye karşı yükseltilecek ses daha fazla olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü yaşamakta olduğumuz bir dönem ve şairleri hâlen hayatta. Bu durumun antolojide yer almayan şairler açısından tepkiyle karşılanması doğaldır. Bugün, örneğin 80 kuşağına dair bir antoloji hazırlanmış olsa, isterseniz 150 şair seçin, gerçekte bu kuşağı temsil edenler taş çatlasın 15-20 kadar şairdir. Bu yüzden göze almak önemlidir şiir için. Şiirin göze alınarak, mücadele edilerek alınan bir sonuç olduğunu modern şiirdeki hamlelerden görebiliriz. Bu hamleler yapılarak şiirde yeni cepheler kazanılmıştır. Bugün de şiirde bir cephe kayması söz konusu ve bunu işaret etmesi, bir toplamla ortaya koyması, bir algıya bizi koşullandırmaması, bir eğilimi yüceltmemesi bakımından değer taşıyor bu antoloji.
Bu değeri veren şiirden yaklaşım da şahsilik, ihtiras, mikro iktidar gibi her dönem bir yıllık, antoloji, dergi yayımlandığında ortaya konulan genelgeçer iddiaları yerle yeksan ediyor.
Şiir, alanını çarpışarak kazanır. Kimse teslim etmez bir şeyi. Nâzım’a, Garip’e, İkinci Yeni’ye, 1980 Kuşağı’na… kimse yerini terk ve teslim etmedi. Onlar itiraz etti, çarpıştı ve kazandı. Burada da bir itiraz var. Asiltürk’ün dediği bıçak darbesi cesur bir ret sesidir, itirazdır.